İnsana Yalnız Fenni Bilgiler Yetmiyor

Üstadın: “iman insanı insan eder, belki insanı sultan eder küfür ise, insanı canavar hayvan eder.” İberesi ne kadar makbul bir söz olduğunu aşağıdaki yazılarda göreceksiniz.

Madem dinini yaşayanın mutluluğu sonsuz cennet. İmansızın da  azabı sonsuz cehennemde yanmak. Şimdi bu sonsuzluğu anlamamız için bir misal vereceğim: tüm hava boşluluğu buğday taneleri ile dolu olsa: bir tavuk onlardan: Her gün her hafta her ay değil. Senede yalınız bir tane yese; buğdayların mı sonu gelir? Yoksa ebedi hayatın mı? Ebedi hayatın hiç bir zaman sonu gelmez kardeşler. Amel yaparken ona göre yapın!

Evet, ölümden sonra İmansızları ebedi bir cehennem beklediğini; iman edip Allah’ın emirlerinin gereğini yapanları, sonu olmayan bir mutluluk beklediğine inananlar, elbette başka bir insandır. İman ettikleri halde günahlara girenler ise, günahlarını temizleyinceye kadar azap olacaklar, ondan sonra onlara kurtulma ümidi olduğunu dini kitaplardan öğreniyoruz.

Şimdi imanlı insanın hayatına bir göz atalım. İmanlı kimse her işinde ve davranışında, aman Allah’ın emirlerine ters hareket etmeyeyim diyerek işi yapar.           

Kat’i surette o, yalana, hileye, hangi kimseyi aldatmak haline tenezzül edip giremez. O sözün doğrusunu söyler, emaneti yerine getirir, hiyanetten uzak durur, yetimlere acır, konuşurken tatlı konuşur, kardeşlere bol bol selam verir, işin iyisini yapar, tamahkarlığın azına sarılır, anlamak için Kur’anda derinleşir, onda ahiret sevgisi artar, ahirette hesap verme korkusu onda artar, tevazu ve kanaatta derece almak yoluna gider, sövmekten çekinir, günahkar kimseye boyun eğmez, adaletli idareye boyun eğer, fesat çıkarmaktan uzak durur, en ufak bir günah yapsa hemen tevbe eder. ve saire.

Hanımını boşamak şöyle dursun kat’iyyen hanımıyla kavga kapamaz. Çünkü o bilir ki, “Bey hanımla kavga ettikleri zaman, arşı ala titrer, melekler çok üzülürler, Şeytan ise bayram yapar.               O bilir ki: Anne babanın en büyük ve mühim vazifesi Allah’ın onlara hediye ettiği evlatları cehenneme birer odun olmamaları için son gayretle onları terbiye etmeye çabalarlar. Onları hem manevi hem de maddi bilgiler ile eğitmek lazım olduğunu kendilerine ana borç bilirler. Bilhassa bu zamanda o zaruret katmerleşerek daha çok ehemmiyet kesp etmiştir

İslamiyeti yaşamaya gayret eden kimseden hem akrabaları ondan memnun kalırlar, hem de eş dost, esnaf ise müşterileri, hangi fabrikada işçi ise işveren de ondan asla şikȃyet edemez.

Eğer onun anne babası hayatta ise, onları memnun etmek için çok dikkatli olur. Çünkü o bilir ki, anne ile babanın dualarını almak, kendisi için büyün zenginliktir, onlara isyan ise büyük günahlardan biridir. İmanı zaif olanlar gibi yaşlı anne ile babayı “Huzursuz, huzur evine” götürmek değil, belki o kardeş, ebeveynlerini huzur evine götürmeye kat’iyyen razı olmaz. Huzur evine değil, bazı kardeşler gibi onlar yapmazlar ki: Babayı bir ay sen bak, bir ay abim, ondan sonra bende bir ay bakmaya alırım. diyenler gibi demez. Belki o kardeşlerine der: Kardeşlerim, veya ağabeylerim: Baba ile anneyi; veya onlardan tek biri hayatta ise, bana verin. Onlara ben bakmak istiyorum. Evet imanın gereğini yerine getirmeğe çalışan bu kardeş: Gece gün o mezar sandığına sevaplı amel ile girmeye  koşar.           

Mealesef öyle bir zamanda yaşıyoruz ki: Maddi bilginin her çeşidiyle sarılıp kuşatılmış durumdayız. İlim insan için çok faydalı bir haslettir, ama bu gün vatandaşlar, daha çok faydasız bilgilere sahip çıkıyorlar. Klavye darbesi ile internet âleminin derinliklerinden bulup bir şeyler çıkarıyorlar. Ayırımcılık yapmadan, zamanımızın hoş karşılanmayan bir özelliği; doğrusuna yanlışına, gereklisine gereksizine bakmadan hepsine vatandaşlarımızın fertleri sahip çıkıyor.

Bütün bu bilgiler ile, akla gelen her konuda yorumlar yapabiliyorlar ve bu yorumları bir anda binlerce kişinin dünyasına yeni bilgi birimlerini  aktarıyorlar. Sahip oldukları engin birikimle içtihat alanımız bir taraftan dünyanın en köklü problemlerini, diğer taraftan da filanca ünlü kişinin özel hayatıyla ilgili en ince ayrıntıları alabiliyorlar, ama ne yazık ki öldükten sonra önlerinde ebedi şekavet  ve saadet var olduğunu görmek istemiyorlar ve göremiyorlar. Onların bu halleri beni çok üzüyor.

Ne yazık ki insanın her iki hayatını cennet yapan dini bilgilere çoğu tok gözle bakıyor, ve bu sebep oluyor onların yaşları ilerledikçe pişmanlıklar çoğalıyor, fakat ne yazık ki vakit geçtikten sonra pişmanlığın faydası olmuyor.

Bunu da unutmamak gerekir ki: Bilgi artışı oluyor ama, bir açıdan bakıldığında, yeni icadların, yeni mesleklerin ve yeni uzmanlık alanlarının da ortaya çıkmasını bu gün görüyoruz. Fakat bunların da hiçbiri uzun ömürlü değildir; çünkü meslekler ve uzmanlık alanları da bölünerek çoğalmaya devam ediyor. İnsanlar gittikçe daralan alanlarda uzmanlaşmak yahut meslek sahibi olmak zorunda kalıyorlar.

Eğer Türkiyemizde fazilet serbest olsaydı, bu durum bizi fazlaca etkilemezdi. Nihayet insanlar birbirine muhtaç şekilde yaratılmıştır; birbirine saygı ve sevgiyle bağlı topluluklarda uzmanlara duyulan ihtiyaç için de, bağları canlı tutan bir unsur olurdu.

Halbuki içtima-i hayat ölçeğine insan çok muhtaç olduğunu bilenlerde , sonuç itibarıyla herkesin birbirine işi düştüğü zaman ve herkes birbirini gücü ve imkânı nispetinde kazanıp kaybettiği bilenler için, bazısına göre değişen bir şey olmadığını düşünebilir. Fakat alacak-verecek itibarıyla durum öyle olsa da, aynı sonuca ulaşmak için daha fazla emek harcamağa daha fazla ihtiyaç var, meselâ insanlar on liraya ödeşebilecek iken bin liraya ödeşmekte olularsa, bunun sonucunda da zihinlerde “Peki biz bu şeyi niye yedik?” şeklindeki o meş’um soruyu kafalarından atamazlar.

İnsan tiryakisi haline geldikten sonra saman yığınlarından vazgeçmek dünyanın en zor işidir. Asıl tiryakisi olunacak bilginin farkına ve tadına varmak için, önce kendimizi cehaletin kucağına atmak gerekiyor, ben bu bilmediğimi öğrenmem lazımdır kendine demeli. bunu yapamayan olan çoğumuzun korkulu rüyası haline gelen “gündemden kopmak”  bunun ilk ve en hayırlı adımıdır.

Bitip tükenmeyen horoz düğüşlerinden haberimiz olmayıversin. Filân dizinin saçmalıkları hakkında eş dostla çene yarıştırma imkânından biraz yoksun kalalım. Hangi oyuncunun hangi soytarıyla nerede ne nane yediğini bilmeyiverelim. Vatan yahut dünya kurtarılmayı biraz daha beklesin. Onlar hiçbiri bir yere kaçacak değildir; eğer kıyamet kopmazsa, on sene sonra şöyle bir bakacak olsanız hepsini yine aynı yerde bulursunuz!

Gelin, biz bir an önce bizim için çok mühim olan manevi ilimlere sahip çıkalım.

Yani, önce hayatımızı dolduran faydasız bilgi yığınlarını bir bahar temizliğiyle süpürüp atalım.

Ondan sonrası işi nereden başlayacağımıza gelince.

İmam Gazalî’ye, “Hangi ilmi tahsil edeyim?” diye soran talebesine verdiği cevap, bize ders almak için bu bir başlangıç noktası olabilir:

“Ömründen bir hafta kalmış olduğunu bilseydin hangi ilmi öğrenirdin” ifadesi ile sorusuyla cevap vermiş.                       

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: