İmân Ve İslâm Kardeşliğinin Ehemmiyeti

Ehl-i Tevhid ve Ehl-i Kıble olan bütün mü’minler kardeştir.

Bütün mü’minler tek bir ümmet meydana getirirler.

Her mü’minde Ümmet şuuru bulunmalıdır.

Bir mü’mindeki hak mezheplerden dört mezhebten her hangi birine , tarikata, cemaate, gruba, zümreye, fırkaya, küs ise; hassasiyetında  bozukluk var demektir.

Tarikat ve cemaat fikrinde var, ümmet şuuru yok… Böyle bir Müslüman dengesiz bir Müslümandır.

Kendisindeki bir itikadın, söylediği bir sözün, yazdığı bir yazının veya yaptığı bir işin küfür olduğu, vazifeli ve selahiyetli gerçek bir müftü tarafından ispat edilmeden ve bu fetva, yine yetkili ve vazifeli bir karar mercii tarafından şer’î hüküm ve ilam haline getirilmeden hiçbir mü’min tekfir edilemez. Bir mü’mini haksız ve yersiz olarak tekfir edenin kendisi kâfir olur.

Müslümanları amelî olarak birleştiren şey cemaatle kılınan beş vakit namazdır. Camiler, Ümmet’in günde beş kez toplandığı meclislerdir. Her mezhebe, her meşrebe, her tarikata, her cemaate mensup mü’minler bu mekânda saf tutarak Allah’a ibadet ederler. Nakşîsi, Kadirîsi, Rufaîsi, Risale-i Nur talebesi, İbn Teymiyye taraftarı, Muhyiddin Arabî’yi seven, velhasıl her fırkaya ve gruba mensup mü’min namaz vaktinde camide bir araya gelir, saf tutar ve ibadet eder. Birlik böyle olur.(Bir camiye bazi kimselerin girmesi yasaklanıyorsa, o camade Cuma namazı kılınmaz.)

İslâm dininin ve şeriatının asıl, temel, esası, muhkem hükümleri ve ilkeleri bellidir. Bütün mü’minler bunları kabul etmişlerdir. Bu hükümlerde ictihad yapılamaz, tartışılamaz. Muhkem olan ehli sünnet vel cemaatın dışında, müteşabihat, muhtelefün fih olan meseleler vardır. Fakih olmayan, tabakat-i fukaha içinde bulunmayan sıradan mukallid Müslümanların müteşabihat, muhtelefün fih mesail konusunda müzakere yapmaları, tartışmaları, çekişmeleri kesinlikle caiz olamaz.

Kur’ân’da meâlen “Allah katında en üstün olanınız, en faziletliniz en takvalı olanınızdır” buyurulmuştur. Takva ilimle, irfanla, ahlâkla, faziletle olur. Mü’minlerin derecelerinin üstünlüğü şu veya bu mezhebe, tarikata, meşrebe, cemaate mensup olmakla değil, takva iledir. Üç ayrı tarikata mensup üç Müslüman farzedelim; biri Nakşî, biri Şazelî, biri Kadiri tarikatine mensup. Bunların hangisi üstündür? Takvası en fazla olan üstündür. Mü’minler bu ölçüyü, bu kıstası hiç unutmamalıdır.

Bütün mü’minler bizdendir. “Şu Müslüman bizden, bu Müslüman bizden değil…” gibi ayırımlar yapmak tehlikelidir.

Esas olan ilim, irfan, takva, ihlas, istikamet, ahlâk, edeb, fazilet, cömertlik, hayır ve hasenat, büyük ve küçük cihad yapmak ve bunlar gibi hasletlerdir. Mücerret (sadece) sakalla, sarıkla, cübbe ile, tac ve hırka ile, görünüşle, yüzeysel alametlerle üstünlük, fazilet, derece yüksekliği olmaz. Kimse kendini aldatmasın, kimse aldanmasın.

“Müslüman o kimsedir ki, diğer Müslümanlar onun dilinden ve elinden emîn (güvenlikte) olurlar.” (Hadîs-i şerif)

Nefs-i emmâresine (benliğine) tâbi bir Müslüman iyi, vasıflı, güçlü, üstün bir Müslüman olamaz.

Mü’min kişi, mü’min kardeşini hor ve hakir görmez.

İman kardeşliği, Allah’ın kurmuş olduğu bir kardeşliktir. Kur’ân’da “Hiç şüphe yok ki, bütün mü’minler kardeştir” mealinde ayet vardır. Bu kardeşlik, talakı olmayan bir nikâh gibidir. Hiçbir mü’minin, diğer bir mü’minle iman kardeşliği bağını kopartmaya hakkı yoktur.

Mezhep, meşreb, tarikat, görüş, tercih bakımından paralel olan mü’minler kardeştir; aralarında mezhep, meşreb, tarikat, tercih ihtilafı olan mü’minler ise “Has kardeştir”. Aksi taktirde şeytan onları istilâ eder de rezil olurlar, rezilliklerinden de haberleri olmaz. Bediüzzaman hazretleri: (20 Lem’ada) “Her her mü’min benim mesleğim daha güzeldir diyebilir. Fakat güzel yalınız benim mesleğim veya benim meşrebim dır demeye hiç kimsenin hakki yoktur. Buyuruyor.

Allah’ın birbirini kesin şekilde kardeş yapmış olduğu mü’minler arasında ihtilaf ve çekişme zuhur ederse onların aralarını bulmak, barıştırmak, kardeşliği pekiştirmek gerekir.

Kendi şahsî ihtirasları, menfaatleri, nüfuzları,  ikballeri uğrunda mü’minleri birbirine düşman edenler çok şerli, çok kötü kişilerdir. Böylelerinin tuzaklarına düşmemek gerekir.

Peygamber aleyhissalatü vesselama üç kere peş peşe “Din nedir?” diye sorulmuş, o da cevaben üç kere “Nasihattir…” buyurmuştur. Tashih-i itikad, namaz, cemaat, ahlâk, fazilet, takva, azgınlıklardan kaçınmak gibi hususlarda Ümmet-i Muhammed’e devamlı şekilde nasihat edilmesi gerekir. Bu nasihat terk edilirse büyük bozukluklar fitneler, fesatlar zuhur eder, İslâm toplumunun düzeni bozulur.

Bir insanda, öncelikle iman alametlerine bakılır. Mü’min olduğuna delalet eden tarafları varsa mü’mindir, artık küfür tarafına bakılmaz.

İnsanların imanı hususunda hiç kimse savcılık, hakimlik, cellatlık yapamaz. Yukarıda beyan edildiği üzere bu iş icazetli, ehliyetli, vazifeli gerçek müftülerle, yine icazetli ve ehliyetli şer’i hakimlerin işidir. Ayak takımının onu bunu küfürle itham etmesi âhir zaman alemetlerindendir.

Bir mü’min bir tarikat şeyhi, bir hoca, bir muhterem şahıs hakkında aleyhinde konuşur, onu tenkit ederse, bu hareketinden dolayı onunla alaka kesilmez. Sadece “nasipsiz” olduğuna hükm edilir. Kardeşlik alakası eskisi gibi devam eder. “Vay sen benim şeyhimi tenkit ettin, ben de bundan sonra seninle konuşmayacağım ve sana düşman olacağım” demek yanlıştır, hamlıktır, şeytana uymaktır. Bizim dinimizin esası şu veya bu şeyhe veya muhtereme intisab ve bağlılık değildir. Allah’a ve Resûlüne bağlılıktır.

Akıllı, terbiyeli, ferasetli, hikmetli, edebli mü’minlerin, meşreb ve tarikat konusunda bazı kardeşlerini üzecek, öfkelendirecek şekilde konuşmamaları gerekir.

Peygamberler dışında herkes hatâ edebilir, yanılabilir.

Başkalarını tenkit eden, ayıplayan, kendisini hatasız sanan kimselerde hayır yoktur.

Gerçek müftüler, kendilerinden bir fetva istendiği vakit, şayet o konuda çeşitli fetvalar varsa, soranın durumuna en uygun ve en şefkatli olan fetvayı ve ruhsatı vermelidir. Kolay, uygun mükemmel fetva varken, kişiyi kaldıramayacağı bir zora sokmak münasip olmaz. Dinimiz, kolaylık dinidir.

Ahir zamanda yaşıyoruz. Herkes azimet yolundan gidemez. Fetva yolundan çıkmamiş ise. O sapık değildir.

Birbirlerini tanıyan mü’minler telefonla, mektup yazarak, kart atarak aralarındaki iman kardeşliğini pekiştirmelidir. Rahatsız etmemek şartıyla telefonla hal hatır sormalıdır. Yine rahatsız etmemek şartıyla birbirlerini ziyaret etmelidirler. Zamanımızda telefon yaygın hale gelmiştir. Ziyaret etmek istediğin kimseden, mutlaka önceden randevu alınmalı, haber verilmelidir.

İman kardeşliğini pekiştirmek için, maddî ve malî imkânlar derecesinde küçük, fakat değerli hediyeler verilmelidir. En değerli hediyeler faydalı kitaplardır. (Dikkat edilecek husus: Hediye edilecek kitaplarda İslâm dininin esaslarına, itikada, ahlâka aykırı hususlar bulunmamalıdır. Din kitaplarında da mezhepsizlik, reformculuk, yenilikçilik, Dinlererarası Diyalog gibi zararlı fikirler ve görüşler yer almamalıdır. Faydalı ve muteber din kitabı Kitab’a ve Sünnete dayanan geleneksel çizgi ve zihniyette olandır.  Bu gün kitapların en faydalısı Risale-i Nur eserleridir Onlardan hangisi olursa olsun hiç fark etmez. )

Hangi Müslümanlardan uzak durmak gerekir? Din ve iman kardeşliği bağlarını kopartmadan, bazı kötü Müslümanlardan uzak durulmalıdır. Bunları kısaca sıralıyoruz: (a) Fâsık-ı mütecahir olan, yani İslâm Şeriatinin kötü gördüğü ve yasakladığı günahları ve isyanları açıkça, küstah bir şekilde, Allah’tan korkmadan, kullardan utanmadan yapanlar. (b) İslâm dinini bozmaya, tahrif etmeye, dinsizlerin istediği ucuz ve kolay yeni bir din türetmeye çalışanlar. Reformcular, yenilikçiler, tarihsel akım taraftarları… (c), Kendilerinde münafıklık alametleri pek zahir olanlar. Yalan söyleyenler, emanete hıyanet edenler, vaadlerini tutmayanlar. (ç) Para, maddi menfaat konusunda yamukluk yapanlar, azgınlar: Bono verir, vadesinde ödemez; çek verir, karşılıksız çıkar; ticaret işlerine hile karıştırır. (d) Devlet ve belediye bütçelerini hortumlayan, ihalelere fesat karıştıran, yüzde on komisyon alan, kara servet sahibi olan sözde İslâmcı politikacılar. (e) Din sömürüsü yapan, mukaddesatı rüşvet yiyenler. (f) Salâtı ve cemaati bilkülliye terk edenler.

İslâm dini tecessüsü yasaklamıştır, yani mü’minler birbirlerinin gizli ayıplarını, kusurlarını, günahlarını araştıramazlar. Biz ancak açıkta olan kötülüklerle mücadele ederiz, kardeşlerimizin gizli ayıplarını araştırmayız. Hadîs-i şerifte “Bir din kardeşini, bir ayıbından dolayı ayıplayıp kötüleyen kimsenin canını, aynı ayıbı kendisine vermeden Allah almaz” buyurulmuştur. Müslüman başkasının değil kendisinin kusurunu araştırıp ondan kurtulma gayretinde olacak

Din ve iman kardeşliği hukukuna riayet etmeyen Müslüman toplumlar bozulur, içlerinde tehlikeli ihtilaflar zuhur eder, birlikleri yıkılır ve çeşitli afet, azap ve felâketlere mâruz kalırlar.

Müslüman kendini beğenip başka müminleri kütülerse: Gıybet yaptığı için, hem Allahın Kanununu, hem Seyyidimiz olan Muhammed aleyhissalatü vesselamın hatırını kırmış oluyor.

Abdülkadir Haktanır7