İslama İnanmanın Şekli Ve Faydaları

Müslüman Kardeşlerim! İnsanların imanını takviye eden bilgiler Hayati meseleler değerindedir. Bir insan lazım olan şekilde imanını takviye edebilmesi onun için hayati mes’ele hükmündedir. İman esaslarını kendisinde yerleştiren Mü’min şüphesiz ki İslâm ahlâkına sahip olan biridir. Evet bu devirde vatandaşlarımızın Allah’a inancı zafiyete uğradığı için, Allah’ın varlığını ve birliğini delilleri ile kabul eden kimse Bahtiyarlığın zirvesine ermiştir.  Çünkü o Allah’ı sıfatları ile tanımanın ehemmiyetini kavramış biridir. Evet Altı İman esasları bir bütündür, fakat ehemmiyetçe: Birincisi Allaha inanmak gelir  ikinci derece de de, Haşirdir, yani öldükten sonra dirilmek yerini alır. İmanın altı esasını kabul eden kimse Allahın varlığını ve birliğini ve öldükten sonra dirilip hayatının hesabını inceden inceye vereceğine inanmanın çok ehem olduğunu unutmamalı. Çünkü öldükten sonra dirileceğine ve hayatın hesabını inceden inceye vereceğine sağlam inanan insanın hayatı üzerinde büyük bir rol oynayacağını unutmayalım. Bu inanca sahip olan kimsenin cemiyette değeri yüksektir. Onun amelinde ve ahlakında noksanlık görmek kolay bir şey değildir.

 

Böyle bir imana sahip olan insan, za’fı imana uğrayan kimse ile karşılaşıp onunla tartışmaya girince boş laflarla değil  “mantalite” denilen ispat yolunu seçer. Çünkü bugün dışarıdan gelen materyalist felsefesi, vatanımızda yaşayan insanlarımızın bir çoğunun, bilhassa okul çağındaki öğrencilerin akıllarını gözlerine indirdikleri için, onlarda mevcut olan taklidi imanı, bir çoğundan aldı, götürdü. Artık Müslümanlar inanç meselesini akıl gözüyle, görmeden kabul edemiyorlar.

 

Bugün bir kimse, dini bir kitap yazmaya kalktığı zaman, bu asrın fen ve felsefesini tahsil edenleri karşısına almazsa, yani onlara bir şey vermeye çalışmazsa emeği  İlimden kültürden yoksun kimselerle sınırlı kalır. Her ne kadar şimdiki idare gençlerin dindarlığına ehemmiyet veriyor, ama bir asra yakın uzun bir devir okulda din değil, tabiat ve maddecilik felsefesi hakim idi. Biz Risale-i Nur eserlerinden aldığımız kuvvet ile önce öğretmenleri ve profesörleri delillerle ikna edebilirsek, o zaman öğrencileri de tabiat batağından kurtarmış olmuş  olacağız.

 

Evet!  Yirminci asırda yetişen neslin imanı ne kadar yara aldığını anlamamız için, bu idareden önce yetişen entelektüel tabakanın fertlerinden, Risale-i Nurlardan hisse alabilenler müstesna, ötekilerden camiin kapısını bulup namaz kılanlar çok az kişiler imişti, bunu sizde takdir edeceksiniz.

 

Evet! Allahın sanatlarını tabiata veren materyalist fikirliler, maneviyattan haberleri olmadığı için, inkâra saptıklarını görmemezlikten gelemiyoruz. Halbuki insan imanlı olabilmesi için, yalınız kendi vücudunu biraz incelese yetecektir. Kainatın hulasası ve meyvesi olan bu insanı, bir hücreden 80-100 trilyon hücreye kim çıkardı. Yalınız böbreklerin kıymetini öğrenmek için, haftada 3 defa diyaliz makinesine girenleri düşünsek yetecektir. Şeftali büyüklüğünde milyonca sösgec’i olan böbreklerimiz iki sıvı maddeyi nasıl ayırıyor. Tıbbın Üroloji bölümünde Böbreklerin faaliyetlerini inceleyene “nefronoji“ derler. 100 k.m değil 100 bin k.m civarında damarla techiz edilen bu insanı Kör, Sağır, Aptal tabiat mi yarattı diyeceyiz? Yok, yok. Kudreti sonsuz Allahtan başkası bunu yapamaz kardeşlerim! Bu sebepten, her ne kadar dış görünüşte bu insanlar, biri diğerine benzeseler de  imanlı insan ateistten çok farklıdır. Ateistten iyilik beklemek aptallıktan başka bir şey değildir. Müslüman ise çok farklı bir varlıktır. O aç olan birini doyururken kendi zevk alır. Onun için  İmanımızdan gelen şefkat, günahkârların yardımına koşmayı bize emrediyor. Onlara küsmek değil, şefkatle davranmak icap ediyor. Bugünkü inkârcılar tahsil görmüş kimseler oldukları için, onları da biz medeni sayıyoruz ”Medenilere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir.” kaidesine uyarak, Allah’ın varlığını kabul edemeyenlere de deliller göstererek ikna ederiz ümidini taşıyarak yaşarız. Bu yazı, yalınız tabiat bataklığına saplananlara veya imanı zayıf kimseler için değil, belki, herkese  faydalı olacağı ümidindeyim.

 

Bugün bizi bir husus çok sevindirmektedir:  Hak yolda yürüyen cemaatlere bağlı olanlar, günden güne olgunlaşıp ön yargılı davranmaktan kurtulup meselelere objektif bir nazarla bakabiliyorlar. Bu kardeşler, kabiliyetleri nispetinde,  bağlandıkları cemaatle hayatlarını devam edrken, başka cemaat mensuplarını tenkit etmeye ihtiyaç duymuyorlar. Böylece düşmanların oyunlarına gelmekten kurtulup, ehli sünnetten olan öteki cemaatlerle de kardeşliğini koruyarak neticeye varma sevinci ile günden güne ilerliyorlar. Çünkü, geç de olsa, anladılar ki, ehli sünnet dahilinde olan cemaatler, Ordunun Karacısı, Havacısı Denizcisi ve Candırmacısı gibi bir bütündürler. Bunların hepsi orduya hizmet ettikleri gibi. Ehli sünnet cemaatinden olanlarda İslama etmiş oluyorlar. Fıkıh, ilmihali, ve Kur’an’ı Kerimi ders vermek ve almak gibi meseleler, her Müslüman’ın  öz be öz  meselesidir. Fakat bugün herkes görüyor ki taklidi imanla iş zorlaştı. Her zamanın hastalığı farklı olduğuna inanmamız lazım ve mecburuz. Bu sebepte biz Nur talebeleri Risale-i Nurlarda geçen imanı ispatlama meselesini ön plana almışızdır. Onunla beraber fıkıh meseleleri ile Kur’an okumayı da asla ihmal edemiyoruz.

 

Evet, şuurlu Müslüman, Peygamberimiz (a.s.m.) ın “Siz düşmanın silahıyla silahlanınız.” Sözüne aykırı hareket edemez. Nasıl ki maddi sahada düşmanlarımız kıtalar arası füzeyle savaşırken, biz yukarıda geçen Hadis-i Şerifi görmemezlikten gelip, benim Peygamberim (a.s.m.) kılıçla savaşmıştır, ben de ona uyarak kılıçla savaşırım desek Allah’ın bu dünyadaki hikmet kanununa zıt hareket etmiş olmuş oluruz. Ve bu hareket bizim mağlup olacağımıza bir sebep teşkil etmiş olur.

 

Aynen onun gibi, manevi sahada da, düşmanlar bizden aldıkları fen ve felsefeyi bize karşı silah yapıp imanımıza saldırdıkları bir zamanda, bir Müslüman, Bediüzzaman Hazretlerinin bu zamanın ihtiyacına cevap veren Risale-i Nur eserlerinden istifade etmezse, zarar edeceği bellidir. Bu eserler uluslararası ilim dünyası tarafından kabul gördüğü bir zamanda, Müslüman Türk te   bu eserlerden istifade etmeye kendini mecbur hissedecek. Çünkü karşımıza dikilen ateist, “ben Allah’a inanmıyorum, sen de bana (Ayeti Keri,me-i kast ederek) O’nun Sözünü okuyorsun” Yanı: ona göre (Var olmayan adamın sözünü anlatmak gibi bir şey) Üniversitede ateist olan kimse, öyle diyeceğini bildiğimiz için, ona Ayet okuyamıyoruz. Ona, ancak fen bilgilerinden hazırlanan delillerle cevap vermek gerektiğini bilmek mecburiyetindeyiz. (Ayeti kerime ve Hadisi şerif Müslümanlara okunur.) Bu sebepten asrın her derdine göre, Kur’an ilaç olmuştur. Üstadın tabiri ile: “Bu güne kadar 350.000 cilt tefsir yazılıp basılmış.”

 

İşte, bunun için Allah’ımız bize yirminci asrın hastalıklarını iyi keşfedip, Âyet ve Hadisleri, ana kaynak  yaparak zamanın ihtiyacına cevap verebilecek olan, Onun makbul kulu Bediüzzaman Hz. ne kabiliyet ihsan edip Çok ağır şartlar altında, yanında Kuer’anı Kerimden başka kaynak kitap bulunmadığı halde, 14 cilt Risale-i Nur Külliyatını yazdırıp, Bediüzzaman gibi bir zatı bize göndermiş ve bu zat fenni delillerle iman hakikatlerini ispat etmiş. Biz de bu eserlerden istifade etmeye kendimizi mecbur hissediyoruz.  Bunun için ben fakir doğum yerimde büyük zatlardan aldığım bilgileri Risale-i Nurları anlamama bir hazırlık kabul ederek, yarım asırdan fazla Risale-i Nurlardan aldığım dersleri bu bilgilerle birleştirdim ve vatandaşıma faydalı olur ümidiyle Nurnet.org siteyi okuyanlarla bilgilerimizi paylaşmaya Allahın yardımı ile çalışiyoruz.

 

 

 

Bizden sa’yu gayret, Allah’tan tevfik ve hidayet temennisi ile 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: