İncelikler Peygamberi A.S.M.

Feleğin tersine döndüğünü düşündüren tablolardı. Ateşe su, suya ateş diyenler; aydınlığı karanlık, karanlığı aydınlık diye tarif edenler vardı. Kök anlamı ‘barış’ ve ‘esenlik’le kardeş olan bir din, nicedir savaşla ve hatta terörle eşanlamlı olarak anılır haldeydi artık. Kız çocuğunu diri diri gömen insanları durduk yerde karıncaya basmaktan, haksız yere en küçük bir cana kıymaktan çekinir hale getiren bir din, kadına düşmanlık, cana düşmanlık, hayata düşmanlık simgesine dönüşmüştü kimi zihinlerde. Cahiliye içindeki bir toplumu alıp kendini bilmenin, haddini bilmenin, Rabbini bilmenin zirvesine ulaştıran; kız çocuğunu diri diri gömen Ömer’i alıp eleğinden geçirip Dicle kenarında ayağı incinen kuzunun dahi tasasını çeker hale dönüştüren; bedevî bir topluluğu medenî bir ümmet haline getiren; ilk şehri Medine’yi bir medeniyet evreni kılan bir dindi o. Ama ne yazık ki, milyonlarca kez yazık ki, gerilik, haksızlık, cahillik ve kabalıkla beraber anılır haldeydi artık.

Böylesi bir zaman, feleğin gerçekten tersine döndüğü bir zaman değilse, neydi? Gördüklerimiz, feleğin tersine döndüğünü düşündüren tablolardı.

Bu tabloların ortasında, yüreğim yanıyordu. Barış dini İslâm’a barış adına savaş açanların; Eski Dünyanın yarısını kuşatmış bir medeniyetin dinini medeniyet adına redde kalkanların; Çin Seddinin inşasına sebep olmuş bir ırkı terbiye edip görkemli bir medeniyetin sancaktarı kılmış bir dinden kopuşu sözüm ona medenî milletler hanesine yazılmak adına savunanların arasında, üzgün, çok üzgün, had safhada üzgündüm. Yüreğim yanıyordu.

Yüreğimdeki hüznü ve yangını daha da büyüten bir ilave husus ise, bu güzelim dinle birlikte, onun elçisi, rehberi, peygamberi hakkında söylendiğini duyduğum lâflardı. Bir aslanı üç çemberden geçirmeyi başardı diye bir aslan terbiyecisini dakikalarca ayakta alkışlayan insanlar, bir aslanın bile yapmadığı şeyi yapıp öz evladını diri diri toprağa gömen insanları bütün çağların gördüğü en benzersiz terbiyenin eşliğinde adalet, nezaket, medeniyet ve insaniyet timsali kılan bir Peygambere a.s.m. kabalık, gerilik ve şiddet yakıştırıyorlardı.

Duydukça, insanın ruhunu daraltan şeylerdi bunlar. Zaman oluyor, meydanlara koşup tepelere çıkarak haykırmak; “Hayır! Peygamber a.s.m. sizin bildiğiniz gibi değildi hiçbir zaman! Kesinlikle hayır!” diye gücüm yettiğince bağırmak istiyordum. Hayatını okudukça inceleştiğim, sözlerini anladıkça derinleştiğim, bana beni öğreten, bana benliğimi eritmeyi öğreten, nefsimi eritip inceleştiren o güzelim peygamberin sünnetini ‘çöl âdeti’ diye elinin tersiyle itmeye kalkışan insanlarla bir yüzleşme yaşamam şarttı. Onlar, barış dinine savaş, aydınlık bir medeniyete karanlık, incelikler Peygamberine a.s.m.kabalık yakıştıran insanlardı.

                                                * * *
Gelin görün ki, ortadaki manzaraya yalnız bu açıdan da bakamazdım. Bilmeyenin öğrenmeme, görmeyenin bakmama, anlamayanın düşünmeme kabahati vardı, tamam. Önyargısıyla hareket edenin şartlanmışlığı aşamaması, kötü niyetli yaklaşanın iyi niyetli olamaması da bir hataydı elbette. Ama tablonun öte tarafında, bu yanlışlığı üreten, besleyen, yahut büyüten tutum, tavır ve yaklaşımlar da vardı. Biliyordum; bunlar hiç olmasa bile, birileri kalblerini ve akıllarını bu dine kapalı tutmayı sürdüreceklerdi. Ama şunu da biliyordum; bunlar, kalbini bu dine kapatanların sığınacakları bir mazeret değilse bile, kalbini bu dine açmaya açık nice insanın önünde birer engeldi. İncelikler Peygamberine a.s.ma kabalık yakıştıranlar kesinlikle haksızdılar, ama incelikler peygamberinin a.s.m. adını dilinden düşürmediği halde kabalık sergileyenler de haklı veya mazur sayılamazlardı.

O yüzdendir ki, yıllar önce, en yüce hislerin içinde karşılık bulduğu nuranî bir saray olarak tarif ettiği İslâmiyetin ‘matem tutmuş bir siyah çadır gibi, bir kısım fukaraya ve bedevîlere ve mürtecilere has olduğunu tahayyül edenler’e serzenişte bulunan, “Ey insafsızlar! Umum âlemi birleştirecek, besleyecek, ziyalandıracak bir istidatta olan hakikat-ı İslâmiyeti nasıl dar buldunuz ki, fukaraya ve mutaassıp bir kısım hocalara tahsis edip, İslâmiyetin yarı ehlini dışarıya atmak istiyorsunuz?” diye haykıran; bu güzelim dini lekelemeye dönük teşebbüslerde bu dinin müntesiplerinin onun özüne uymadığı halde onun adına yaptıkları yanlışların da hissesi olduğunu belirtip, “Şimdiye kadar yalnız düşmanın tarafına bakıp eldeki elmas kılınçla onların tefritlerini kırardım; fakat şimdi mecburum: Öyle dostların terbiyeleri için, onların avamperestane ve ifratkârâne olan hayalâtlarına o kılıncı bir derece iliştireceğim” diyen Bediüzzaman’ın duyduğu ızdırabın bir benzerini, nicedir içimde taşıyordum.

Zira, yazık ki, barış dini İslâm’ın müntesipleri arasında, onu savaşla özdeş görenler vardı. Yazık ki, incelikler Peygamberinin a.s.m adını anarak kabalık edenler vardı. Yazık ki, o kudsî nebînin güzelim sünneti adına o sünnetin güzelliğine uymayan yaklaşımlar sergileyen insanlar vardı. Yolda beride, kitaplar arasında, gazete sütunlarında, televizyon ekranlarında, şu veya bu ortamda gördüğüm öyle tablolar vardı ki, İslâm’ın gereği olmadığı halde İslâm adına yapılıyor, İslâm adına yapıldığı için de birilerini İslâm’a karşı mesafeli kılıyordu. Öyle şeyler vardı ki, Peygamberin a.s.m. hayatından alınmadığı halde peygamber a.s.m. adına yapılıyor, Peygamber a.s.m. adına yapıldığı için de itiraz oklarının Peygamberi a.s.m. hedef seçmesine sebep oluyordu.

Bunun o derece çok örneği vardı ki…

Meselâ, üzerine çiş yapan torununu onun kucağından alıp da “Sen nasıl Resûlullah’ın üstüne çiş yaparsın?” diye pataklamaya kalkışan Ümmü Fadl’ı durdurup “Çocuk bu, yapar” yumuşaklığında bir itirazla torununun fiske yemesine engel olan bir Peygamberin a.s.m. ümmetinden olup, ikide bir çocuk pataklamayı sünnet sanan insan sayısı az mıydı sahi?

Kucağında torunları olduğu halde namaza duran, o secdede iken torunu sırtına bindiği için secdesini uzatan, çocuğa müdahale edenlere ise, namazını bitirdikten sonra “Bırakın, çocuk hevesini almış olsun” rahatlığında yaklaşan bir Peygamberin a.s.m. ümmeti olarak, küçük çocuklarımızla camilere gittiğimizde hep duyageldiğimiz azar işitme tedirginliği nedendi? Neden birileri, biz Peygamberin a.s.m çocuklardan esirgemediği bir hal içinde namaz kılarken namazımızın selameti adına çocuklarımızı ellerimizden almaya, ürkütücü seslerle onlara ‘ın aşağı’ uyarıları yapmaya, ‘dur-sus!’ ikazlarıyla ortalıkta dolaşmaya mecbur biliyorlardı kendilerini?

Kaynak: ZAFER DERGİSİNDE  Metin KARABAŞOĞLU

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: