İnsan Hür Ve Sorumsuz Mu? / Akıl İnsana Nasıl Kaybettirir?

Sadece aklı esas alıp vahy-i semavîyi hiç dinlemeyen bir insan zamanla firavunlaşır.

“Felsefenin hâlis bir tilmizi, bir firavundur.”  

(Bediüzzaman, Sözler)

Hâlis; “katışıksız, saf” manasına gelir. Istılahta ise, “ibadetlerin, hiçbir dünyevî ve uhrevî maksat gözetilmeksizin, sırf Allah rızası için yapılmasını” ifade eder.

Firavunun en bariz özelliği kibir ve enaniyetidir. Onun enaniyeti, emrindeki Kıptilerine ilahlık taslama noktasına kadar varmıştır. Onlara “Ey kavmim! Mısır mülkü ve şu ayağımın altında akan nehirler benim değil mi?” (Zuhruf Suresi, 51) gibi sorular sorabilmiştir. Öyle ki, Musa aleyhisselamın asasının sihir aletlerini yutması karşısında imana gelen sihirbazlara şöyle seslenme cüretini bile göstermiştir:

“Ben izin vermeden iman ettiniz ha?” (A’raf Sûresi, 123)

Her hayrın Allah’ın elinde olduğunu unutan kişilerde, kendini beğenme, kibirlenme, tahakküm, şükürsüzlük gibi birçok hastalık belirir. Firavun, bu ve benzeri bütün sapıklıkların bir simgesi olmuştur.

“Hikmet-i Kur’ân’ın hâlis bir tilmizi ise bir abddir.”

Her insan; gözünden güneşe, ciğerinden havaya, ayaklarından yer küresine kadar hadsiz eşyaya muhtaç olarak yaratılmıştır ve bunların hiçbirini de yapacak güçte değildir.

Her vicdanın kabul ettiği bir dizi hakikat vardır. Bunlardan birkaçını sıralayalım:

– Bu âlem beni bilmez ve tanımaz.

– Ben her şeye muhtaç olarak yaratılmışım ve her şey benim imdadıma koşuyor. Yine, ben sonsuz acizim, ama her şey bana yardım ediyor.

– Beni annem ve babam yapmış değiller. Onlar da benim gibi yapılmış ve yaratılmışlardır.

– Organlarımı en ince teferruatına ve ruh dünyamı en ince hissiyatına kadar ben tanzim etmiş değilim.

– Bu varlık âleminde hiçbir şey görevsiz değil. Öyle ise benim de bir görevim olmalı.

– Bu âlemde hiçbir varlık kendi görevini kendisi tayin etmiyor. Öyle ise ben de bir insan olarak Rabbime nasıl ibadet edeceğime ve nimetlerine nasıl şükredeceğime kendim karar veremem.

İşte her vicdanın kabul edeceği bu gibi gerçekler insana şu hakikatleri haykırarak ders verirler:

– Sen Allah’ın kulusun.

-Sen Rabbü’l-âlemîn’in terbiye ettiği bir varlıksın ve Onun razı olacağı bir ömür geçirmek mecburiyetindesin.

– Senin yaratılış hamuruna, “Cemâle karşı muhabbet, kemâle karşı meftuniyet, ihsana karşı perestiş” (Lem’alar) konulmuştur. Sen bu fıtrata zıt düşemezsin.

Âlemde her şey güzel. Ve sen, bu güzellikler âleminin en güzel meyvesisin. Kendini sevdiğin gibi, sana hizmet eden varlıkları da seviyorsun. Bütün bu güzellikleri vereni sevmek senin insanlığının en önemli bir görevidir.

Yine sen, mükemmeli sever ve takdir edersin. Lambayı yapanı sevip güneşi yaratandan gaflet etmek sana yakışmaz. Taştan heykeller yapanları alkışlarken, bir damla sudan seni yaratan kudret ve hikmet sahibini bilmezlik edemezsin.

Ve sen, en küçük bir iyiliğe karşı teşekkür etmeyi vicdanî bir borç bilirsin. Sana eldiven hediye edene yüz teşekkür edip, ellerini yaratana şükür etmemek bilmem nasıl olur?

İnsanı firavunluğa götüren bütün bâtıl düşünceler, aslında şu noktada birleşirler: “İnsan kendine maliktir (sahiptir). Hür ve sorumsuz bir varlıktır. Emir altında hareket etmesi gerekmez. Dilediği gibi bir hayat sürebilir.”

Bu ve benzeri bütün isyan ve küfürler firavunun şahsında temsil edilmiş ve müminler bu gibi kötü sıfatlardan uzak kalmaya teşvik edilmişlerdir.

Halbuki insan, Cenâb-ı Hakk’ın bu kâinata koyduğu bütün kanunlara hassasiyetle uyar.

“Ben hür değil miyim? Havasız yaşamak istiyorum?” diyemez.

“Neden yere bağlı kalayım? Göklerde gezmek istiyorum.” diyemez.

“Daima genç kalmak istiyorum, ihtiyarlamayacağım.” diyemez.

Ve nihayet, “Ben bu âlemi çok sevdim, buradan gitmek istemiyorum.” da diyemez.

Her organını yaratılış gayesinde kullanmakta azami hassasiyet gösterir.

Kısacası kâinattaki kanunlara harfiyen uyan, bedenindeki nizama eksiksiz tebaiyet eden bu insan, kendini ve kâinatı yaratan Allah’ın emirlerine uyma konusunda kendisini nasıl hür ve serbest bilebilir!?..

Bu haliyle firavuna özenirken onun akıbetini hiç mi düşünmez!?..

Prof. Dr. Alaaddin Başar – Zafer Dergisi (Ağustos-2017)

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: