İman Hizmetinde Risale-i Nur’ların Rolü

«Risale-i Nur hiçbir şeye âlet olamadığını ve rıza-yı İlâhiyeden başka hiçbir maksada vesile olamadı­ğını ve doğrudan doğruya herşeyden evvel iman haki­katlerini ders vermek ve biçare zayıfların ve şüp­heye düşenlerin imanlarını kurtarmak oldu­ğunu, elbette sizin gibi Nurun has şakirdleri biliyorlar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 272)         

Taklidî imanın mukavemet edemediği ahirzaman fit­nesi ce­reyanına karşı Risale-i Nur ve onun hâlis ve sâdık ta­le­belerinin çâre olduğunu nazara veren Bediüzzaman Hz.nin yazdığı mektu­bun bir kısmında deniliyor ki: 

«Bu âhirzamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmesi cihetinden, hem o fit­ne­lerin savletinden mü’minlerin imanlarını kur­tarması nokta­sından, Risale-i Nur öyle bir ehemmi­yet kesb etmiş ki, Kur’ân ona kuvvetli işaretle iltifat et­miş. Ve Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) üç kerametle ona be­şa­ret vermiş. Ve Gavs-ı Âzam (r.a.)  kerametkârâne on­dan haber verip ter­cümanını teşci etmiş.

Evet, bu asrın dehşetine karşı taklidî olan itikadın istinad kaleleri sarsılmış ve uzak­laş­mış ve perdelenmiş olduğundan, her mü’min, tek başıyla dalâletin cemaatle hücu­muna mukavemet etti­re­cek gayet kuvvetli bir iman-ı tahkikî lâzımdır ki dayanabilsin. Risale-i Nur, bu vazi­feyi en dehşetli bir zamanda ve en lüzumlu ve nazik bir vakitte, herke­sin anlaya­cağı bir tarzda, hakaik-i Kur’âniye ve imani­yenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli burhan­larla ispat ederek, o iman-ı tahkik­îyi taşıyan hâlis ve sâdık şakirdleri dahi, bulundukları kasaba, karye ve şe­hir­lerde, hizmet-i imaniye itibarıyla âdetâ birer gizli ku­tup gibi, mü’minlerin mânevî birer nokta-i isti­nadı ola­rak, bilinmedikleri ve gö­rünmedikleri ve görü­şülmedik­leri halde, kuvve‑i mâneviye-i itikadları cesur birer zâbit gibi, kuvve-i mâneviyeyi ehl-i imanın kalble­rine verip mü’minlere mânen mukavemet ve cesaret ve­riyorlar.» (Mektubat sh: 466)

Aynı mevzuda şu beyanlar da sarihtir: 

«Ben dünyanın hâlini bilmiyorum, fakat Avrupa’da isti­lâkârane hükmeden ve edyân-ı semâvi­yeye dayanmayan dehşetli cereyanın istilâsına karşı Risale-i Nur hakikatları bir kal’a olduğu gibi, âlem-i İslâm’ın ve Asya kıt’asının hâl-i hazırdaki itiraz ve itti­hamını izâle ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeye vesile olan bir mu’cize-i Kur’âniyedir.

Bu memleketin vatanperver siyasîleri çabuk ak­lını başına alıp Risale-i Nur’u tab’ederek resmen neş­retme­leri lâzımdır ki, bu iki belâya karşı siper olsun.

Acaba bu yirmi sene zarfında imân-ı tahkikîyi pek kuv­vetli bir surette bu vatanda neşreden Risale-i Nur olma­saydı bu dehşetli asırda, acip inkılâp ve infilâklarda bu mübarek vatan, Kur’ân’ını ve imanını dehşetli sadme­lerden tam muhafaza edebilir miydi?» (Mektubat sh: 482)

«Çoktan beri sukut-u ahlâka ve hayat-ı dün­ye­viyeyi her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettirmeye sevk eden dehşetli esbap altında Risale-i Nur’un şim­diye ka­dar fütuhatı ve zındıkların ve dalâletlerin sav­letlerini kırması ve yüz binler biçarelerin iman­la­rını kurtarması ve her­biri yüze ve bine mukabil yü­zer ve binler hakikî mü’min talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdıkın ih­barını aynen tasdik etmiş ve vu­ku­atla ispat etmiş ve ediyor, inşaal­lah daha edecek.» (Kastamonu Lâhikası sh: 107)

«Evet, evvelâ başta   ­ ma­kam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üç yüz elli (1350) tarihine parmak basar ve mânâ-yı işârî ile der: Gerçi o ta­rihte, dini, dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silâhla cihada mu­arız olan hürriyet-i vicdan, hükümetlerde bir ka­nun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor ve hükümet, lâik cumhuriyete dö­ner. Fakat ona mukabil mânevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kı­lıcıyla ola­cak. Çünkü, dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve ha­kikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli bur­hanları izhar edip tebyin ve tebey­yün eden bir nur Kur’ân’dan çıkacak diye haber verip bir lem’a-i i’caz gös­terir.» (Şualar sh: 271)

MEHDİLİĞİN EN BİRİNCİ VAZİFESİ İMAN HİZMETİDİR

Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâ­tın üç vazi­fesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymet­tarı olan iman-ı tahkikîyi neşir ve ehl-i imanı dalâletten kurtar­mak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâ­mihâ Risale-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı Âzam ve Osman‑ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta için­dir ki, o gelecek zatın makamını Risale-i Nur’un şahs-ı mâ­nevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler (Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh: 9)

«Rivâyât-ı hadisiyede, tecdid-i din hak­kında zi­yade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibarıyla­dır. Fakat efkâr-ı âmmede, hayatpe­rest insanların naza­rında zâ­hiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtima­iye-i İslâmiye ve siyaset-i diniye cihet­leri daha ziyade ehemmiyetli gö­ründüğü için, o adese ile, o nokta-i nazardan bakıyorlar, mânâ veriyorlar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 190)

«Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, her­şey­den evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır…. Şimdi hakikat-i hal böyle ol­duğu halde, en bi­rinci va­zifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kur­tarmak ve imanı, tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise, mânen ve hakikaten hida­yet edici, irşad edici mânâsının tam sara­hatini ifade ettiği için, Nur şakirdleri bu vazifeyi ta­ma­mıyla Risale-i Nur’da gördük­lerinden, ikinci ve üçüncü vazi­feler buna nisbeten ikinci ve üçüncü de­re­cedir diye, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini haklı ola­rak bir nevi Mehdî telâkki ediyorlar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 266)

İMAN HİZMETKÂRLARI NETİCEYİ DÜŞÜNMEZLER

İman hizmeti yolunda çekilen hapishane ve sair me­şakkat­lerin ilahî cihet­ten yapılan imtihanın şehadet­name­sini (diplomasını) almaya vesile olduğunu müjdeleyen Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

«Vazifemiz olan hizmet-i imaniyeyi ih­lâsla yap­maya çalışmalı, vazife-i İlâhiye olan mu­vaffakiyet ve hayırlı ne­ticeleri vermek cihetine karış­mamalı­yız.  bu çile­hanedeki sıkıntı­lara sabır içinde şükretmeliyiz. Amelimizin makbu­liyetine bir alâ­met ve kudsî mücahedemizin imti­ha­nında tam bir şeha­detnâme almamıza bir emâredir bilme­liyiz.» (Şualar sh: 482)

«Risale-i Nur’un gaye ve maksadı ta­mamen uh­revî ve rıza-yı İlâhî dairesinde imana hizmet etmek ol­duğundan, netice verdiği sair dünyevî iyilikler dolayısıyla, hayat-ı içtimaiyeye ait bir faydasıdır.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 197)

Mezkûr tercihli nakillerde açıkça görülüyor ki, Risale-i Nur’un en birinci ve asıl vazifesi olan,  hakaik-i imaniyeyi keşf ve neşr ile iman kurtarmak değişmez bir esastır.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır