İnsan Kendi İşini Bilip Allahın İşine Karışmayacak

Şu düsturu eğer iyi anlarsak, çok güzel imanımız, i’tikadımız olacak. İnsan ne ile hasenata sahib oluyormuş? “İnsan yalnız (Niyet ile), dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahib olur. “ Bunu hiç unutmayalım.

Evet bütün güzellikler, mehâsinler, kemâlatlar hepsi Allah’ındır. Böylece anlarsak iman derecelerinde yüksek mertebeler kazanacağız. Evet, iyilikler Allah’ındır. İyilikler Allah’ın olunca artık ona sen sahip çıkamazsın ki. İyilikleri Allah’a verdin mi, ne kalır geriye? Nefis. Nefsin cibilliyeti nedir? Senin yüzüne şimdi müstehziyane gülüyor, güya İslam âleminde sana makamlar, meziyetler veriyor. Bakıyoruz sen de bunlarla böbürleniyorsun. Halbuki senin değil bunlar, Allah’ındır. İyilikler, bütün hayırlar  O’nundur. Hatta bir nimetin sana kavuşması için yolları gösteren de O’dur. Nefis demek; noksanlık, kusur demektir. Merhûm bir şairimiz ne güzel söylemiş: “Şer nefisten, hayır kula Hüdâdandır, Hüdâdandır.” O halde Üstadın mahiyeti aynasında görünen ve beğendiğimiz iyilikler kiminmiş? Şübhesiz ki onlar da Allah’ındır.

Kardeşim, alkışlanmak hissi, gurur bizi anında mahveder. Yahu kadere iman, nefsi gururdan kurtarmak için mesâil-i imaniyeye girmedi mi? Kader ne diyordu? “Haddini bil, yapan sen değilsin!” Nefis bizi bombardıman ettirebilir. Allah korusun, çok dikkat lazımdır. Yine Kader Risalesinde bir cümle var: “Dâi ve sebeb, muktazi ikisi de Hak’tandır” diyor. Hattâ Cennet’e nasıl girilir? Bunu da öğreten Cenab-ı Haktır. “İbadetleri yap, namaz kıl” diyor. Çünkü, Cennet’’i yaratan Allah’tır. Seni Cennet’e götürecek iylikleri, mehâsinleri sana Allah verir. Sen yalnız nefsini ıslaha çalış. Yusuf Aleyhisselamın dediği gibi diyelim. “İnnennefse le emmâra.” de, sakın hayırları nefsine izâfe etme. “Benim ilmim, benim marifetim, ben bilirim” dersen büyük felakete girersin. İ’tikadın şöyle olacak: “Bütün güzellikler Allah’ındır.” Bu sırrı yakalayabilirsen kurtuluşa erersin. Bütün fazileti, kemâli, hayırları, güzelliği Allah’a veren bir Müslümanda artık gurur yer edebilir mi?

Üstadımız, İhlas risalesinde ikinci düsturda fabrika için ne diyordu? O fabrika sahibi zerre miktar bir taarruz, tahakküm karışsa, fabrikayı ne yapar? Kırar, dağıtır değil mi? Dünyanın en büyük otomobil fabrikası diyelim ki Mercedes. Yüzlerce milyarlık malını her gün dünyaya satıyor, değil mi? O fabrikanın en üst düzeyinde koordinatör görevinde ve o fabrikanın akışını bilen biri vardır. Bu kişi kendi başına bir gün dese ki “Bu işi yalnız ben yürütüyorum”. Fabrikanın sahibi bunu duysa, onu anında o işten tardeder değil mi? Der ki:”Müdürüm, sen maaş mukabili çalışan birisin, Çok konuşursan seni atarım. Başka birisini getiririm. Çalışırsan benim fabrikamda, sen şereflenirsin. Senin itibarın artar.” der, adamı susturur.

Risale-i Nur’un hizmeti, neşr-i esrâr-ı Kur’aniyedir. Allah’ın Hâdi ismine mazhardır. İnşâallah bütün beşerin kurtuluşu, kalbi külli, vicdan-i umuminin tedavi edilmesi, beşer âleminin âlem-i İslama dahil olması Cenab-ı Allah’ın Hâdi isminin tecelliyatı ile olacak İnşâallah. Bütün beşerin kurtuluşunun mâyesi olan Allah’ın esmâ-i hüsnası noktasından bakınca, kemâlat kimindir?

, aczini idrak ettiği nisbette tekâmül eder. Samedaniyetin aynası olmak kolay bir şey değildir. Acz ve fakr, nokta-yı temerküz gibidir. Nasıl sonsuzdan Elbette bütün mehâsin ve kemâlat Allah’ındır. En büyük mürşidler olan peygamberler ne yapıyorlar? İstihdam dâiresinde  çalışıyorlar, o kadar. Kendilerine bir pay çıkaran yok!

Cenab-ı Hak iz’anımızı artırsın. Şunu bilesiniz. Küçük kafalar şahıslarla meşgul olur. Orta kafalar olaylarla meşgul olur. Büyük kafalar fikirlerle meşgul olur. Şimdi esas kemâl derecesinde bir Müslümanın dünyasında görünen esmânın hakikatıdır. Hiç olmazsa bir esmâya yapış, O’nu hayatına temessük et ki, adem deryasından kurtulasın. Kâmil bir Müslümanın dünyasında bundan başka bir şey yoktur. Muhyiddin-i Arabinin istiğrakkârâne meşrebinin hakikat noktasında temessülü esmâya gider. Kemâlat esmâ-i hüsnanındır Mesela bir tabakta bulunan kirazlar Cenab-ı Hakkın Rezzak isminin tecellisidir. Rızk umumidir. Allah’ın Hâdi ismi peygamberleri gönderiyor. Ni’mete baktın mı Allah’ın Rezzak isminin tecellisini, Peygamberleri tanıyınca Allah’ın Hâdi isminin tecellisini görürsün. Mücemmil, Mükemmil ismine mazhariyetle, esmânın dünyasına yükselirsin.

Bir Müslüman i’tikat noktasında esmânın dünyasına yükseldiği vakit artık sebepleri de görmez oluyor. İmam-i Gazali Hazretleri diyor ki: “Biz sebepleri görmüyoruz ki, onlara takılalım.” Üstad ne diyor? Her gün insafsızcasına bir elekten geçiriliyorsunuz. Evet her gün elekten geçiriliyoruz. Kimi altın kazanıyor, kimi bakır. Kimisi de altını bakırla değişiyor. Onun için ufacık İhlâs Risalesinde üç yerde “Vela teşterû. . “ “Benim âyetlerimi az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin!” diyor.

Evet, Üstad  ne diyordu? “Ben kendimi beğenmiyorum” Yani mehâsin Allah’ındır. Bizler de Allah’ın mehâsinini neden getirip Üstada veriyoruz ki. Bakın biz Üstadın sözlerini tevâzu ma’nasında anlamıyoruz. Açıkca “Ben kendimi beğenmiyorum.” diyor. Çünki, mehâsin Allah’ındır. Hiçbir şeye, ma’nâ-yı ismi ile bakılamaz. Hatta, Peygambere dahi ma’nâ-yı ismiyle bakılamaz. İllâ ma’na-yı harfi ile bakılacak.

Üstad ne diyor bak: “Mürşidin kalbi aynadır. Ayna muhafaza edilmeli.” Fakat ayna ışığı nereden alıyor? Güneşten alıyor ve yansıtıyor. Işık güneşten geliyor. Peygamber dahi olsa, peygambere de ma’nâ-yı ismi ile bakılamaz. Dâima ma’nâyı harfi ile bakılır. Bir zerreye dahi ma’nâ-yı ismi ile bakılamaz. Çünki, peygamberler dahi membâ değildir, makestir.  Peygamber-i zîşan efendimiz, feyz-i İlâhiye mâkes olmuş, membâ değildir. Üstad diyor ki: “Mürşidin kalbi bir aynadır. O ayna muhafaza edilmeli.” Ayna ışığı nereden alıyor? Güneşten alıyor ve yansıtıyor. Bak aynanın yansıtma vasfı var. İşte mürşidin kalbi aynadır. Ancak yansıtır. Menba ve medar değildir. Ancak nâkile ve kâbiledir. Mâkestir. Onunla yansıtır.

Derslerimizin asıl muhatabı mutlaka bizim nefsimiz olmalıdır. Üstad Risale-i Nurun esaslarını çizmiş. Dört esasa göre, gidiyor. Biri acz, biri fakr, biri şefkat, biri de tefekkür. Acz ve fakrı da tarif ediyor. “Aczi mutlak, fakrı mutlak” diyor. Acz ve fakr insanın zâten fıtratında var. fakat işletilmesi gerektir. Çünki, insan acz ve fakrını bildiği müddetçe terakki eder. Samedaniyetin aynası olabilmek için acz ve fakr damarının inkişaf etmesi lazımdır. Fakrını bildiği gelen ışınlar, odak noktasında temerküz ediyorsa, aczini fakrini iyi bilen bilen bir Müslümanın, mâhiyet aynasında da ekser esmâ tecelli ediyor. Ekser esmânın tecellisine bir harita oluyor.

Bunu askeriyeden bir misalle anlatalım. Bir nefer, bir de kurmay başkanı var. Neferi şöyle tarif edebilirsin “Potin ile kep arasına sıkıştırılmış, karnı kuru fasülye ile doldurulmuş bir vatandaş. Asker yemez, asker üşümez, asker yorulmaz, asker uyumaz” Askerin derecesi yok, devlete yükü de pek yok. Ne makamı var, ne rütbesi var. Askerin kurmaydan farkı, derecesine göre, çok şeye muhtaç olmamasıdır.

Abdülkadir HAKTANIR

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: