İnsan Ölümüne Karşı İlgisiz Kalabilir Mi?

İnsan hayatında karşılaşacağı problemlerden en mühimi ve ehemmiyetlisi can verme hadisesidir. Bu hadiseyi daha iyi anlamak için bazı misaller vereceğim:

1-Mesela, bir tavşan avcısı, balığı daha kolay yakalaması için nasıl davranması lazım olduğunu balık avcısına anlatmaya kalksa, balıkçı ona sus lan! Sen balıkçımısın ki  bana balık avlamasını öğretiyorsun? Benim mesleğimi bilmediğin için senin sözün bende geçmesinin imkânı var mi ki boşuna çene çalıyorsun der? Çünkü bunlar ikisi de avcı olsa bile davranış taktiği biri diğerinden farklıdır.

2- Erkek bir bayan kuaförü, piknik yaparken, kırda rastladığı çobana; çoban kardeş! Ben sana bir saat içerisinde bayanın saçının nasıl düzeltileceğini öğretsem,  bana bir kuzu verir misin, dese. O da kuaför efendiye: Merak ediyorum! Başka bir meslek bulamadın mı ki, kadınların mesleğine sahip çıkıp kadın kuaförü oldun? Ben senin ahlakından şüphe ediyorum,  Böylece koyun çobanı, şehirliye güzel bir ders verdikten sonra, ona, beyefendi hakikaten senin kafan çalışmıyormuş ki geldin beni kandırıp kuzumu almak için mesleğimle hiç ilgisi olmayan bir mesleği bana öğretmeyi teklif ediyorsun dese: Çobanı sizde benim gibi haklı bulacaksınız değil mi? Tıpkı, Y.T.L. Borçlu olduğunuz kimseye, geçerliliği kalmamış eski liraları verseniz ondan ret cevabı aldığınız gibi.

Fakat bir kimse bir yolda ister istemez yolculuk yapacağı bilinse, biri onun önüne deliller sürerek o yoldaki tehlikelerden bahsetse, o yolda gitmeye mecbur olan bu adam bunun sözlerine ehemmiyet vermezse, bunun şuursuzluğundan başka hangi sebebi öne sürebilirsiniz?  Bu adamın hâli, çoban  ve balıkçının haline hiçte  benzemez değil mi? İşte ölümden bahsedene karşı sakın dinlememezlik yapmayın Ha! Çünkü o yolda ölüm tehlikesinden bahsettiği zaman, karşımızda kim olursa olsun, ister köylü, ister kasabalı, ister Profesör, ister cahil, ister hasta, isterse sapasağlam olsun, bu beni ilgilendirmez dese, ya imansızdır, ölüm onun dünya lezzetlerini bozduğu için, onu düşünmek istemez. Veya fasık-ı gafildir ki, günahlara boğulduğundan, ölümü düşünmeden yaşamak istediği için, onu duymak istemez. Yoksa aklı başında olan her insan, ölümünü düşünüp ona göre hazırlanması gerektiğini anlar.

Hal böyle iken hayatta olan her insan yüz sene yaşasa bile , her an ölmesi muhtemel olduğu için, bu insanın eğer aklı başında ise, onu düşünüp ona göre hazırlanması lazımdır. Hatta yeni doğan çocuğun ölümü kesin olduğu için, ve geri dönme imkânı olmadığı için, on yaşındaki çocuğun  doğum gününden, yüzüncü senesindeki muhtemel ölümü, ona  daha yakındır. Çünkü geri dönme imkânı yoktur da ondan. İnsanın yaşadığı saniye, dakika, saat, hafta, ay ve seneleri, insanın ömür ağacını kesmeye çalışan testere dişleri gibidir. İnsanın yaşadığı anı kesilen ömür ağacının  son ani de olabilir, fakat çok şükür ki insanın ondan haberi yok. Olsa çok kötü olur değil mi?

İşte bu dünyada bütün hadiseler, insanı Rabbisine hesap vermeye götüren birer sebeptir. İnsanın saçının veya sakalının, renginin değişmesi, saçlarının ağarması, sağ ve soldaki minarelerden “Salatu selam”la ilan edilen ölüm haberleri, akraba veya yakınlarımızda inim inim inleyen hastalar, aklı çalışıp düşünen insana! Bir gün sen de öleceksin diye haber veriyorlar değil mi? Ne mutlu bu haberleri değerlendirip düşünenlere!.. Eyvahlar  olsun o dar mezara gideceklerinden lakayt kalıp, günahlarla dolu hayat  yaşayıp pişman olmak için, önündeki pişmanlık gününü  hiç düşünmeyenlere!..

Halife Hazreti Ömer-ül Faruk’un r.a., Hilafeti zamanında aldığı maaşının bir kısmını ayırıp kendine ölümü hatırlatmak için, maaşla bir adam tutmuş, o adamı Halife dairesinin bir köşesinde yerleştirip “Ya Ömer ölüm var” diye,  Halifenin emriyle Halifeye,  ölümünü hatırlatmasına halife emretmiş. Bir gün Halife, adama parasını verip, hakkını halal et, senin vazifen bitti demiş. Adam da, Ya Emir-el Mü’minin neden? Yoksa suç mu yaptım, yaptı isem suçumu af edin demiş. Hazreti Ömer de ona: Hayır sen suç yapmadın, fakat bugüne kadar sen bana gündüz ölümümü hatırlatıyordun. Şimdi ise, biri bana, geceleyin de onu hatırlatıyor, hatta gece hatırlatırken uykumu bile bozuyor demiş. Adam da, o kimdir sorunca? Hazreti Ömer parmağı ile işaret ederek, işte kulağımın üstünde ki  bu beyaz kıl, demiş.

Bediüzzaman’da veciz bir ifade ile: “(Ölümün keşif kolları) ihtiyarlığın alameti olan beyaz kıllar saçıma düştüğü bir zamanda” diyor.

Evet! ölümü hatırlatan başımızda ve sakalımızda ağaran beyaz kılları de öteki sebeplere ilave ettikten sonra, mevzuumuz olan ölümden tam ders almamız için, ne yapmamız lazım olduğunu açıklamaya çalışacağız. Peygamberimiz (a.s.m.) Rahmeti Rahmana kavuşma esnasında, Ashabı Kiram ağlayıp sızlamaya başlamış, ve “Ah! Bizi buda mı buldu? Bundan sonra bizim yolumuzu kim gösterecek?” Sahabenin Sözlerini işiten Peygamberimiz (a.s.m.). Yavaş yavaş doğrulup, “Ben gidiyorum! Arkamda size ders verecek iki şey bırakıyorum. Biri konuşur, diğeri hiç konuşmadan ders verir. O iki nasihatçi, ihtiyacınız olan nasihatleri size karşı vazifeyi noksansız yaparlar.”  “Konuşanı Kur’an-ı Kerimdir. Konuşmayanı ise: Dört kişinin omzunda taşınan cenazelerdir” buyurmuşlardır.

Mehmet Akif’in dediği gibi, Kur’âni Kerim; “Ne mezarlıkta okumak ne de fal bakmak için” nazil olmamıştır.  Belki, Kur’an-i Kerim, mucize olan bu insan makinesine yolunu göstermek  için, tabiri caiz ise; mükemmel bir kullanma kılavuzudur. Her insan, dünya ve ahiretini cennet yapması için, bu iki yol göstericilerinden ders alırsa kurtulur. Kur’an’ı Kerimin dilinden anlamayanlara, işte önünde konuşmayan ölüm, Konuşmuyor fakat hali ile her akıllı insana, çok tesirli nasihat eden kuvvetli uyarıcı bir sebeptir.  Yani bu insan bu iki nasihatten, veya bunlardan birinden dersini alırsa, bu dünyadan az günahla kurtulma çaresini arar ve ister istemez gideceği âhiret hayatında işine yarayacak  sevaplı işlerin peşine koşar.

Vay onların haline ki! Omuzlarında cenazeyi götürdükleri halde, bir gün kendileri de o tabuta bineceklerini düşünmeyip, cenazeden hiç ders almayıp yalınız öleni acımakla ah ne oldu kardeşimi kaybettim öldü gitti onu ağlayıp sızlamakla yetinenlerin vay haline.

Biz Allah tarafından bizim faydamız için nazil olan Kur’an-ı Kerimden dersini alamayanların, tam önlerinde, yani  yollarının ortasında duran ölümden biraz bahsedeceğiz. Bir insan gelecekte karşılaşacağı tehlikeli hadiseleri bugünden düşünüp nazarı dikkatini oraya çekmez ise, yarınki günlerde ah, ne yaptım deyip, pişman olacağı şüphesizdir. Onlardan bir tanesi de herkesi korkutup titreten ölümdür. O tatlı canımızı alan ölümü bugünden tasavvur edip ciddi düşünmek sureti ile, orası için hazırlıklı olursak, yarın pişman olsak bile daha az olacağımız muhakkak olduğu için, faydası olur ümidiyle, o uyarıcı ölüme nazarı dikkatinizi çekmek istiyorum.

Bu insan, ilk önce kendi eceli olan ölümünün son dakikalarını önüne getirip, bu dünyada hayatının bittiğini farz ederek, ömrünün çok acı olan o son gününü düşünmelidir. Bazı tarikatçılar gibi hayalen onu bugüne çekmek değil, belki kötü duyguların tesirinden kurtulmak için, tarihi belli olmayan, fakat karşılaşacağımız kesin olan ölümümüzün acı saatini aklımızla bugünden düşünebilsek ve ölümün bizden istediği hazırlığı yapabilmek faydamıza olacağı şüphe götürmez bir gerçektir.

Düşünmeye başladığımız zaman, ilk adımımızı şöyle atacağız: Ölüm sarhoşluğu ile can vermek için yatakta yatıyorum. Çevremde akrabalar toplanmış ve en çok sevdiğim annem babam evlatlarım hanımım bana karşı faydaları bitmek üzere bir vaziyette iken, ben Allah’ın bana verdiği bu canı Allah’ıma vermeye uğraşıyorum. Yüzüm vücudum ter içinde kıvranıp can çekişir bir vaziyette iken, onlarda Şahadet getirmem için beni ikaz etmek maksadı ile şahadet getireceklerini bugünden düşüneceğiz.

Fakat o anda hadisi şerifin meali tecelli edecektir. “Yaşadığınız gibi ölürsünüz, öldüğünüz gibi mahşere çıkarsınız.” Yani, ölümle baş başa kalan adamın daha önce o tezgahta bezi yok idiyse? Onların ikazları boşa gider. Senin hayalinde daha önce ne vardı, ölüm anında bile onunla mırıldanırsın. Malların fiyatını müşteriye mi söylersin? Çeklerin senetlerin hesabını mı yaparsın, Yoksa yaptığın işlerin hesabını mı patronuna verirsin, o senin hayatında ki meşgalene bağlı. Eğer sen daha önce o ölüm için hiç hazırlık yapmadı isen, o can çekişme halinde bile günlük hayatını hatırına getirerek, Şehadet, İstiğfar, Salâvat değil, piyasadaki işlerini  mırıldanırsın.

Nitekim o vaziyette iken birine: şahadet getir, salavat oku demişler. Oda: “ Baksana! Bunlar akıllarını oynatmışlar! Ben can vermekle uğraşıyorum, onlar da bana yok şahadet getir, yok salavat oku diyorlar”. Evet, bu gibiler acınacak haldedirler değil mi?  Eğer sizde de bunun gibi hazırlık yoksa, son nefeste Kelime-i şahadetle ölmenin ne olduğunu daha önce öğrenmediyseniz? sizde onun gibi dersiniz…

Ondan sonra canınızın çıktığını farz edeceksiniz. Kimisi sizi ciddi acıyor başınızda ağlıyor, kimisi de miras derdinde. Hatta daha evden cenaze çıkmadan onun kavga gürültüsünü yapanları da gördük… İşte bazıları cenazenizin başında beklerken, bazıları mezarın çaresini bakmaya koşarlar. Bazısı da seni son kez yıkama derdi ile cenaze hocasını çağırma peşinde olur. O işler hallolup cenaze yıkandıktan sonra, o naçiz teniniz ruhsuz kalıp cenaze olduğu için, bir an önce tabuta koyup evden çıkarıp mezara götürme çaresine bakarlar.

Eğer yukarıda saydığım hazırlıklar tamamlandı ise, ya  cenaze arabasına cenazen koyulur, veya dört kişinin omuzunda cenazen önde, cemaat arkada seni mezara götürürler ve orada,  derinliği 150 uzunluğu 180 eni da 70 c.m olan bir mezara cenazeni yerleştirip üzerine bir ton toprak atıp, orada seni yapa yalınız bırakırlar. Ondan sonra geri dönerken o cemaat içlerinden sana, güle güle deyip, çoğu ne ekti isen orada onu biç bakalım derler. Ondan sonra, mezara münker ve nekîr isimli iki melek gelip seni “İstintak” etmeye (sorgulamaya)  başlarlar; Rabbin kim, Dinin ne, Peygamberin kim,  Kitabının adı ne idi diye sana sorarlar.

Şimdi size soruyorum? Akıllı insanın aklı, bu saydıklarımı daha hayatta iken öğrenmesi lazım olduğunu ona göstermiyor mu?  Kur’an-ı kerim ve hadisi şerifler gireceğimiz o dar mezardaki hali, daha burada iken bize bildirdikleri halde, biz o müthiş hale düşmemek için, yaşadığımız hayat boyunca bize farz olan ibadetimizi yaparak orası için hazırlanıp tedbirli olabilsek, daha iyi olmaz mı? Acaba namaz kılmamıza engel olan o basit sebepler orada özür kabul edilecek mı? Arkadaşlarım bana belki gülerler. Ondan ötürü dinimi yaşayamıyorum diyen erkek veya kız kardeşlerin sözleri, orada  geçerli olacak mı?

Yoksa bizde mi bazıları gibi, bu tatlı günümüzde böyle şeyleri ne anıyorsun diyeceğiz? Böyle sap sağlam olduğumuz günlerde, mezardan bahsedilir mi diyeceğiz? Gideceğimizden hiç şüphesi olmayan bir yolculuğun hazırlığından bahsetmemek doğru olur mu? Halbuki o mezarı daha önce düşünüp ona göre hazırlananlar için mezar ona bir cennet bahçesi olup onu o ebedi cennete götürmek için ölüm, mezarda ki durum bir bekleme salonu, bir sebep,  olacağından şüphe mi ediyoruz.

Ah bu gafil insan! Bahsettiğim gibi herhangi bir basit yolculuğa hazırlıksız çıkmazken, en ufak bir hazırlık yapmadan, ölümünü bekleyenlerin derisi içinde olanların vay haline. Allah o kötü hale düşenlerin hallerine bizi koymasın. Âmin.

Şuuru yerinde insan “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok anınız” ( 21 Lem’a)  Hadisi şerifini kulağında küpe gibi taşır ki, adı “Pişmanlık günü” olan o günde herkes pişman olacaktır. Hayatını Müslüman gibi geçiren de, ah niye daha çok ibadet yapamadım diyerek pişman olsa bile ötekiler gibi çok pişman olmayacağını bilmesi lazım.  Çok sevdiğimiz o canı vermek, o dar kabre girmeyi düşünmek var ya! İnsan için burada günahlardan lezzet aldığı şeyleri terk edip yolunu bulmak için kuvvetli bir sebeptir.

Erkek ise; içkiyi, kumarı ve diğer kötü alışkanlıklarını bırakmaya, kadın ise vücudunda ki çıplak azalarını silah yapıp, onlarla erkeklere saldırmaktan kendini kurtarabilmesi için ölümü düşünmek büyük bir sebeptir. Çünkü bir hanım görünmesi yasak olan yerlerini sokakta görenlerin sayısı kadar günah kazanmaktan kendini kurtarmak için, ona ölümü düşünmesi kurtulması için mükemmel o bir sebeptir.

Fakat Allah’ın emirlerini yerine getirmeye çalışanlar için ölüm başta Peygamberimizle (a.s.m.) sonra bütün sevdiklerimizle  o güzel akrabalarımızla görüşüp onlara kavuşmaya bir sebeptir. Dünya hapishanesinden kurtulmaya, güzel işlerin ücretini almak için Berzah Âlemindeki bekleme salonunda bekleyip ahirette cennete gitmek için bir sebeptir. Günahlardan korunan erkekler için; cennette huri kızları ile evlenmeye bir sebeptir. Şeref ve haysiyetini korumaya çalışan hanımlara cennete varmak için bir sebeptir. Namusunu korumak maksadı ile namussuz ve dinsizlerle evlenmeye razı olmayıp bütün zahmetlere katlanarak bekâr kalan kızlar için, cennette huri kızlarından üstün bir güzellikle, savaşta Allah için can veren şehitle evlenmek için, o ölüm ona bir sebeptir.  Mutluluğu hiçbir zaman bitmeyen Cennete girmek ve orada hatıra gelmeyen mutlu hayatı yaşamak için her Müslüman’a ölüm bir sebeptir.

Hülâsa; en çok sevdiğimiz Allah’ımıza kavuşmak için o ölüm bir sebeptir. Hatta hayatta iken bile ölümü düşünmek en çok sevindirici haldır ki; “Dünyada bin sene mutlu yaşamak cennetin bir saatine denk gelmez. Cennetin de bir sene mutlu yaşama hâli, Allah’ımızla görüşeceğimiz bir saatlik zevke ve lezzete erişemez.”(Lem’alar)  Ah! Ne mutlu günahlardan korunabilenlere. Bravo alkışlar  Allah’ın emirlerini yerine getirmeye çalışanlara!” Bizi çok üzüyor! Dünyadaki kısa hayatın lezzetlerine aldanıp ölümünü düşünmeden yaşayanların  hali!

Allah (c.c.) Hadisi Kudsisinde şöyle buyuruyor: ” Dünya için, orada kalacağınız kadar çalışınız. Ahiret için oranın bekasına göre çalışınız. Allahtan isteyin. (Peki ne kadar?) İhtiyacınız nispetinde Allahtan isteyin. Günah yapın, (Dikkat edin günah yapmayın demiyor, yapın diyor) peki ne kadar günah yapalım? Ateşe dayanabileceğiniz kadar günah yapın” diyor. Ona göre davranmalıyız, Ayağımızı denk almalıyız. Çünkü önümüzde ölüm var!. Daha önce yazdığım bu şiirimi nazarınıza arz edeyim.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: