İsm-i Âzam’ı bilen var mı? İsm-i Azam Nedir?

Yüce Allah’ın ismi yüzlercedir, binlercedir. Kur’an’da yüzlerce vardır. Peygamberimiz Allah’ın 99 ismini bildirir. Cevşenü’l-Kebir, Peygamberimizin özel bir duasıdır ve Allah’a 1000 ismiyle dua eder. Fakat Allah’ın kelamı/kelimeleri sayıya gelmeyecek kadar çok olduğu gibi, isimleri de sonsuzdur, sayısını sadece Allah bilir.

Allah’ın isimleri içindeki en büyük isme İsm-i Âzam denir. Öyleyse İsm-i Âzam hangisidir?

Bu sorunun ilk cevabını Peygamberimizden öğreniyoruz.

“Allah’ın İsm-i Âzam’ı şu iki ayettedir:

1. İlahınız, tek olan ilahtır, ondan başka ilah yoktur, O Rahman ve Rahim’dir. (Bakara, 2:163)

2. Elif Lam Mim. O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur, O Hayy ve Kayyum’dur” (Al-i İmran, 3:1-3)”

Bir adam şöyle dua ediyordu: “Ey Allah’ım! Hamdlerim Sanadır, nimetleri veren Sensin, Senden başka ilah yoktur. Sen semavat ve arzın celal ve ikram sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyumsun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak Senden istiyorum!

Bu duayı işiten Peygamberimiz sordu: “Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?

Allah ve Resulü daha iyi bilir?

Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a yemin ederim ki, Allah’a İsm-i Âzam’ı ile dua etti. O İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse verir.”

Her ismin azamlık mertebesi

Peygamberimiz tek ismi değil de, birkaç ismi birden İsm-i Âzam olarak bildiriyor. Bu açıdan ulema, İsm-i Âzam’ın hangi isim olduğu hususunda kesin bir şey söylemez.

Mesela Bediüzzaman Said Nursî kendisine yöneltilen bir soru üzerine diyor ki: “Mektubunda İsm-i Âzam’ı sual ediyorsun. İsm-i Âzam gizlidir. Ömürde ecel, Ramazan’da Leyle-i Kadir gibi, esmâda İsm-i Âzam’ın gizlenmesinin mühim hikmeti var. Kendi nokta-i nazarımda hakikî İsm-i Âzam gizlidir, havassa (büyük Allah dostlarına) bildirilir. Fakat her ismin de âzamî bir mertebesi var ki, o mertebe İsm-i Âzam hükmüne geçiyor. Evliyaların İsm-i Âzam’ı ayrı ayrı bulması bu sırdandır. Hazret-i Ali’nin (r.a.) Ercûza namında bir kasidesi Mecmuatü’l-Ahzab’da var. İsm-i Âzam’ı altı isimde zikrediyor. İmam-ı Gazâlî onu Cünnetü’l-Esmâ namındaki risalesinde, Hazret-i Ali’nin zikrettiği ve İsm-i Âzam’ın muhîti olan o altı ismi açıklamış ve hassalarını (özelliklerini) beyan etmiştir. O altı isim de Ferdün, Hayyün, Kayyûmun, Hakemün, Adlün, Kuddûsün’dur.” (Barla Lâhikası,175)

Bu konuya Otuzuncu Lem’ada şöyle bir açıklama getirilir: “İsm-i Âzam herkes için bir olmaz; belki ayrı ayrı oluyor” dedikten ve Hz. Ali’nin İsm-i Âzam’ı olan altı ismi belirttikten sonra, “İmam-ı Âzam’ın İsm-i Âzam’ı Hakem, Adl, iki isimdir. Ve Gavs-ı Âzam’ın İsm-i Âzam’ı Hayy’dır. Ve İmam-ı Rabbânî’nin İsm-i Âzam’ı Kayyûm ve hâkezâ, pek çok zatlar daha başka isimleri İsm-i Âzam görmüşlerdir.”

Yirminci Mektup’ta ise aynı zamanda bir hadis olan “Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh…” Tevhid kelimesinin de bir İsm-i Âzam olduğundan söz eder.

Her ismin bir âzamlık mertebesi vardır. Bütün isimlerin en âzamî (yüce, büyük) mertebesinde Sevgili Peygamberimiz vardır. Ona inen Kur’ân-ı Kerim ise Arş-ı Âzam’dan ve İsm-i Âzam’dan gelmiştir. Öldükten sonra dirilme anlamına gelen haşir ve kıyamet ise İsm-i Âzam’ın ve bazı isimlerin en yüce mertebede mazharı ve tecellisidir.

Allah lafzının kökeni

Allah” lafzı özel isimdir, sadece Allah için söylenir ve Allah’a aittir. Kutsal olarak inanılan ve tapınılan hiçbir puta ve batıl mabuda bu isim verilmez, verilmemiştir.

Mesela, Tanrı, Huda, Rab, İlah birer cins isimdir, bunların Tanrılar, Hudayan, Erbab ve Âlihe gibi çoğulları olur, ama “Allah” lafzı için “Allahlar” gibi bir şey söylenmez ve söylenmemiştir.

Elmalılı Hamdi Yazır “Bismillah”ın tefsirinde “Allah” lafzı üzerinde sayfalar dolusu açıklamalarda bulunur. “Yahudiler ve Hıristiyanlar ’lâha‘ derler, Arap bu lafzı alıp tasarruf ederek ’Allah‘ demişler” naklini yapar.

Bu arada Arapça dil bilginleri arasında çok farklı açıklamaları ve yorumları verir. Daha sonra da başta Râzî olmak üzere meşhur ve muteber tefsir âlimlerinin, “Lâfza-i celal, Allah Teâlâ için bir âlem isimdir, bir başka kelimeden türetilmiş değildir” hükmüne varır ve kendisi de bu kanaatini dile getirir.

Allah’ın zatı bütün isimlerden ve sıfatlardan öncelikli olduğu gibi, ismi de öyledir. “Allah, mabud olduğu için Allah değil, Allah olduğu için Allah’tır” cümlesinde, Allah ibadet edilen bir varlık olduğu için değil de, Allah olduğu için Allah olmuştur, hakikatine parmak basar.

Yani insanlar Allah’ı Mabud olarak, ibadete layık olan tek varlık olarak tanısın tanımasın Allah zatında Mabud’dur; O’na her şey ibadet ve kulluk yapmakla borçludur.

Bu açıdan “Allah” lafzı başka bir dilden alınmış ve türetilmiş değildir; dil açısından ismi de zatı gibi ezeliyet perdesi/peçesi içindedir. Allah’ın kendisi ezeli olduğu gibi ismi de ezelidir. Yani Allah’ın varlığı hiçbir varlığın varlığına muhtaç olmadığı gibi, ismi de öyledir.

“Allah” lafzının Kur’ân inmeden önce de Araplar arasında var olduğu biliniyor ve bu husus bazı âyetlerde belirtiliyor.

Allah lafzı Hazret-i İsmail’den beri bilindiğine ve kullanıldığı gibi, ondan binlerce sene önce yaşamış olan Âd ve Semud kavimlerinde ve ilk peygamberler tarafından da biliniyordu.

Tirmizi’de yer alan ve Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimizin “Allah Teala, Hz. Adem’i (a.s) yarattığı ve ruh üflediği zaman, Adem hapşırdı ve elhamdülillah diyerek, izni ile Teala’ya hamd etti” (Tirmizî, Tefsir, Muavvizateyn, 3365) buyurduğu haber verilir.

Demek ki, Hz. Âdem’in ilk sözü “Elhamdülillah” olduğuna göre, Allah’a hamd henüz cennette iken başlamış oluyor.

Bazı rivayetlerde cennetin kapısında “Lâ ilâhe illallah” cümlesinin yazıldığı yer aldığına göre, Allah lafzı insanlıktan önce de vardı ve mevcuttu.

Yahudilerin ve Hıristiyanların “Allah” lafzını kullanmamalarının temelinde, onların birinci derecede tevhid inancından uzak düşmeleri; birisinin Allah’ı kendi milletlerinin özel bir mabudu olarak görmeleri, diğerinin de teslis/üçlü ilah inancına düşmeleri gibi etkenler sebep olmuştur.

Zaman içinde Tevrat ve İncil diğer dinlere tercüme edildiği, tarihî seyri itibariyle bir hayli tahrifat ve değiştirmelere tabi tutulunca “Allah” lafzı da bu arada ihmal edilmiş ve unutulmuş olsa gerektir.

“Tanrı” demek doğru mu?

Türkler Müslüman olmadan önce “tengri” dedikleri bir güce inanıyorlardı. Bu kelime “gökyüzü” anlamına da geldiği için yaratıcıyı gökte farz ederek bazen göktanrı dedikleri de olmuştur. İslam’ı kabul ettikten sonra da Tanrı kelimesini kullanmaya devam ettiler. Bugün bile mesela, “Tanrı misafiri” denir de, “Allah misafiri” denmez. Mehmed Âkif bu ifadeyi “Demek almayacak Tanrı selamını bile” mısraında kullanır.

Türkçe olarak yazılmış eski dinî kitaplara ve manzum eserlere baktığımızda Allah’tan bahsederken İlâh, Rab, Hüdâ, Yezdan gibi Arapça ve Farsça isimlerin Türkçe Tengri (Tanrı) karşılığında kullanıldığını görürüz. Mesela bir ahlak ve nasihat kitabı olan Yusuf Has Hacib’in kaleme aldığı Kutadgu Bilig’de Allah kelimesi geçmekle beraber, bazen “Tengri Teâlâ” olarak da geçer.

Bununla birlikte “Tanrı” kelimesi “Allah” kavramını tam olarak karşılamaktan uzaktır. Çünkü tam yerini tutamaz. Günümüzde de, özellikle diğer batıl dinlerde kutsallık izafe edilerek çeşitli görevler yüklenen putlara Tanrı denirken, hiçbirisi için “Allah” lafzı kullanılmaz ve kullanılamaz. Dinler Tarihi araştırmacısı olan Hikmet Tanyu, “İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı” isimli kitabında, “Allah karşılığında Tanrı kelimesi kullanılabilir, fakat her Tanrı, Allah değildir” derken, farklı bir yoruma yer verir.

Elmalılı Hamdi Yazır ise konuyu derinlemesine incelerken şu tespitlerde bulunur: “Batıl mabudlara, ‘Tanrı’ cins isim olarak verilir. Müşrikler birçok Tanrılara taparlardı. ‘Falanların Tanrıları şöyle, falanlarınki şöyledir’ denilir. Demek ki ‘Tanrı’ bir cins isim olarak ‘Allah’ özel isminin eşanlamlısı değildir. Bu açıdan Allah ismi Tanrı adı ile tercüme olunamaz. Bunun içindir ki, Süleyman Efendi Mevlidine ‘Allah adıyla’ başlamış ‘Tanrı adı’ dememiştir.” (Hak Dini Kur’an Dili, 1:24)

Tanrı olsa olsa “İlah” karşılığıdır. Bunun için Süleyman Çelebi Mevlid’inde, “Birdir Allah, andan artık Tanrı yok” diyerek “Tanrı” kelimesini İlah karşılığında kullanırken, Hasan Basri Çantay, “Lâ ilâhe illallah” cümlesini “Allah’tan başka Tanrı yoktur” şeklinde tercüme ederek aynı şekilde Tanrı kelimesini İlah karşılığında kullanmıştır.

Mehmed Paksu

Moral Dünyası Dergisi

NurNet Ekibi Notu: İsmi-i Azam Duası için tıklayınız!

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: