İnsanın, bu dünya gemisiyle gideceği yer, ölüm istasyonudur

Üzerinde bulunduğumuz bu dünya gemisi, çok süratli bir şekilde, gece gündüz durmadan ahirete doğru hareket etmektedir. İnsan bu gemiye kendi iradesiyle binmediği gibi, yolculuğu da kendi iradesi ile değildir. Ona Allah’ın (c.c.) iradesiyle bindiği gibi, yolculuğu da yine  O’nun iradesiyle devam etmektedir. Bunun aksini iddia etmek beş para etmez. Zira, bir kimse bu gemi içinde hangi tarafa koşarsa koşsun ve ne gibi iddialarda bulunursa bulunsun, gideceği yer, ölüm rıhtımıdır. Oraya gitmemek, karşı koymak, hiç kimsenin irade ve ihtiyârında  değildir.

 İnsan  ruhunu bu fani dünyada cisim ile buluşturan Allah, ruhu bu cisimden ayırıp, daha sonra ebedi bir aleme layık yeni bir cisimde ebediyen devam ettirecektir.

 “Nevm nasıl ki bir rahat, bir rahmet, bir istirahattir; hususan musibetzedeler, yaralılar, hastalar için.. öyle de: Nevmin büyük kardeşi olan mevt dahi, musibetzedelere ve intihara sevk eden belalarla mübtela olanlar için ayn-ı nimet ve rahmettir.” [1]

Bediüzzaman Hazretleri  Hz. Yusuf’un (a.s) kıssasından alınması gereken dersi şöyle nazara verir:

“Ahsen-ül kasas olan Kıssa-i Yusuf Aleyhisselâm hatimesini haber veren  تَوَفَّنِي مُسْلِماً وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ “Benim canımı Müslüman olarak al ve beni salih kulların arasına kat!” [2] âyetinin, ulvî ve latif ve müjdeli ve i’cazkârane bir nüktesi şudur ki: Sair ferahlı ve saadetti kıssaların âhirindeki zeval ve firak haberlerinin acıları ve elemi, kıssadan alman hayalî lezzeti acılaştırıyor, kırıyor. Bahusus kemal-i ferah ve saadet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda, mevtini ve firakını haber vermek daha elimdir; dinleyenlere “Eyvah!” dedirtir. Halbuki şu âyet, Kıssa-i Yusuf’un (A.S.) en parlak kısmı ki; Aziz-i Mısır olması, peder ve vâlidesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada en büyük saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yusuf’un mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki: Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf kendisi Cenab-ı Hak’tan vefatını istedi ve vefat etti; o saadete mazhar oldu. Demek o dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedar bir saadet ve ferahlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır ki; Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi hakikat-bîn bir zât, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde gayet acı olan mevti istedi, tâ öteki saadete mazhar olsun.”

“İşte Kur’an-ı Hakîm’in şu belagatına bak ki, Kıssa-i Yusuf un hatimesini ne suretle haber verdi. O haberde dinleyenlere elem ve teessüf değil, belki bir müjde ve bir sürür ilâve ediyor. Hem irşad ediyor ki: Kabrin arkası için çalışınız, hakikî saadet ve Iezzet ondadır. Hem Hazret-i Yusuf’un âlî sıddıkıyetini gösteriyor ve diyor: Dünyanın en parlak ve en sürurlu haleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor, yine âhireti istiyor.”[3]

Mehmed Kırkıncı

Dipnotlar:

[1] Nursî, B.S Mektubat, Birinci Mektup.
[2] Yusuf Suresi, 12/101.
[3] Nursi, B.S. Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: