İnsanlar Meleklerden Üstün Olabilir mi?

 “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık” (İsra,70)

Evrendeki varlıklara hayır-şer açısından bakıldığında yaratılmış 4 tür varlık vardır ki bunlar melekler, cinler, hayvanlar ve insanlardır. Şeytan da cinlerdendir.

Melekler bahsinde onların varlıklarından bahsetmiştik, burada dört büyük melek olan Azrail, Cebrail, Mikail ve İsrafil’in dünyadaki işlerle görevli meleklerinden ayrı ayrı bahsederek insanın meleklerden de üstün olabilmesenin sırrı anlatılacaktır.

İnsan; bazı özellikleriyle meleklere benzer, bazı özellikleriyle de hayvanlara benzer. Biyolojik açıdan mükemmel yaratılan insan, ruhâni cepheleri açısından da mükemmeldir. Bu yönleriyle Melekler’in üstüne çıkabilecek bir varlıktır. Çünkü o, kâinat ağacının bir neticesidir.İnsan, kendini tanıdığı kadar melekleri de tanıması gereklidir, onların hangi görevleri yaptıkları iyice bilmelidir ki insanların Allah’ın katında meleklerden üstün olup olamıyacağını bilebilsin.

Meleklerin içinde Mikâil, Azrail, Cebrail ve İsrafil ise çok önemli ve çok farklı görevleri olan 4 büyük melektir. Onların görevleri kıyamet gününde bile bitmez.

Evrenin yaratılmasının en önemli sonucu insanların yaratılmasıdır. Melek Cebrail ise Allah’ın emirlerinin her dönemde insanlara iletilmesi ve açıklamalarıyla görevlidir.

Canlılar dünyasında en haşmetli ve dehşetli bir iş olan diriltmek, hayat vermek gibi Allah’a ait olan işlere nezaret etmek için ise melek İsrafil görevlendirilmiştir. Haşirde ezan okuyarak insanları kalkmaya davet edecektir.

*Allahü ekber” diyerek ezan-ı haşri işitip kalkacağım (SÖZLER,17.Söz)

*Bir bedende birbiriyle imtizac ile ünsiyet ve münasebet peyda eden zerrat-ı esasiyye, Hazret-i İsrafil Aleyhisselâm’ın Sûr’u ile Hâlık-ı Zülcelâl’in emrine “Lebbeyk” demeleri ve toplanmaları; (SÖZLER, 29.Söz)

İnsanlar içinde Abdülkadir Geylani gibi büyük evliyalar, Melek İsrafil’in heykel gibi azemetli büyük yapısını keskin nazarları ve gaybı gören gözleriyle görmüştür.

*Arş-ı Azamı ve İsrafilin azamet-i heykelini temaşa eden Gavs-ı Azam (k.s.) gibi keskin nazar ve gaybbin gözleri bulunan binler aktab(MEKTUBAT,19.Mektup)

*ne vakit Hazret-i İsrafil Aleyhisselâmın borusuyla o kışlalarda ölümle yatanlar çağrılsa, derhal ceset libaslarını giyip dışarı fırlamalarını(A.MUSA)

Evren içinde Dünya’nın ayrı bir yeri vardır. Bitkiler, hayvanlar ve insanlar burada yaşarlar. Burada cereyan eden İlahi tasarrufları şuurlu bir tarzda temsil edip İlahi huzura takdim eden görevli melekler vardır. İnsanları koruyan melekler ayrıdır, denizlere nezaret eden melekler ayrı, her bir yağmur damlasıyla, gök gürlemesiyle vazifeli melekler ayrı ayrıdır. Her tür ve cinsin bile ayrı nezaretçi melekleri ayrıdır. Hatta insanların ruhlarını alan melekler bile ayrı ayrıdır.

Melek Mikâil ise hayat dairesininde görülen rahmetin en geniş ve zevkli bir işi olan rızıkların ihsan edilmesi ve dağıtılması işiyle ve şuursuzca yapılan şükürleri şuurlu bir ifadeyle Allah’a sunmak görevini yerine getirir. O; Rezzak, Rahman ve Rahim isimlerinin yeryüzünde tecellisinde görevli bir memurdur.

Ölümle bu dünyadan insanları terhis etmek de Allah’a ait bir karardır ki bu iş için melek Azrail’e görev vermiştir.

*Ve hilkat-i kâinatın en ehemmiyetli neticesi olan insanlarla münasebât-ı Rabbâniyeyi tebliğ ve izhar eden Cebrail Aleyhisselâm ve zîhayat âleminde en haşmetli ve en dehşetli olan diriltmek ve hayat vermek ve ölümle terhis etmekteki Hâlıka mahsus olan icraat-ı İlâhiyeyi, yalnız temsil edip ubudiyetkârâne nezaret eden İsrafil Aleyhisselâm ve Azrail Aleyhisselâm ve hayat dairesinde rahmetin en cemiyetli, en geniş, en zevkli olan rızıktaki ihsanat-ı Rahmâniyeye nezaretle beraber şuursuz şükürleri şuurla temsil eden Mikâil Aleyhisselâm gibi meleklerin pek acip mahiyette olarak bulunmaları ve vücutları (ŞUALAR, 11.Şua)

Melekler ve Cebrâil, elli bin sene uzunluğunda bir gün olan Kıyâmet Gününde, Allah’ın emrini almak üzere Arşa yükselirler”. (Mearic, 4)

İnsan yaratılıştaki özellikleri nedeniyle bir yönüyle meleklere benzer, bir yönüyle de hayvanlara. Allah’a karşı yaptıkları kulluklarında, Allah’ın yeryüzünde güzel isimlerinin ve sıfatlarının yansımalarını görüp anlamada, O’nu en geniş anlamıyla tanımada, Rububiyetini kâinata ilan etmede meleklere benzer. Hatta insanın bu görevleri yapışı, meleklerden daha da ileri bir düzeydedir. Çünkü insana cüzi irade verildiği için onlar meleklerden de üstün olma kapıları açıktır. İradelerini, İlahi rızayı kazanma yolunda sarfedenler ancak bu kapıdan geçebilirler.

*İnsan ahsen-i takvimde yaratıldığı ve ona gayet cami’ bir istidat verildiği için, esfel-i sâfilînden tâ âlâ-yı illiyyîne, ferşten tâ Arşa, zerreden tâ şemse kadar dizilmiş olan makamâta, merâtibe, derecâta, derekâta girebilir ve düşebilirbir meydan-ı imtihana atılmış, nihayetsiz sukut ve suûda giden iki yol onun önünde açılmış bir mu’cize-i kudret ve netice-i hilkat ve acube-i san’at olarak şu dünyaya gönderilmiştir. (SÖZLER, 23.Söz, 2.makam)

İnsan yaptığı her işten kendine pay çıkarma ve lezzet almak isteği gibi özellikleriyle de hayvanlara benzer.

*Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar, hem melâikeye benzer, hem hayvanâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezâretin şümûlünde, mârifetin ihâtasında, Rubûbiyetin dellâllığında meleklere benzer; belki insan daha câmi’dir. Fakat, insanın şerîre ve iştihâlı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyât ve tedenniyâta mazhardır. Hem, insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer.(SÖZLER,24.Söz)

*Melâikeler ise, onlarda mücâhede ile terakkiyât yoktur, belki her birinin sabit bir makamı, muayyen bir rütbesi vardır. Fakat, onların, nefs-i amellerinde bir zevk-i mahsusaları var, nefs-i ibâdetlerinde derecâtlarına göre tefeyyüzleri var. Demek o hizmetkârlarının mükâfatı hizmetlerinin içindedir. Nasıl insan mâ, hava ve ziyâ ve gıdâ ile tegaddî edip telezzüz eder; öyle de, melekler zikir ve tesbih ve hamd ve ibâdet ve mârifet ve muhabbetin envarıyla tegaddî edip, telezzüz ediyorlar. Çünkü, onlar nurdan mahlûk oldukları için gıdâlarına nur kâfidir. Hattâ nura yakın olan râyiha-i tayyibe dahi onların bir nevi gıdâlarıdır ki, ondan hoşlanıyorlar. Evet, ervâh-ı tayyibe, revâyih-i tayyibeyi sever.

Hem melekler Ma’budlarının emriyle işledikleri işlerde ve Onun hesâbiyle işledikleri amellerde ve Onun nâmiyle ettikleri hizmette ve Onun nazarıyla yaptıkları nezârette ve Onun intisabıyla kazandıkları şerefte ve Onun mülk ve melekûtunun mütâlâasıyla aldıkları tenezzühte ve Onun tecelliyât-ı cemâliye ve celâliyesinin müşâhedesiyle kazandıkları tenâumda öyle bir saadet-i azîme vardır ki, akl-ı beşer anlamaz, melek olmayan bilemez.

Meleklerin bir kısmı âbiddirler, diğer bir kısmının ubûdiyetleri ameldedir. Melâike-i arzıyenin amele kısmı bir nevi insan gibidir. Tâbir câiz ise, bir nevi çobanlık ederler, bir nevi de çiftçilik ederler. Yani, rûy-i zemin umumi bir mezraadır; içindeki bütün hayvanâtın tâifelerine Halık-ı Zülcelâlin emriyle, izniyle, hesâbiyle, havl ve kudretiyle bir melek-i müekkel nezâret eder. Ondan daha küçük herbir nevi hayvanâta mahsus, bir nevi çobanlık edecek bir melâike-i müekkel var.

Hem de, rûy-i zemin bir tarladır; umum nebâtât onun içinde ekilir. Umumuna Cenâb-ı Hakkın nâmiyle, kuvvetiyle nezâret edecek müekkel bir melek vardır. Ondan daha aşağı, bir melek bir tâife-i mahsusaya nezâret etmekle Cenâb-ı Hakka ibâdet ve tesbih eden melekler var. Rezzâkıyet arşının hamelesinden olan Hazret-i Mîkâil Aleyhisselâm şunların en büyük nâzırlarıdır.

Meleklerin çoban ve çiftçiler mesâbesinde olanlarının insanlara müşâbehetleri yoktur. Çünkü, onların nezâretleri sırf Cenâb-ı Hakkın hesâbiyledir ve Onun nâmiyle ve kuvvetiyle ve emriyledir. Belki nezâretleri, yalnız Rubûbiyetin tecelliyâtını, memur olduğu nevide müşâhede etmek ve kudret ve rahmetin cilvelerini o nevide mütâlâa etmek ve evâmir-i İlâhiyeyi o nev’e bir nevi ilham etmek ve o nevin ef’âl-i ihtiyâriyesini bir nevi tanzim etmekten ibârettir. Ve bilhassa zeminin tarlasındaki nebâtâta nezâretleri, onların tesbihât-ı mâneviyelerini melek lisâniyle temsil etmek ve onların hayatlarıyla Fâtır-ı Zülcelâle karşı takdim ettiği tahiyyât-ı mâneviyelerini melek lisâniyle ilân etmek; hem onlara verilen cihazâtı hüsn-ü istimâl etmek ve bâzı gâyelere tevcih etmek ve bir nevi tanzim etmekten ibârettir.

Melâikelerin şu hizmetleri, cüz-i ihtiyârîleriyle bir nevi kisbdir, belki bir nevi ubûdiyet ve ibâdettir; tasarruf-u hakikileri yoktur. Çünkü, herşeyde Halık-ı Küll-i Şeye has bir sikke vardır; başkaları parmağını icada karıştıramaz. Demek, melâikelerin şu nevi amelleri ise, onların ibâdetidir; insan gibi, âdetleri değildir.(SÖZLER,24.Söz)

        Melek Azrail; yalnızca kendine verilen can alma görevini yerine getirir, onun işlerinde Allah’ın ’’el Mumit’’ (Ölümü veren) ’’el Kabıt’’(Ölümle ruhları alan) isimleri en yoğun biçimde kendini gösterir. Bu iki ismin tecellisinde Azrail, bir perde görevi yapar. O, canını aldığı kişiler için insanlar gibi şefkat etmez, acımaz, yalnızca kendine verilen görevi yapar. Çünkü onda Rahman ve Rahim isminin tecellileri görülmez.

*Azrâil Aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe mâni olmaz. Çünkü nuranîdir. Nuranî bir şey, hadsiz aynalar vasıtasıyla hadsiz yerlerde bizzat bulunabilir ve temessül eder. Nuranînin temessülâtı, o nuranî zâtın hassasına mÂliktir; onun aynı sayılır, gayrı değildir. Güneşin aynalardaki misalleri güneşin ziya ve hararetini gösterdiği gibi, melâike gibi ruhanîlerin dahi, Âlem-i misalin ayrı ayrı aynalarında misalleri, onların aynılarıdır, hassalarını gösterirler. Fakat aynaların kabiliyetine göre temessül ediyorlar. Nasıl ki Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm, bir vakitte Dıhye suretinde Sahabeler içinde göründüğü dakikada, binler yerde başka suretlerde ve Arş-ı Âzam önünde, şarktan garba kadar geniş ve muhteşem kanatlarıyla secde ediyordu. Her yerde, o yerin kabiliyetine göre temessülü varmış; bir anda binler yerde bulunuyormuş. (MEKTUBAT,28.Mektup)

*Hazret-i Cebrâil, Mikâil, Azrâil gibi melâike-i izâm, birer nâzır-ı umumî hükmünde, kendi nevilerinden ve kendilerine benzer küçük tarzda aveneleri vardır. Ve o muavinler, envâ-ı mahlûkata göre ayrı ayrıdırlar. Sulehânın (1)ervâhını kabzeden başkadır, ehl-i şekavetin ervâhını kabzeden yine başkadır. Nasıl ki,”Yemin olsun kâfirin ruhunu tâ derinliklerinden şiddetle söküp alanlara. Ve mü’minin ruhunu kolaylıkla alanlara” (Naziat, 1-2)

(1)Bizde “Seydâ” lâkabıyla meşhur bir veliyy-i azîm, sekeratta iken, ervâh-ı evliyanın kabzına müekkel melekü’l-mevt gelmiş. Seydâ, bağırarak demiş ki: “Ben talebe-i ulûmu çok sevdiğim için, talebe-i ulûmun kabz-ı ervâhına müekkel, mahsus taife ruhumu kabzetsin” diye dergâh-ı İlâhiyeye rica etmiş. Yanında oturanlar bu vak’aya şahit olmuşlar. (MEKTUBAT,28.Mektup)

*”Bazı melâikeler var ki, kırk bin başı var. Her başında kırk bin dili var (demek seksen bin gözü dahi var). Herbir dilde kırk bin tesbihat var.”

Evet, madem melâikeler Âlem-i şehadetin envâına göre müekkeldirler, Âlem-i ervahta o envâın tesbihatlarını temsil ediyorlar; elbette öyle olmak lâzım gelir. Çünkü, meselâ küre-i arz bir mahlûktur, Cenâb-ı Hakkı tesbih ediyor. Değil kırk bin, belki yüz binler baş hükmünde envâları var. Her nevin, yüz binler dil hükmünde efradları var, ve hâkezâ…

Demek, küre-i arza müekkel meleğin kırk bin, belki yüz binler başı olmalı ve her başında da yüz binler dil olmalı, ve hâkezâ… . (MEKTUBAT,28.Mektup)

*Hazret-i Azrâil (a.s.) kabz-ı ervah vazifesi hususunda Cenâb-ı Hakka münâcât etmiş, demiş: “Senin kulların benden küsecekler.” Cevaben ona denilmiş: “Senin vazifen ile vefat edenlerin ortasında hastalıklar ve musibetler perdesini bırakacağım. Vefat edenler sana değil, belki itiraz ve şekvâ oklarını o perdelere atacaklar.”

Bu münâcâtın sırrına göre, ölümün ve vefatın ehl-i İmân hakkında hakikî güzel yüzünü görmeyen ve ondaki rahmetin cilvesini bilmeyenlerin küsmeleri ve itirazları Zât-ı Hayy-ı Kayyûma gitmemek için Hazret-i Azrâil’in (a.s.) vazifesi de bir perde olduğu gibi, sair esbablar dahi zâhirî perdedirler. Evet, izzet, azamet ister ki, esbab perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Fakat vahdet ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.(LEMALAR,30.Lema)

Melek Cebrail; Peygamberlere Allah tarafından gönderilen emirleri getirirken insan suretinde görülür. Bedir’de Uhut’da Cebrail ve Mikâil, Hz.Muhammed’in yanında ona yardımcı olmuşlar, ona büyük bir sevgi göstermişlerdir.

Hz.Adem de yaratıldığında melekler ona bağlılıklarını göstermişler ve onun önünde saygıyla eğilmişlerdir.

*melekler bu âlemleri izn-i İlâhî ile görebilirler ve girerler. Ve Hazret-i Cebrâil gibi, insanlar ile görüşen umum melâike-i mukarrebîn, mezkûr âlemlerin vücudlarını ve onlar, onlarda gezdiklerini müttefikan haber veriyorlar. Görmediğimiz Amerika kıtasının vücudunu, ondan gelenlerin ihbârıyla, bedihî bildiğimiz gibi, yüz tevâtür kuvvetinde bulunan melâike ihbarâtıyla, âlem-i bekânın ve dâr-ı âhiretin ve Cennet ve Cehennemin vücudlarına o katiyette İmân etmek gerektir. Ve öyle de İmân ederiz.(SÖZLER,10.Söz)

*Meselâ, Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm, Dıhye sûretinde huzur-u Nebevîde bulunduğu bir anda, huzur-u İlâhîde, haşmetli kanatlarıyla Arş-ı Âzamın önünde secdeye gider. Hem, o anda hesabsız yerlerde bulunur, evâmir-i İlâhiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş, bir işe mâni olmazdı. (SÖZLER,16.Söz)

* Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm bin yıldızda bir anda, hem Arşta, hem huzur-u Nebevîde, hem huzur-u İlâhîde bir vakitte bulunması; (SÖZLER,28.Söz)

“Derken ona Cebrâil’i gönderdik; o da aynen bir beşer sûretinde ona görünüverdi. “ (Meryem, 17)

Melekler ve Cebrâil o gecede Rablerinin izniyle yeryüzüne inerler”. (Kadir, 4)

“Onu muazzam kuvvetlere, üstün bir akıl ve dirâyete sahip Cebrâil öğretti ki, • kendisine gerçek sûretiyle görünmüştür”.(Necm,4)

*Meselâ, Hazret-i Cebrâil ve Mikâil iki muhafız yaver hükmünde gazve-i Bedir’de yanında bulunan bir zât-ı mübarek(MEKTUBAT,29.Mektup)

* Enes’in rivayetinde, Hazret-i Cebrâil hazırdı. Vadi kenarında bir ağaç vardı. Hazret-i Cebrâil’in ilâmıyla, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ağacı çağırdı, tâ yanına geldi. Sonra “Git” dedi. Tekrar gitti, yerine yerleşti (MEKTUBAT,19.Mektup)

*”Cebrâil bana vahiy getirmeye başladıktan sonra hangi taşın ve hangi ağacın yanından geçsem, bana mutlaka ‘Esselâmü aleyke yâ Resulallah’ derlerdi.” Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:307; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:71; el-Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid, 8:259. (MEKTUBAT,19.Mektup)

* İşte, başta Buharî ve İmam-ı Müslim, eimme-i hadis müttefikan haber veriyorlar ki: Bir defa melek, yani Hazret-i Cebrâil, beyaz libaslı bir insan suretinde gelmiş. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Sahabeleri içinde otururken, yanına gitmiş, demiş: (MEKTUBAT,19.Mektup)

* Hem haber-i sahih ile ve haber-i kati ile ve mânevî tevatür derecesinde, eimme-i hadis haber veriyorlar ki, Hazret-i Cebrâil’i çok defa, hüsn-ü cemal sahibi olan Dıhye suretinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında Sahabeler görüyorlardı. (MEKTUBAT,19.Mektup)

*Hem nakl-i sahih-i kati ile, Aşere-i Mübeşşereden İran fatihi Sa’d ibni Ebî Vakkas haber veriyor ki: “Gazve-i Uhudda, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın iki tarafında, iki beyaz libaslı, ona nöbettar gibi, muhafız suretinde gördük. İkisi de, anlaşıldı ki, meleklerdir. Ve Hazret-i Cebrâil ile Mikâil olduğunu anladık. (MEKTUBAT,19.Mektup)

*Hem Hazret-i Hamza, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan niyaz etti ki, “Ben Cebrâil’i görmek istiyorum.” Kâbede ona gösterdi. Dayanamadı, bîhuş oldu, yere düştü.

Bu çeşit melâikeleri görmek vukuatı çoktur. Bütün bu vukuat, bir nevi mucize-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmı gösteriyor ve delâlet ediyor ki, onun misbâh-ı nübüvvetine melekler dahi pervanelerdir. (MEKTUBAT,19.Mektup)

*…sebeb-i hilkat-i eflâk ve vesile-i saadet-i dâreyn ve Habîb-i Rabbü’l-Âlemîn olan zât-ı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma karşı, nasıl ki melâike nevinden Hazret-i Cebrâil kemâl-i muhabbetle hizmetkârlık ediyor, melâikelerin Hazret-i Âdem Aleyhisselâma inkıyad ve itaatini ve sırr-ı sücudunu gösteriyor.(MEKTUBAT, 24.Mektup)

*huzur-u Muhammedîde (a.s.m.) sahabelere görünen Hazret-i Cebrail’in (a.s.) temessülü gibi, melâikeleri görmek ve onlarla konuşmak hadiseleri, tevatür suretinde eskiden beri nakil ve rivayet ediliyor (ŞUALAR,7.Şua)

*Cebrâil (a.s.) Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.) tebliğ ederken, her iki hazretin arasında yapılan tebliğ-tebellüğ vaziyetini (M.NURİYE, Zeylü’l Habbe)

*zîşuur içinde hadsiz terakkiyâta müstaid, insandır.(MEKTUBAT,24.Mektup)

İnsan; Rahman ve Rahim isimlerinin kuşatması altındadır. İnsandaki hemcinslerine hatta canlılara karşı gösterdiği şefkat neticesinde döktükleri gözyaşları, onu meleklerden de üstün yapar. Çünkü melekler ağlamaz, gözyaşı nedir bilmezler, kalpleri hüzünlenmez. Onlar yalnızca kendilerine verilen görevleri eksiksiz ve kusursuz yaparlar.

Melekler, ellerini açıp Allah’tan af dilemezler, tövbe etmezler, onlar da secdeye gider ama bizim gibi seccadeleri gözyaşlarıyla ıslanmaz. Çünkü onlar günah işlemezler, pişmanlık duymazlar. Allah tarafından bizim gibi bağışlanmazlar. Yalnızca görevlerini yaparlar. Görev yaparken lezzet alırlar. Onlar nurani varlıklardır. Bir anda birçok mekânda bulunabilirler.

Melekler, namaz kılmazlar, oruç tutmazlar, hacca gitmezler, onlardaki lezzetleri de bilmezler, acı da çekmezler, elemler geçince sevinmezler de. Doğmazlar, büyümezler, yaşlanmazlar, her yaşın güzelliğini de tatmazlar. Bu yönleriyle insanlar, meleklerden üstün değil midir?

Meleklerin bu kadar önemli görevleri yapmasına karşın insan, eğer cinsel istekler ile öfke ve kızgınlık gibi duygularına hakim olur, onları aklın kontrolüne alabilirse meleklerden, hatta 4 büyük melekten de üstün olabilir. Aksi halde hayvanlardan daha aşağıya düşer ve onun hiçbir mazereti olamaz.

Meleklerin makamı sabittir, ama insanların kötülüğü isteyen nefisleri olduğundan meleklerden daha üst makamlara çıkabilecekleri gibi çok aşağılara da düşebilirler. Bu onların özgür iradesiyle olacaktır. İsteyen istediği yolu tercih edecektir. Artık bir özrü de olmayacaktır.

Allah; saf güzellik örneği olarak melekleri, kötülüklerin kaynağı olarak şeytanı, iyilik ve kötülük yapmaktan uzak olmaya örnek olarak da hayvanları yaratmıştır. Yaratılıştaki hikmetinin gereği, hem iyilik hem de kötülük yapabilecek yetenekde olarak 4. grupta da insanı yaratmıştır. İnsan; günahsız bir beşer olarak doğar, fakat zamanla kişisel farklılıkları geliştikçe sonradan “insan” olur. İnsan demek, farklılık demektir. Bu farklılıklarını iyi ya da kötü yönde geliştirmek insanın iradesine bağlıdır.

Eğer insan kendinde yaratılmış bulunan akıl, cinsel istekler ve öfke- şiddet-saldırganlık gibi 3 temel duyguyu yerinde kullanıp onların esiri olmazsa, meleklerin üstüne çıkar. Aksi halde hayvanlardan aşağıda olur. Çünkü onun özrü kabul edilmez. Üç telli sazın tellerine vuran parmaklar güzel nağmeler çıkarır, ama teller akortsuz ise, o sazdan nağme yerine görültü çıkar. Bize düşen bu 3 temel duygunun akordudur yani akıl, cinsel dürtüler ve öfke-şiddet duygularını iyi akord ederek meleklerin üstüne çıkaracak bir yaşam kurmaktır.

*Cenab-ı Hak, hayr-ı mahz olarak melaikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayvanatı halk etmiştir. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kadir ve cami olarak dördüncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lazımdır ki, beşerin şeheviye ve gadabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve mağlup olursa, beşer, mücahedesinden dolayı melaikeye tefevvuk eder. Aksi halde, hayvanattan daha aşağı olur; çünkü özrü yoktur.(İ.İCAZ)

Dr. Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: