İnsan Hayatının Kemali, Temessül Eden Envarı Sevmektir

         “Şimdi hayatının saadet içindeki kemali ise: Senin hayatının âyinesinde temessül eden Şems-i Ezelî’nin envarını hissedip sevmektir. Zîşuur olarak ona şevk göstermektir. Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin göz bebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir. İşte bu sırdandır ki, seni a’lâ-yı illiyyîne çıkaran bir hadîs-i kudsînin meal-i şerifi olan:  yani “Men ne günçem der semavat ve zemin ez aceb künçem bikalbi mü’minin” denilmiştir.” (Sözler:129)

RÜCÛUN   HAKİKATI: HAKKI HAK, BÂTILI BÂTIL BİLMEKTİR.

      “En büyük hidayet, hicabın kaldırılmasıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir.” (İ.İ’caz:22)

        2- “Ve keza kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabavettir ki, hiç bir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki; hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya mâlik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki; hakkı hak bilir imtisal eder, bâtılı bâtıl bilir içtinab eder.” (İ.İ’caz:23)

        3- “Beşinci Mes’ele: Yani “Sümme ileyhi turceun” ukdesi hakkındadır. Evet Cenab-ı Hak, âlem-i kevn ü fesad denilen şu âlemde hüsün, kubh, nef’, zarar gibi zıdları, çok hikmetlere binaen karışık bir tarzda yaratmıştır. Hem de izhar-ı izzet için, vesait ve esbabı vaz’etmiştir. Haşir ve kıyamette kâinat tasfiye ameliyatını gördüğü zaman, zıdlar birbirinden ayrılır ve esbab ile vesait de ortadan kalkar; ortadaki perde ve hicab kalktıktan sonra, herkes Sâniini görür ve hakikî Mâlikini bilir.” (İ.İ’caz:180)

RÜCU’, İTTİSAL DEĞİL, HAKİKÎ MALİKİNİ GÖRMEK VE BİLMEKTİR.

         “Sual: Allah’a rücu’ etmek, Allah’tan gelmeyi iktiza eder. Bunun için bir kısım insanlar, Allah ile insan arasında ittisali tevehhüm etmişlerdir ve bazı sofîler de şübheye düşmüşlerdir?

        Cevab: Dünyada insanın vücud ve bekası olduğu gibi, âhirette de vücud ve bekası vardır. Dünyadaki vücud, vasıtasız dest-i kudretten çıkar. Dünyada terkib, tahlil, tasarruf, tahavvül ile karışık beka mes’elesi sâbıkan zikredilen hikmet üzerine esbab, vesait, ilel, mes’eleye müdahale edip araya girerler. Âhirette ise vücud ve beka, her ikisi de levazımatıyla, terkibatıyla bizzât dest-i kudretten çıkarlar ve herkes hakikî Mâlikini bilir. İşte bunu anlayan, rücuun ne demek olduğunu anlar.” (İ.İ’caz:184)

Mİ’RAC İLE, MAHBUB-U LİZÂTİHÎNİN MÜŞAHEDESİ MÜMKÜNDÜR.

         “Hikmet-i Mi’rac nedir?  Elcevab: Mi’racın hikmeti o kadar yüksektir ki, fikr-i beşer ulaşamıyor. O kadar derindir ki, ona yetişemiyor. O kadar incedir ve latiftir ki, akıl kendi başıyla göremiyor. Fakat bazı işaretlerle, hakikatları bilinmezse de vücudları bildirilebilir. Şöyle ki:

        Şu kâinatın hâlıkı, şu kesret tabakatında nur-u vahdetini ve tecelli-i ehadiyetini göstermek için, kesret tabakatının müntehasından tâ mebde’-i vahdete bir hayt-ı ittisal suretinde bir Mi’rac ile bir ferd-i mümtazı, bütün mahlukat hesabına, kendine muhatab ittihaz ederek, bütün zîşuur namına, makasıd-ı İlahiyesini ona anlatmak ve onunla bildirmek ve onun nazarı ile, âyine-i mahlukatında cemal-i san’atını, kemal-i rububiyetini müşahede etmek ve ettirmektir. Hem Sâni’-i Âlem’in, âsârın şehadetiyle nihayetsiz cemal ve kemali vardır. Cemal hem kemal, ikisi de mahbub-u lizâtihîdirler. Yani bizzât sevilirler. Öyle ise, o cemal ve kemal sahibinin cemal ve kemaline nihayetsiz bir muhabbeti vardır. O nihayetsiz muhabbeti, masnuatında çok tarzlarda tezahür ediyor. Masnuatını sever, çünki masnuatının içinde cemalini, kemalini görür. Masnuat  içinde en sevimli ve en âlî, zîhayattır. Zîhayatlar içinde en sevimli ve âlî, zîşuurdur. Ve zîşuurun içinde câmiiyet itibariyle en sevimli, insanlar içinde bulunur. İnsanlar içinde istidadı tamamıyla inkişaf eden, bütün masnuatta münteşir ve mütecelli kemalâtın nümunelerini gösteren ferd, en sevimlidir… İşte Sâni’-i mevcudat, bütün mevcudatta intişar eden tecelli-i muhabbetin bütün enva’ını; bir noktada, bir âyinede görmek ve bütün enva’-ı cemalini, ehadiyet sırrıyla göstermek için şecere-i hilkatten bir meyve-i münevver derecesinde ve kalbi, o şecerenin hakaik-i esasiyesini istiab edecek bir çekirdek hükmünde olan bir zâtı, o mebde’-i evvel olan çekirdekten, tâ münteha olan meyveye kadar bir hayt-ı ittisal hükmünde olan bir Mi’rac ile, o ferdin kâinat namına mahbubiyetini göstermek ve huzuruna celbetmek ve rü’yet-i cemaline müşerref etmek ve ondaki halet-i kudsiyeyi başkasına sirayet ettirmek için kelâmıyla taltif edip, fermanıyla tavzif etmektir.” (Sözler:572)

Derleyen: Abdülkadir HAKTANIR

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: