İnsanların uyuşukluk ve tembelliklerinin sebebi

Bir memlekette insanların tembelliğini, uyuşukluğunu, hareketsizliğini, duyarsızlığını, şevksizliğini ve gayretsizliğini ifade etmek için “ölü toprağı serpilmiş gibi” deyimini kullanır Anadolu insanı. Maalesef ülkemizin üzerine 200 yıldır ölü toprağı serpilmiş gibidir. Şevksizlik, ümitsizlik, umursamazlık, nemelazımcılık, karamsarlık, gayretsizlik fert ve toplum hayatımızı tehdit eden tehlikelerin başında geliyor. Millet olarak geri kalmışlığımızın ve bir türlü kalkınamayışımızın temelinde, ümitsizliğin, şevksizliğin ve gayretsizliğin ruhumuzu kuşatması ve hamiyet duygularımızı köreltmesi yatmaktadır. Çünkü ümitsizlik ve şevksizlik; karamsarlık, miskinlik, pısırıklık, tembellik, cesaretsizlik, nemelazımcılık ve güvensizlik aşılamaktadır. İnsanın çalışma arzusunu yok ettiği gibi, kabiliyetleri de öldürmektedir. Âdeta insanın enerjisini, yeteneklerini ve güven duygularını yok etmekte, elini kolunu bağlayarak iş görmez hale getirmektedir. Şevksizlik hamiyet duygularını öldürerek, insanın himmetini yok etmektedir. Bu ise çalışmanın, gayretin, faaliyetin önündeki en ciddi engeldir.

“Biz yapamayız”, “biz kalkınamayız”, “bizi bırakamazlar”, “bize yaptırmazlar”, “memleketi sen mi kurtaracaksın”, “ben ne yapabilirim ki”, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, “boş ver böyle gelmiş böyle gider”… v.s. türü sözler insanları teşebbüsten, gayretten ve faaliyetten alıkoyan şevksizliğin tezahürleridir.

Milli şairimiz M.Akif ERSOY, maruz kaldığımız bu müzmin hastalığı:
“Daha doğmadan öleceksin dediler,
Çıkmadan batmayı öğren ne saçma hüner.”
sözleri ile vurgulamaktadır.

Millet olarak yaygın bir “şevksizlik hastalığı”na yakalanmış durumdayız: Geleceğe ümitle bakmıyoruz. Ferdi ve toplumsal hayatımızda endişe, belirsizlik, güvensizlik ve karamsarlık hakim. Cesaretimiz, teşebbüs ruhumuz yok veya çok zayıf. Ezilmişlik, itilmişlik, horlanmışlık ve dışlanmışlık psikolojisine sahibiz. Başarma inanç ve azminden mahrumuz. Gayreti ve fedakârlığı başkalarından bekleyen bir yaklaşıma sahibiz. Biz bedelini ödemeden, zahmetini ve çilesini çekmeden bir şeylerin düzelmesini arzu ediyoruz. Zahmette en geride, nimette. mükafatta en önde olmak istiyoruz. Kitaba yabancıyız. Okuma alışkanlığımız yok. Okumuyoruz. Zihnimiz büyük gayelere odaklanmış değil. Bilgi çağının gereği olan “sürekli öğrenme”ye açık değiliz. İlim erbabı değil filim erbabı iltifat görüyor. Risk üslenmekten hoşlanmıyoruz. Terlemeden kazanmak, çalışmadan rahat yaşamak istiyoruz. Pek çoğumuz gözünü devlet kapısına dikmiş durumda.

“Yatırım yapma” anlayışımız gayrimenkul mülk edinme ile sınırlı. Zorluklarla mücadele azmimiz yok. Sebatsız, sadakatsiz, sabırsız ve kanaatsiz davranıyoruz. Tevekkülü tembellik ve miskinliğimize perde yapıyor, çalışmadan elde etmek istiyoruz. Kendimize güvenmiyor ve başarabileceğimize inanmıyoruz. Zihinlerimiz büyük davalara ve büyük hedeflere odaklanmadığı için himmetimiz küçüldü. Bencillik, egoizm gelişti. Şahsi çıkar sağlama, daha rahat yaşama, dünya zevklerinden daha fazla elde etme, dünya nimetleri pastasından daha fazla pay kapabilme… hayatın en önemli amacı haline geldi.

Amaçlar basitleştikçe, gayeler küçüldükçe gayretlerde küçüldü. Atalet ve dalaletten kaynaklanan sefahat sosyal yapıyı her geçen gün daha fazla tehdit etmeye başladı. Çünkü işlemeyen, çalışmayan, durağan bir bünye zamanla kokuşmaya, çürümeye, bozulmaya ve yok olmaya mahkûmdur. İki yüz yıldır kanayan bir yaramız olan ümitsizlik ve şevksizlik illetini, şevk-i mutlak yani her zaman, her yerde, herhalde ve her şartta sahip olacağımız sonsuz bir şevk ile yok etmeliyiz. Asla şevksizliğe kapılmamalı ve şevkimizi kıracak şeylerden uzak durmalıyız.

Mevlâna Hazretleri bir gün talebelerine dergâhın merkebini satmalarını söyler. Talebeler: “Efendi Hazretleri bu eşek Konya’nın en iri, güçlü, kuvvetli ve en iyi yük taşıyan eşeğidir. Hem genç hem de sağlıklıdır. Üstelik dergâhın hizmetleri için bu eşeğe ihtiyacımız var.” derler. Mevlana Hz. ”Evladım satın bu eşeği.” diye tekrar eder. Talebeleri: “Hay hay Efendi Hazretleri emriniz üzere bu eşeği satalım, ama bunun sebeb-i hikmeti nedir?” diye sorarlar. Mevlana Hz. talebelerine şu ilginç cevabı verir. “Evlatlarım! Ben dikkat ettim bu eşek bir haftadır anırmıyor. Bunun şevki kayboldu. Merkebin şevksizliği talebeye de sirayet edebilir. Onun için bu eşeği satın yerine başkasını alın.” der.

Taşıdığı engin şefkat ve muhabbet hisleri ile hoşgörü ve toleransın sembolü haline gelen Mevlana Celaleddin-i Rumî gibi bir zatın, bir merkebin bile küçücük bir şevksizliğini hoş görmeyerek, tavizsiz bir tavır sergilemesi ve bu şevksizliğin bedeli olarak eşeğin satılmasını, değiştirilmesini istemesi çok ilginç değil mi? Her günahı işleyen bütün günahkârları şefkatle kucaklayan Mevlana Hazretlerinin küçücük bir şevksizliğe tahammülü ve müsamahası olmamıştır. Meğer şevk ne kadar önemli imiş!

Dinsizliğin bütün dünyada hızla yayıldığı, Kur’ân hakikatlerinin yok edilmeye ve İslam ahlakının unutturulmaya çalışıldığı bir devirde; kendisini “Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu bütün kâinata ispatlama ve yayma davasına” adayan ahir zaman müceddidi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de Risale-i Nur hizmetinin temel prensiplerini “Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükrü mutlak, şevk-i mutlak“ olarak belirtmektedir. Yani “Ahir zaman iman ve Kur’ân hizmetinin” dört temel ilkesinden birisidir şevk-i mutlak.

Şevk, lügatta , “çok büyük istek” , “şiddetli arzu” , “neşe” , “coşku”, “memnuniyet” anlamlarına gelmektedir. Şevk-i mutlak ise; her halukârda, her durumda şevk içerisinde, coşkulu, heyecanlı ve neşeli olmaktır. Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat isimli eserinde; “Hayat bir faaliyettir. Şevk ise matiyyesi (bineği) dir.“ demektedir. Öyle ise şevk; insanın “hamiyet duygularını”, “himmetini yani kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakka ve diğer mukaddesata yönelerek, bu yöneliş ile gösterdiği ciddi gayreti”, “insanın bilgilerini, düşüncelerini ve kabiliyetlerini” eyleme dönüştüren, insanı harekete geçiren ve çalışmaya sevk eden muharrik unsurdur.

Şevk, sönük olursa himmet ve gayretlerde sönük kalacaktır; şevk canlı olursa himmet ve gayretler de canlanacak, heyecanlanacak ve faaliyete dönüşecektir. Yani şevk olmazsa, faaliyette olmayacak; tembellik ve atalet hakim olarak hayatı sükuta düşürecektir. Hayatın canlanması, neşvü nema bulması ve gerçek hayata dönüşebilmesi için şevkin çok yüksek olması gerekir. Onun için şevk, hayatın hayatıdır diyebiliriz.

Şevksizlik, insanın ferdi ve sosyal hayatında ümitsizlik, nemelazımcılık, pısırıklık, tembellik ve atalet üretir. Teşebbüs ruhunu, cesareti, heyecanı, merakı ve muhakeme kabiliyetlerini söndürür. Şevki kırılan kişi veya toplumlar okuyamaz, düşünemez, araştıramaz, çalışamaz ve üretemez hale gelirler. Şevksizlik insanı işsiz ve boş durmaya, atalete sürükler. Boş ve işsiz olmanın, atıl kalmanın verdiği sıkıntı ise; birçok kötülüğün, sefahatin, kötü alışkanlıkların, suçların en önemli kaynaklarındandır.

Şevksizlik, ferdi ve toplumsal hayatta durgunlaşmanın, tembelliğin, ataletin, geriliğin ve sükûtun kaynağı olduğu gibi; şevk de gelişmenin, kalkınmanın dinamiği, motoru ve dinamosudur. Bediüzzaman Hz., şevkin insan faaliyetlerinin (sa’yi insani) buharı yani enerji kaynağı hükmünde olduğunu söyler. Çünkü insanın şevk sahibi olması amacına , hedefine ulaşabilmek için ciddi bir istek ve şiddetli bir arzu meydana getireceği için ; kişi bütün dikkatini ve zihnini bir noktada yoğunlaştıracak, bütün duygularını, latifelerini, hislerini, enerjisini ve kabiliyetlerini hedefe odaklayacaktır. Aynı güdümlü füzelerin hedefe kilitlendiği gibi bütün mevcudiyetiyle gayesine ulaşmaya ve hedefine kavuşmaya odaklanacaktır. Bu ise insana irade kuvveti, kararlılık, sabır, sebat, gayret ve heyecan kazandıracaktır. Böylesine üstün seciyelerle desteklenmiş bir kişilik , normal zamanda sahip olduğu enerji ve kuvvetin çok daha ötesinde bir enerjiye kavuşur. Riskleri göze alır, fedakarlık yapar, hedefine ulaşabilmek için bütün bilgi ve yeteneklerini maksimum düzeyde kullanır. Kendi etkinliğini ve verimliliğini yükseltir.

Şevk, insana öğrenme, araştırma, düşünme, bilgi ve düşüncelerini eyleme dönüştürme, hayata geçirme arzu ve gayreti verir. İnsanı durağanlıktan harekete geçirir, faaliyeti gerçekleştirir. Adeta insan faaliyetlerinin, çalışmanın kaynağı, bilgi ve düşünceyi faaliyete taşıyan vasıtadır şevk. Onun için ferdi ve soysal hayatta gelişmenin, ilerlemenin, kalkınmanın enerji kaynağı ve dinamosudur şevk. Şevk sahibi bir öğrenci, daha dikkatli, daha verimli ve daha fazla çalışarak; daha fazla ve sürekli öğrenme halinde olarak başarıya ulaşacaktır. Şevk sahibi bir işçi, daha az masraf ile daha çok üretim gerçekleştirecektir. Şevk sahibi bir çiftçi, daha etkili zirai faaliyette bulunacak, toprağı işleyecek, gerekli ilgi ve bakımları yapacak, daha verimli ürün hasat edecektir.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır
Kaynak: Sorularla Risale-i Nur

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: