‘İşe yarayan insan’ olabilmek

İkinci Dünya Savaşı sırasında esir düşenlerden biri hatıratında şöyle diyor:

– Bir sabah ellerimize tenekeleri verdiler: “Varilleri doldurun” dediler. Nehirden su getirip, varile boşaltınca, döktüğüm suyun alttan çıkıp gittiğini gördüm. Meğerse dipsiz varilleri doldurmamız emredilmiş. O zaman işe yaramayan, boşuna çalışan bir insan olduğumu düşünüp üzüldüm. Bunun bir işkence olduğunu anladım.

Bu şahıs, çok seviyeli insanmış. İşe yaramadığını, boşuna çalıştığını görünce yıkılmış.

Birdenbire hayalim kahvehanelere kaydı… Bu adamlar ne işe yarıyor? Ne yapıyorlar? Ya sokaklarda avare dolaşanlar? Eskiler “Sokakta boş gezenin ayağına pislik bulaşır” demişler.

“Kaldırım mühendisi” tabiri de çok hoşuma giderdi. Asfalttan evvel caddeler, yollar kaldırımdı. Boş dolaşan gençlere bu unvan verilirdi. Mühendis olduğuna belki sevinenler de vardı!..

Meyhanedekilere ne dersiniz? Dünya akıl ile ilerlerken, bunlar aklını karartıyor.

Bir arkadaşım yanıma geldi, dedi ki: “Bana iş ver, işsiz kaldım.” Ben de hay hay dedim. Sonra arkadaşa sordum, “Lisan biliyor musun?” “Bilmiyorum…” “Osmanlıca okuyabiliyor musun?” “Hayır…” dedi. “Bilgisayar kullanabiliyor musun?” “Kullanamıyorum…” “Pekiyi ehliyetin var mı?” “Yok…”

Kardeşim sana ne iş vereyim? Temizlik işçisi olarak da alamam ya! “Sana verebileceğim bir iş yok.” dedim. Arkadaşı gönderdim. Bana kızdı, “Elinize geçen imkânlardan bizi yararlandırmıyorsunuz! Böyle arkadaşlık olur mu?”

Tamam da kardeşim, insan ya kabiliyetiyle yahut bilgi birikimiyle işe yarar!

Fabrikalar, atölyeler, laboratuvarlar durmadan bir şeyler yapıyor. Bir şeyler yapan insan “yapıldığını” biliyor mu? İnsanı yapan sanatkâr kim? Neden insanı yaratmış? Neden bu alemi kurmuş? Bu alemi kuran, başka bir alemi kuramaz mı? Dünyadaki hayatımızın hesabını ahirette soramaz mı?

Hayır, ahirete de kalmıyor! İşe yaramayan insanlar itilip kakılıyor. Fakirlik onların belini büküyor. Can sıkıntısı dünyalarını zehir ediyor. Zira zamanın kıymetini bilmeyen, kıymetsiz olur. Kıymetsiz insanlar dünyanın talihsizliği…

Yıllar önce alim ve arif bir şahsa sormuştum:

– Hocam, mü’min ile kâfirin tarifini bir de siz yapar mısınız?

İki dizinin üzerinde doğruldu, elini uzatarak:

Evladım, ben beni düşünür, sen de seni düşünürsen olur gâvurluk. Ben seni düşünür, sen de beni düşünürsen, olur Müslümanlık, demişti.

O zaman anladım kimi meyve vermeyen ağaçları kesip odun yapıp yakıyorlar. Meyvesiz ağaçların zaten sonu belli.

Ya geçinemeyenlere ne dersiniz? Fakirlik küfre yakındır, buyrulmuş.

İnsanın kendini idare etmesi her zaman önemli. Kendini idare etmeyenler başkalarını idare etmeye kalkınca, mum gibi yanıp tükeniyor. Sadece kendi yanmıyor, yangın da çıkarıyor.

“Yandım!” diyenlerin sesini duymuyor musunuz?

Kısacası işe yaramayan insanlar, dünyanın tadını kaçırmış.

Amma bilgisizlik, doğru olmamak, çalışmamak, metotsuzluk üç asırdır Müslümanların başına felaket yağdırmış, ahirette çekilecek ceza bir yana dünyada bol bol bu suçun cezası çekilmiş ve halen çekilmektedir. Kendi öz yurdumuzda bile Hıristiyanlara tanınan din hürriyeti Müslümanlardan esirgenmektedir. Çünkü maddeten cılızız..

Selim Gündüzalp

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: