İslam Dininin Toplum Hayatına Verdiği Değer

Cemiyetler fertlerden teşekkül eder ama, İslamiyet yalnız kendi menfaatini düşünenlerden olmayı bize yasaklıyor. Çünkü İslamiyet ırk, dil, renk, gözetmeyen, hak bir dindir. Bu dinin müntesipleri, egoizmden-bencillikten uzak, hayatlarının tadını eş, dost, akraba ve komşuları ile birlikte alırlar. Toplumla beraber yaşamaktan mutluluk duyarlar. Yine bu sebeptendir ki, kâinatın Yaratıcısı Allah, Kur’âni Kerim’de “Ya eyyuhennasu” ( Ey insanlar) ve “Aminu Bil-lahi ve Resulihi” (Allaha ve Onun Resulune inanın) gibi Ayeti Kerimelerle insanlara hitap ederken, bütün insanlardan meydana gelen toplumu karşısına alarak, Allah’a, Resulüne ve iman esaslarına inanmaya davet ederken,  fertlere değil topluma hitap etmiştir. Ve “İnnemel Mü’minune ihvetun” ayeti kerimesi ile. Araplar, veya Türkler Kardeştir demiyor, Mü’minler kardeştir diyor.

Mensup olduğumuz İslam dini, insanlarla kaynaşmaya toplumla beraber yaşamaya o kadar önem vermiştir ki, Müslüman’ların biri diğeri ile görüşüp tanışmaları için, biri diğerine dertlerini anlatmak için, sık sık bir araya gelmelerini ister. Geçim derdi ve diğer zaruri işleri dışında kalanları, beş defa günde camiye o güzel ses olan Ezanlarla davet edip bir araya gelmelerini ister. Hatta evde iki rekât kılınan namaz, iki rekâtın sevabını kazandırırsa,  o namaz camide kılınırsa yirmi yedi rekât  namaz kılmış gibi sevap kazanılacağını Hadisi Şerif ile Peygamberimiz (a.s.m.) bize bildiriyor. Teravih namazlarını kılmak için de Müslümanların camilere koşmalarının sebebi, başka değil dinimiz cemaate verdiği önemden kaynaklanıyor. Kısacası Müslümanlık Uhuvvet-kardeşlik tir desek doğrudur.

Hele cuma ve bayram namazını kılmak için dinimiz  Müslümanların camiye gitmelerini emir etmesi yine cemaatin önemindendir, ki, Allah (c.c.) Kur’anı Keriminde müminlere münferit, toplumdan ayrı yaşamak şöyle dursun, şahsi işlerini yaparken bile kendi karar vermeyip (işi bilenlerle) meşveret etmek için, cemiyetten bilen birinden sorup öğrenmeyi, Kur’ani Kerimde iki Ayeti Kerime ile bildirerek mealen şöyle buyurmuştur: ”Yapılacak işlerde onların görüşlerini al” “Onlar ki; Rablerinin çağrısına icabet ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve idareleri, aralarında şura iledir, (meşveretledir).” ( Âl-i İmran159) (Şûrâ 38)

Hac farizasi de bu sebeptendir ki her zengin Müslüman’a ömründe bir defa gitmesi farzdır. Birden fazla hacca gidilen seferler sünnettir.

Dinimiz aynı apartmanda yaşayıp biri diğerinin hal ve hatırını  sormamak gibi bencil bir hayattan uzak kalmak, Komşun kâfir bile olsa, komşu hakkına riayetkâr biri olmamızı emreder. İşte komşulukla ilgili: Peygamberimiz a.s.m. : “Cebrail aleyhisselam komşu hakkını bana o kadar ısrarla tavsiye etti ki, Allah komşuyu mirasçı kılacak zannettim” (Kütübü Sitte206) “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” gibi düsturlar insanların biri diğeri ile kaynaşması ne kadar önemli olduğunu dini kaynaklarda rahat görebiliriz.

Bunun üzere ecdadımız, Yaratıcı tarafından önümüze serilen bu muazzam prensipleri kendi hayatı için en büyük enerji kaynağı kabul etmiştir.  Onlar kuvvetlerini Allahın Kanununa itaatten aldıkları için, milletini memnun edebildiler. Hatta o kuvvetle en büyük düşman karşısında bile asırlarca ayakta dimdik durabildiler. Yalınız dostları değil, muannit bazılarının dışında düşmanların çoğunun kalbini feth ederek onların içlerindeki buzları eritip hak olan kendileri mensup oldukları İslam safına dahil ettiler. Onlar bugün bazılarının yaptıkları gibi, başkasının yaptığı makineye, kullanma kılavuzu yapmadılar. Yani Allahın yarattığı bu insana anayasa ve kanun yapmaya kalkışmadılar. Belki Kur’anı Kerime harfiyen, uymak sureti ile dünyaya meydan okuyabildiler, Milletini o hale getirmişler ki, ırzını, namusunu, memleketlerini muhafaza  ve İslami yaymak için savaşırken, onların düşmanları dünyada yaşamak için savaşırken, ecdat ölüp şehitlik mertebesini kazanmak için savaştılar.

Evet! Biz ne kadar Allah’ımıza şükretsek azdır. Çünkü ecdattan miras kalan  terbiye sayesinde ayakta duruyoruz. Yabancıların kışkırtmalarıyla meydana gelen anarşik hadiselere katılmadan hayat sürdürüyoruz. Memleketimizde hadise çıkarmak maksadıyla, vatandaşlarımızı peşlerine sürüklemek isteyenlerin oyunlarına karşı vatandaş çok şükür ki yanaşmadı. Dış ve iç düşmanlar, çok Müslüman ülkeleri körükleyerek, onlara iç savaş açtırdılar ama Allah’ımıza çok şükür Türkiye’deki vatandaşlar onların o oyununa gelmedi.

Yani sanatın ustasının yaptığı kataloga uydular. Yani İnsanı ne anne, ne de baba, nede aptal kör sağır tabiat, yapmadı. Allah yaptı ve o insan makinesine de kullanma kılavuzu olarak, Kur’an’ı Kerimi gönderdi. Biz insanlara ona uymayı emretti. Ecdatta o kanuna uyarak yaşadığı için, İslam dinini yalnız kendileri değil başkalara da yaşatmaya muvaffak oldular.

Yine ecdadın bıraktığı o dini kaynaklı güzel adetlerine uyarak milletimizin çoğu hala düğün ve ölüm toplantılarını de ona göre yapıyor. Her ne kadar gençlerimiz maneviyattan uzak bir eğitimle kaldıysalar da, onları anarşist yapmak için uğraşanların oyunlarına gelmediler. İstismar edilenler olsa da onlar çok azınlıktadır. Toplumun menfaatini  muhafaza etmek için halkımızın içinde kalan o zayıf iman sayesinde bütün zahmetlere göğüs gererek ayakta durabilmekteyiz. Muhterem ve mübarek ecdat, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın kanununa dayanarak, bütün hareketiyle insanlara huzur temin ederken, yalınız fertleri değil, idare ettikleri milletlerin çoğunu uzun zamanlar memnun edip kendilerine bağlı tutabilmişlerdir.

Bununla beraber vatandaşlarımızın bir kısmı bencil oldu ise, onun sebebi 80 sene dine karşı gelen bir sistemle eğitilip, dini düsturlardan habersiz kaldığı için batıdaki egoizmi kabul etmekten ileri geliyor, keyif ve hoşuna giden lüks hayatın peşine koşarken başkası açlıktan ölse de bana ne diyebilen bir azınlık  memleketimizde varsa da, onları çok görmeyin. Çünkü, onlardaki o hoş olmayan haslet insanı ayakta tutan o manevi gıdadan  mahrum kalma sebebinden başka sebep değildir. “Eşyanın kıymeti aksi ile bilindiği” için, biz onlara bakarak, dinden aldığımız terbiyenin zevkini daha iyi anlıyoruz. dinin kıymetini anlamak için, bu çok azınlıkta olanlara bazen göz atmak lazımdır. Onlar başkasını kendinden iyi görse hasedinden çatlar. Aynı apartmanda beraber yaşadığı kimseleri tanımaz. apartman sakinleri ile karşılaşırsa ilgilenmez. Merdivenlerden inerken, çıkarken, onların hâl hatırlarını sormak şöyle dursun, selâm bile vermez.

Halbuki, her Müslüman, Müslüman olanlara selam vermesi dinimizin bir emri olduğu için, Müslüman, din kardeşine selam vermeye kendini borçlu bilir. Görüştüğü zaman selam verir, hal ve hatırını sorar. Onunla ilgilenir. Herhangi bir derdi var ise yardımına koşar, ziyaretine gider, evine oturmaya, beraber çay içmeye, hatta bazen da komşusunu yemeğe davet eder.

Başkasına yemek yedirmenin ehemmiyetini ve çok sevap olduğunu bilenler, herhangi sebeple evinde yemek yiyen kimseye, “ye kardeşim bereketimizin artması için yemeniz lazım” derler.

Yani Müslüman arkadaşı veya komşusu ile, sevgi bağları kurar. O sevgi ona kardeşin ve komşunun kederinden hisse almaya sebep olur. Ölümlerine ve düğünlerine katılır. Hatta evlenme,  sünnet ve ölüm merasimlerine iştirak edip toplanan kalabalığın derecesine göre, ev sahibinin şerefi artar.

Demek o düğün ve ölüm sahibi daha önce hal ve hareketi ile toplanan halkın kalplerini fethedip  gönüllerini kırmamış ki, o halk bu düğün veya ölüm sahibinin kalbini memnun etmeye gelmişler.

Siz de şahit olmuşsunuzdur , bazı defa, bu gibi toplantılara bazı kimseye yakın akrabalarından başka kimsenin gelmediğini görürüz. Demek ki onun iyiliği hiç kimseye dokunmamış. Hiç kimsenin sevinçli veya üzücü hallerinde tesellide bulunmamış ki, bu duruma düşmüş.

Bugün Müslüman’ın en büyük derdi olan evlatlarını ahlaksızlıktan korumak gibi mühim işlerini temin etmek için de, toplum hayatından ayrı kalmaması lazım. Tanıdıklarımdan kendini bilgili sanan kimseler, kendi bilgilerine güvenerek,   dine hizmet etmek maksadı ile bir araya gelen kimselerle birleşmeye yaklaşmadıkları için evlatlarını da koruyamadılar. Bu sebepten Bediüzzaman Hazretleri “ Zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet “Şahs-ı maneviye” göre olur. Yani (Sırf Allah rızası için bir araya gelenlerden manevi büyük bir şahsiyet meydana getirdikleri için, kıymet kazanırlar ve işlerini  rahatlıkla hallederler.)Diyor.

Araştırın ahlaklı ve disiplinli dinini yaşayan bir genç görseniz muhakkak ki o iyi gençlerle karışıp, onların grubunda yetişmiştir. Ferdi çalışmasının neticesinde bazıları kurtulabilmiş olsa bile, onlar çok az oldukları için, umumi kaideyi bozmazlar.

Yalnızlığın acı neticesini görmek için bakın. Evlenme çağına gelmiş şehit dedelerin torunlarına. Hanım kızların bazıları nasıl toplum hayatından kopup, kaynana ve kaynataya hizmet etmemek için, bekâr kalıyorlar. evin kirasını rahat ödeyebilecek bir eş bulamayınca evlenmiyorlar. Bu hanım kızlar, bütün hayatlarının balayındaki gibi mi geçeceğini zannediyorlar? İleride kaynata ve kaynanaya ne kadar muhtaç olacaklarını onlar bilmiyorlar. Bilenlerin nasihatlerini de dinlemiyorlar. Bu kardeşler düşünemiyorlar ki, eğer ömürleri varsa, onlar da kaynana olma yolundalar. Onlarda gelinlerinin yardımına muhtaç olacakları ihtimalden uzak değil. Hatta Allah göstermesin yatalak hasta da olabilirler. O hanım kız bu günden bilmesi lazım ki, ekmeden biçmek olmaz. O bugün beyinin annesine ve hısım akrabasına hürmet edip sahip çıkmazsa, yarın onun gelini de ona sahip çıkmayacaktır.

İşte! Bu başka değil, din kültürü alamayıp, sevap ve günaha inancı zayıf olanların halıdır. Bu dünyada yaptıkları iyi ve kötü hareketlerin mükâfat ve cezasını, âhirette göreceklerine ya inançları  zayıf, ya yok. Onlar yalınız yaşadıkları günü düşünüyorlar, ileride başlarına neler geleceğini, bilemiyorlar. İki hayatını cennet yapmak için onlara verilen aklı, maddi menfaatlerini temin için kullanmak fikriyle yaşıyorlar. O bencil fikir, insanı bu geçici hayatta  bile, mesut edemiyor.

Başkasının malına haset edip, yalınız kendi menfaatini düşünenler bu dünyada da rahat olmadıklarına bir misal:

Hazreti Musa zamanında çok fakir biri varmış. Hazreti Musa’ya: Ya “Musa! Sen her gün Allah’la bin bir kelam konuşmağa gittiğin zaman,  Allah’a benim namıma yalvar, ekmek paramı çıkarmak için,  odun taşıma aracı bir merkebim olmasını nasip etsin.” Hazreti Musa da Allah’ın huzuruna varınca, Ya Rabbi sana her şey malum, biri bana bir emanet etmişti. Allah da, Hazreti Musa’ya, evet biliyorum, sen o adama söyle. Bir merkebi olan komşusu için dua etsin ki, onun iki merkebi olsun da ondan sonra ona bir merkebi olmasını  nasip  ederim demiş. Hazreti Musa da, Allah’ın emanet ettiğini sahibine söyleyince; “onu kabul etmeyip, ben öteden beri onun var olan merkebinin telef olmasını istiyorum. Bana hiç vermese bile, onun iki tane olmasını istemem der.” Oysa insanlar komşularının mallarından yararlanırlar, komşusuna haset eden kendiside mahrum kalır.    Batıdan gelen egoizmi daha güzel anlamamız  için, İsviçre de çalışan birinin  anlattıklarını dinleyelim: “İsviçrelilerden bir baba, ayrı yerde yaşayan oğlunu ziyarete gitmiş. Oğluna vardığında, oğlunun hanımı yemek yemeleri için sofrayı kurmaya hazırlanıyormuş. O sırada, hanımcağız oğlunu ekmek almaya gönderiyor. Oğlu da evden çıkıp sokakta aklına geliyor, aşağıdan bağırıyor “Dede! eğer sende bizde yemek yiyeceksen para ver de sana da ekmek alayım” İşte batının ahlak sermayesi. Yalnız kendi menfaatini düşünür.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: