İnsanı Bu Harika Cihazlarla Teçhiz Eden Kim?
Ey insan! Niye düşünmüyorsun ki, seni hayvanlıktan kurtarıp insan eden, akı karadan fark etmen için o Allah (c.c.) tarafından sana verilen aklın en büyük kıymeti, Allah’a muhatap olmandır. Allah (c.c.) hangi senin işinden razı olacak o akılla onu öğrenmendir. Peygamberimiz (a.s.m.) vasıtası ile sana gönderilen Kur’anı Kerim’i okuyup Manasını tefsirler vasıtasıyla anlamandır. Sana verilen o akıl sebebiyle seni en yüce mertebeye ulaştıran Allah (c.c.) dır. Damar ağları ile vücudunu ören O Allah (c.c.) bütün duygu ve hislerini aklına bağlamış. Lezzet almayı, görmeyi işitmeyi, koklamayı o yapıyor. Hatta dalgınlıkla elin veya ayağın sıcak sobaya temas etse, hemen çek emri beyninden gelir…
Evet, Allah’ın, nimetlerini saymaya devam ediyoruz: Allah’ımız bizim burnumuza koku alma duygusu vermiş ki, gül karanfil kavun ve daha bir çok güzel kokuların tadını onunla alıyoruz, kötü kokulardan da onun sayesinde uzak duruyoruz. Aynı zamanda çok muhtaç olduğumuz havayı da, yemek esnasında ağızdan değil, burnumuzdan teneffüs ediyoruz.
Ağzımıza Allah’ımız dişler ihsan etmiş. Öyle ki dişsiz olsaydık, çiğnemeden nasıl yerdik. Onları temizlemekte tembellik edeceğimizi Önceden iken Allah (c.c.), dişlerimizi tek parça yapmamış ki, onlardan herhangi biri çürüse bile, tek onu atıp ötekiler ile yiyebiliyoruz. Allah’ımız hiçbir şey abes yapmaz ama diyelim ki, başka sakatlığımız olmasa bile, arka dişlerimizi öne koysa idi halimiz ne olurdu? Hiç böyle bir şey aklınıza geldi mi? Ağzımıza et parçasından bir dil koymuş ve ona o kadar ince vazifeler vermiş ki hayret edersin! Ağzımızdaki tükürük bezlerinden lokmayı ıslatmak için tükürük çıkar. Dil ondan istifade eder ve lokmayı rahat çevirir. Bununla beraber çok çeşitli kelimeleri harflerden bir araya getirip karşımızdakine rahat rahat derdimizi o dil ile anlatabiliyoruz. Hatta ağzımızdan çıkan o sesi eş dost ve akrabalarımızın tanımaları için, ona herkesten farklı özel ve güzel bir ahenk vermiş. Yine dilimiz midemize kapıcılık yapıp yiyecekleri kontrol ederek beyinden gelen emir vasıtası ile iyileri içeri alırken, zararlı olanları dışarı atan dil oluyor. O dilin aldığı lezzet sayısı hiç sınırlanamıyor. Acı, tatlı, ekşi, bayat ve bunların az veya çok karışımından meydana gelen karma lezzetlerin hepsine mührünü vuruyor. Yanağımız onun komşusu ama, fakat yanak bu hususta zavallıdır, bu işten anlamaz.
Evet! Bizi helak etme yollarına götürmeye çalışan şeytan ve nefis gibi düşmanların şerrinden kurtaran akıldır. Bu geçici dünyadan ak yüzle kurtulmamız için ve bize vâad edilen o ebedi mutluluğu kazanıp mes’ud olmamız için, bize verilen o akıl ni’metini nefsin eline vermeyip lazım olan yerde kullanırsak, aklımız lazım olan görevi yapmış olur.
İnsanlığı kötü yola sevk etme cür’etine giren bazı zavallılar “gördüğüne inan görmediğine inanma” derken, aklın hakkını elinden alıp göze vermekle insanlığa en büyük darbeyi indirdiler. İnsan hangi kaynaktan bilgi aldı ise, o gözle görmeye başlıyor. Batıdan gelen materyalist felsefe çok sayıda Müslüman’ın aklını, gözle görülmeyen manayı inkâr ettirmeye sebep oldular. Halbuki göz başka, akıl başka şeyi görür. Göz ile aklın vazifelerini değiştirirsen yanlış yaparsın. Mesela: Aç bakalım ne var radyoda denilince, ona gözle değil, kulakla ve akılla bakılır. Bak bu kavuna denilince, ona da burunla dil ve aklın devreye girmeleri ile bakılır. Bak kapıda kim var denilince orada da vazife göze düşer. Tabii ki gözde, “o akla” bağlıdır, yine göz ile görünmeyen çok şeyleri o akılla gördüğümüz meydana çıkar. Uykuda iken gördüğü rüyasını anlatan adama sorsak, kapalı gözle nasıl rüya gördün? Acaba onun bize karşı cevabı ne olacak.
Evet bizim hiç haberimiz olmadan vücudumuzda saniye de 50.000.000 hücre ölüyor. Ölenlerin yerine başkası geliyor. Onları Allahtan başka kim çıkarıp yerine yenisini getiriyor. Karaciğerimizin 70 çeşit görevinden biri, günde bir litre safra üretmektir ki, o olmasa midemizdeki kabuklar nasıl erir idi? Midemiz rahat çalışması için ve yediklerimiz geri dönüp boğazdan çıkmaması için, Allah mideye otomatik çalışan bir kapak yapmış. Yiyecekler veya su, yukarıdan gelirken açılır, içeri girdikten sonra otomatik kapanır. Midemize azar azar dökülen o asit sebebi ile, midenin derisi üç günde bir değişiyor. Sana sorsam onu sen mi değiştiriyorsun diye ne dersin? Desene öyle şeyden haberim bile yok. Nasıl olabiliyor vücudumuzdaki sayısız, faaliyetleri akılsız kör sağır tabiata verebiliyorlar. Ak ciğerimizde kim yaptı?
Vücudumuzun hararetini 36,5 derecede tutmak için Allah bütün derimizi kalbur gibi delikli yapmış. Vücudumuzda hararetin artmasıyla o deliklerden ter atmaya başlıyor. Soğuk olduğu zaman vücudun ısı derecesi aşağı düşmemesi için, hemen derideki delikler kapanıyor, vücudumuz ürpererek o delikler boncuk boncuk oluyor ve kapanıyor. Allah bacaklarımızı eşit uzunlukta, kollarımızın ikisini de aynı uzunlukta yapmış ki, rahat yürüyüp rahat çalışalım. Kollara ikişer menteşe takmış. Ellerimize beşer parmak koyup her parmağımıza üçer menteşe koymuş. Hatta elimizdeki baş parmağımızı Allah ötekilerden ayırmasa idi kalemi, çekici, çapayı, baltayı, orağı ve tırpanı nasıl tutacaktık?
Boynumuza da menteşe koymayı Allah ihmal etmemiş. Vücudumuzu hiç çevirmeden başımızı çevirebiliyoruz. Vücudumuzu kılcal damarlarla birlikte 96500 kilometre damar ağıyla kuşatmış. Yarım damla kanda 5.000.000. alyuvar 10.000 akyuvar ve 250.000 trombosit mevcut. Hücrelerimiz 220 çeşit, onlar biri diğerinden farklı olmakla beraber, küçüklükleri o kadar ki, bir mm karede 8.000.000 hücre olduğunu görürüz. Her hücrede 1.000.000 protein mevcut, her proteinde 8.000 aminoasit, her aminoasitte beş element, her elementte 40.000 adet atom bulunduğunu görüyoruz. (Bunların kaynaklarını İsviçreli Prof Monsma adlı eserinde kaydetmiştir)
(Prof. M. Nutkunun) “İnsan” isimli kitabında, her hücrede 25.000 D.N.A molekülü mevcut olduğunu görüyoruz. Tıp uzmanlarına göre D.N.A ile R.N.A. nın görevlerini, tepit edip yazabilsek, 1000 cilt kitap sığmıyor. R.N.A. molekülleri soyumuzun şifresini ayırt eden genlerdir ki: insanın soyunu karıştırmamak için Allah’ımız o gene yüzde bir değil binde bir, fark koyarak, kişinin neslinin değişmeden muhafaza olmasını sağlamış. Nefronologlar diyorlar ki, böbrekteki faaliyet yalınız % 5’le devam etse, insanın hayatı devam eder. Düşünebiliyor musunuz hayatımızın inceliklerini?. Allah’ımız hayatımızın devamı için ne kadar ince nizamlarla intizamlı bir şekilde bizi yaratmış.
Çok hayret vericidir ki! İnsanı inceleyip ihtisas yapmak için tıpta insan vücudunu elliye bölmüşler. İdrar yollarını Ürologlar inceliyor. Böbreğimizde ki 1.000.000 süzgeçteki nefronları, Nefronologlar inceliyor. Bir cildiye mütehassisi, ciltte 48 çeşit alerji tespit edilmiştir diyor. Bununla beraber, cilt hastalıklarından ancak % 35 bilinmektedir diyor. İstisnalar hariç, İhtisas yapmak için bu Doktor efendiler 20-30 sene tahsil görüyorlar, profesör oluyorlar. Bu efendilerin gururlarından yanlarından geçilmiyor. Biliyor musunuz mükemmelliğinden bahsettiğimiz insan nesli için bu profesör efendiler ne diyorlar? İmkânı olmayan bir şey; İnsanı görmesi, işitmesi, aklı, düşünmesi olmayan, bilmeyen “Tabiat yaptı” diyorlar. Buna ağlar mısın güler misin? Siz söyleyin!..
Yukarıda şükretmemiz lazım dedim, biz bilmeliyiz ki, hayatımızdan memnun olmak için ve ni’metlerin kıymetini bilip şükretmek için, dünya ciheti ile bizden aşağı olanlara bakacağız. Ahiret cihetinde ise, bizden daha üstün olanlara yetişmeye çalışacağız. Yani hasta bile olsak maddeten bizden daha aşağı olanları araştırıp göreceğiz ki elimizdeki ni’metin şükrünü bilelim. Bizim bir ayağımız yok ise, iki ayağı olmayana bakacağız. Bizim bir gözümüz yok ise iki gözü olmayanı düşüneceğiz ve elimizde olan nimetlere şükredeceğiz.
Biz vücudumuzun inceliklerinin tam tarifini, Allaha inanan doktorlara bırakıp, azda olsa buraya kadar tarif edilen incelikleri görünce, Allah’u Ekber deyip uzaktan kumanda ile onları yapana secde etmekten başka çare bulamıyoruz. “ Cenabı Hak insanı, on sekiz bin alemi içine alan, şu âlemler kîtabına bir fihriste olarak yaratmış. Esma-i hüsnadan her birisinin tecelli yeri ve âlemin küçük bir örneği ve numunesi olan insanın cevherinde koymuştur. Onun için bu insan kâinat namına bir şükür yapmalı ki ona layık ve borç olan vazifeyi ifa etmiş olsun.
Bununla beraber, Allah’ımıza ne kadar şükretsek azdır ki, Allah (c.c.) memleketimize Bediüzzaman gibi bir Zatı gönderdi. Bu zat Risale-i Nur eserlerini 28 sene hapishanelerde, sürgünlerde, yanında Kur’ani Kerimden başka kaynak eser, olmadığı halde yazdı. Hem de 19 defa din düşmanları zehirledikleri halde Allah bize acıdı de, zehirlerin tesiri ile Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin canını almadı. Türkiye’mizde onun yazdığı eserleri okuyup istifade eden imanlı doktorlarımızın sayısı günden güne çoğaldığı bizi çok secindiriyor. Elhadülil-lah Ya Rab Sana çok şükür diyoruz.
AbdülkadirHAKTANIR
www.NurNet.org