İsteseler de İstemeseler de Osmanlıca Öğrenilecek

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Bilkent Otelde düzenlenen 5. Din Şurası’na katılarak bir konuşma yaptı.
 
Türkiye’nin pek çok güncel meselesinde olduğu gibi, bölgede ve dünyada dinin ve dine müteallik meselelerin tartışmaların odağında yer aldığı bir süreçten geçildiğini aktaran Erdoğan, Batı’da kiliseyle devlet arasında ya da kiliseyle bilim arasında asırlar boyunca devam eden tartışmaların, dinin kamusal alandan silinmesi, dinin bireyin özel hayatına hapsedilme mücadelesine dönüştüğünü aktardı.
 
Batı’da asırlardır devam eden bu mücadelede kimin ne kadar başarı sağladığının bugün bile tartışma konusu olduğunu belirten Erdoğan, şunları söyledi:
 
“Sizler de çok iyi biliyorsunuz ki Batı’da Hristiyanlığın bıraktığı boşluk, modernleşme gibi, kapitalizm gibi, para, teknoloji, moda hatta bilim gibi önemli bir çoğunluk tarafından din kabul edilen olgularla doldurulmak istendi.
 
Başta Türkiye olmak üzere bazı İslam ülkeleri, Batılılaşma süreçleri içinde birçok şeyi taklit ettikleri gibi ne yazık ki kilise ile devlet, kilise ve bilim arasındaki tartışmaları da taklit ettiler. Batı’da Hristiyanlıktan oluşan boşluğa örneğin yurttaşlık dini ikame edilirken Türkiye gibi Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde de benzer bazı denemelere girişildi. Hristiyanlık tartışmalarında din bir afyon olarak tanımlanırken, aynı tavır ülkemize ya da başka İslam ülkelerine bir taklit olarak yerleştirilmek, ikame edilmek istendi.
 
Son 200 yıldır Türkiye topraklarında yaşanan tartışmaların önemli bir çoğunluğunun merkezinde aleni ya da gizli şekilde din vardır. Dine müteallik meseleler, siyasetten sosyolojiye, idareden iktisada, eğitimden sanata kadar hemen her alanda gizli ya da açık özne olmuştur. Batılılaşmanın bir taklit şeklinde, bir sorgusuz sualsiz kabul şeklinde ilerlediği son 200 yıllık süreçte Türkiye’nin de Batı’daki tartışmaları yaşaması istenmiş, ancak çok bariz bir doku uyuşmazlığı ortaya çıkmıştır.”
 
Erdoğan, Batı’da yaşanan tartışmaların yaşanmadığı ve tabii bir doku uyuşmazlığı ortaya çıktığı için Türkiye’nin 200 yıldır devam eden tartışmalara, anlaşmazlıklara bunun yol açtığı baskı ve zulümlere, ayrışmalara zemin olduğunu belirtti.
 
İslamofobi sürekli körüklendi
 
İmam Hatip okulunda okumuş, fırsat buldukça da dine ait teorik meseleleri takip etmiş biri olsa da elbette böyle önemli bir konuda, böyle derin bir mevzuda değerli hocalar karşısında teorilerden bahsetmeyeceğini dile getiren Erdoğan, “Yaklaşık 40 yıldır siyasetle iştigal eden bir kardeşiniz olarak, bugün de Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı sıfatıyla benim asıl ilgi alanım pek tabii biçimde meselenin pratik boyutlarıdır. Şahsen bu alanda bir başka vazifem daha olduğunu düşünüyorum. Cumhurbaşkanı olarak, bu ülkede dine ait tüm meselelerin, tüm konuların artık özgürce ve özgüvenle ele alınabilmesi için ilgili tüm kesimleri cesaretlendirmekle mükellef olduğum inancı içindeyim” diye konuştu.
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti:
 
“Tanzimat’tan bugüne, yani yaklaşık son 200 yıldır bu ülkede bazı meseleler özgürce, özgüvenle ve cesaretle ele alınamamıştır. Türkiye’nin hemen her meselesinde bir şekilde özne olan, bir şekilde odak noktasında bulunan din konusu, objektif, tarafsız, korkulardan ve mahalle baskısından uzak şekilde gündeme taşınamamıştır. Bırakınız dine ait meseleleri özgürce tartışabilmeyi din ve dindarlar, yaklaşık 200 yıl boyunca her türlü eleştiriye, tahkire, horlamaya sistematik şekilde maruz kalmıştır.
 
Filmlerde, romanlarda, hikayelerde, karikatürlerde, bilim ve fikir dünyasında dindarlık ile cehalet hep eş tutulmuştur. Din ve dindarlık yoksulluğun nedeni olarak gösterilmiştir. Din ve dindarlık, yobazlığın, tutuculuğun, gericiliğin, baskının nedeni olarak lanse edilmiştir. Gerek Türkiye’de gerek tüm İslam coğrafyasında din hep terakkiye mani olarak anlatılmıştır. İslamofobi dediğimiz faşizmle eşdeğer olan hastalık, sadece Batı’dan Doğu’ya yönelen bir sorun değildir. Türkiye’de ve İslam coğrafyasında bizzat içeride, idareciler, siyasetçiler, bilim insanları, düşünürler ve medya yoluyla İslamofobi sürekli körüklenmiştir. İslamofobiklere göre, İslam dünyasının geri kalmasının sebebi dindir. Bunlara göre İslam coğrafyasının kanla, gözyaşıyla, terörle anılmasının sebebi de budur. Bilimde ve teknolojide geride kalmanın sebebi işte bu islamofobiklere göre dindir. Öyle bir taarruz yapılmış, öyle sistemli bir saldırı gerçekleşmiştir ki İslam dünyası, özellikle de İslam dünyasının münevverleri kendilerini savunmaktan, defansta kalmaktan ofansif bir hareketin içine girmemiştir, girememiştir. Asıl meselelere yönelmeye fırsat bulmamışlardır.”
 
İlk emir ilim
 
Erdoğan, “Bakınız, vahiy çok ortada, açık. İlmi, akletmeyi emrederken yıllardır, on yıllardır bizim ülkemizde bazı zihniyet mensupları hep akıl ve bilimden başka bir şey tanımamışlardır” dedi.
 
Bu zihniyet mensuplarının dine ve vahiye ciddi bir saldırıda bulunduklarını dile getiren Erdoğan, “Biz öyle bir dinin mensubuyuz ki ilk emir ilim. Oku diye emreden bir dinin mensubuyken, adeta sanki ilmi reddeden bir din varmış gibi sunulmaya çalışılmıştır. Öbür tarafta sanki aklı inkar eden bir din varmış gibi sunulmaya gayret edilmiştir. Halbuki bizim mukaddes kitabımız Kuranı Kerim’de birçok yerde sürekli olarak, akletmek emredilmiştir. ‘Akletmez misiniz?’ Sürekli bu bize uyarı şeklinde hep hatırlatılmıştır” diye konuştu.
 
Erdoğan, böyle bir dinin mensuplarının, vahyin bir kenara konulup aklın ve bilimin tek çıkış yoluymuş gibi gösterilmesinin manidar olduğunu bildirdi.
 
Erdoğan, bu ülkede, bu topraklarda kimi zaman Kuran’ın okunmasının, kimi zaman öğretilmesinin, hatta bir dönem ezanın aslıyla okunmasının yasaklandığını ifade etti. Başörtüsünün, din eğitiminin yasaklandığını, camilerin kapatıldığını, kimi camilerin ahır olarak kullanıldığını anlatan Erdoğan, yasakların ötesinde sakal bırakanların, başörtüsü takanların, aslıyla selam verenlerin, namaz kılanların mütemadiyen horlandığını, tahkir edildiğini, bazı imkanlardan da mahrum bırakıldıklarını kaydetti. 
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti: 
 
“Din ve dindarlar söz konusu olduğunda her türlü tasarruf yapılabilmiştir. Kitaplarla, filmlerle, yazılarla, resim ve karikatürlerle özgürlük adı altında en kutsal değerler tahkir edilebilmiştir. Bütün bunların karşısında bırakınız dinin yaşanmasını; dinin konuşulmasına, dini değerlerin muhafaza edilmesine, dine ve dindarlara yönelik saldırılara karşı cevap verilmesine dahi müsaade edilmemiştir. Dindarların en tabii haklarını savunan, yani normalleşmeyi savunan siyasetçiler, gerici, din istismarcısı, bu yaftaya maruz bırakılmış, hatta sırf bu mücadelelerinden dolayı darağacına, ipe çekilmişlerdir.
 
Şunu da üzülerek ifade etmek durumundayım: Sahte hocaların, sahte dindarların adeta toplumu zehirlemek için yaptıkları mücadele bu ülkede maalesef desteklenmiştir. Hatta hatta teşvik edilmiştir. Resmi ideolojinin dar kalıpları içinde kalan sözüm ona alimler teşvik edilmiş, sırtları da sıvazlanmıştır. Vatanına ihanet şebekesi kuran, din adamı maskesi altındaki şarlatanlar, ulusal ya da uluslararası teşviklere mazhar olabilmiştir. Dini özünden, ruhundan koparmaya çalışan, dini sinsice çarpıtmaya çalışanlar, dini bu noktada özel menfaatlere dönüştürmeye çalışanlar, ekranlar yoluyla bu ülkede evet, imkanlarına imkan katmışlardır.
 
Bütün bunların karşısında samimi şekilde, hasbi şekilde Allah’tan korkarak, ilim erbabı olmanın sorumluluğunu idrak ederek konuşanlar, yazanlar, mücadele edenler, en ağır baskılara, en ağır zulümlere, evet, maruz bırakılmışlardır.”
 
Eğer hedef yapılıyorsak…
 
Erdoğan, siyasi hayatları boyunca, kendisinin ve yol arkadaşlarının ulusal ya da uluslararası çok sayıda saldırı, hakaret ve operasyona maruz kaldığını, ulusal ya da uluslararası ölçekte bu operasyonların hala devam ettiğini belirterek, “Neden biliyor musunuz? Çünkü biz bu millete özgüven aşılamanın mücadelesini verdik ve veriyoruz. Biz, bu millete cesaret aşılamanın mücadelesini verdik ve veriyoruz. Sadece milletimize değil, komşularımıza, bölgemize, tüm insanlığa özgüven aşılamanın, cesaret aşılamanın, bazı soruları sorma yönünde teşvik etmenin mücadelesini veriyoruz. Eğer hedef yapılıyorsak, boşuna yapılmıyoruz. 200 yıldır sorulmayan, sorulamayan soruları sorduğumuz için içeride ve dışarıda hedef yapılıyoruz” diye konuştu.
 
Yakın geçmişte “dindar nesil” dediği, başörtüsü yasağını kaldırdıkları, eğitimde 4+4+4, yani 444 modelini getirdikleri, Kuran-ı Kerim ve Siyer-i Nebi derslerini seçmeli ders yaptıkları için çok ağır eleştirilere, hakaretlere, hatta saldırılara maruz kaldıklarına dikkati çeken Erdoğan, “Zorunlu din dersini tartışıyorsunuz da zorunlu fizik dersini neden tartışmıyorsunuz?” dediği için içeride ve dışarıda saldırıya maruz kaldığını söyledi. 
 
Erdoğan, şunları kaydetti:
 
“(1. Dünya Savaşı’nı konuşalım) dediğimiz için aynı şekilde saldırıya maruz kaldık. ‘Amerika kıtasını, Müslümanlar daha önce oraya ulaşmıştı’ dediğimiz için saldırıya maruz kaldık. Ardı ardına buna yönelik kitaplar piyasada var. Şimdi bunların hepsi ortaya çıkmaya başladı. Kadınlar için ‘eşit’ kavramının çeviri bir kavram olduğunu, asıl kavramın ‘eşdeğer’ olması gerektiğini söylediğimiz için aynı şekilde yine saldırıya maruz kaldık. En genel manada, önce Türkiye’de, ardından tüm mazlum ve mağdur milletler nezdinde yoksulun, mağdurun, mazlumun, haksızlığa, gadre uğramışın, garibin ve gurebanın, dindarın hakkını savunduğumuz için, milletin iradesini, sandığı savunduğumuz için, milletin hür iradesiyle vazife yüklendiğimiz için bizden rahatsız oluyor ve bizi hedef yapıyorlar.”
 
El Karadavi hakkındaki kırmızı bülten 
 
Erdoğan, Mısır’ın, Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf El Karadavi hakkında kırmızı bülten çıkardığına işaret ederek, “Bakınız, darbeyle işbaşına gelmiş bir zat, bir şahıs çıkıyor, Interpol’e talimat veriyor. Interpol’e verdiği talimatla Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf El Karadavi, kırmızı bültenle aranmak üzere adım atılıyor. Bu nasıl bir iştir? İlim siyasetin emrinde olmaz, siyaset ilmin hizmetkarı olur. Fark budur. İşler tersine dönmüş vaziyette. Bütün bu gelişmeler, dünyanın maalesef iyiye değil, kötüye gittiğinin alametidir” diye konuştu.
 
Diyanet İşleri Başkanlığının, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun, 5. Din Şurası’yla alınan kararların takipçisi olması ve bunu İslam dünyasıyla paylaşmasını temenni ettiklerini bildiren ve bunun Türkiye’nin yapacağı en önemli görevlerden biri olacağını söyleyen Erdoğan, “Çünkü İslam dünyasında bir söylem birliği yok. Beklenen, aranan o dayanışma yok. Bizim bunu başarmamız lazım. Türkiye, burada öncü bir rol oynayabilir. Bu noktada ben Din Şuramızın değerli üyelerine inanıyorum, güveniyorum, Diyanet İşleri Başkanlığımıza inanıyor ve güveniyorum. Bunu bizim başarmamız lazım” dedi.
 
Sadece zekatını vermiş olsa…
 
Dünya ekonomik sistemine bazı sağlam eleştiriler getirdikleri için kendilerinden rahatsız olanlar bulunduğunu kaydeden Erdoğan, şöyle devam etti:
 
“Niye biliyor musunuz? ‘Petrolü, elması, altınları çalıyorsunuz. Kendi şaşaalı medeniyetlerinizi sömürü üzerine inşa ediyorsunuz’ diye, yüksek sesle haykırdığımız için bizden rahatsız oluyor ve hedef yapıyorlar. Geçenlerde Afrika’da bir açıklama oldu, rahatsız oldular. Dediğim neydi, dediğim orada da yine bütün bu petrol, elmas, altın bu konulara değindiğim için. Yine İslam ülkelerine hitaben, dünyada şu anda, sondan yaklaşık 50 ülke içinde 27’sinin, İSEDAK toplantısında İslam ülkesi olduğunu söylediğimizden dolayı rahatsız olanlar var. Şu anda İslam dünyasının içerisinde petrol ülkeleri sadece zekatını vermiş olsa bu ülkelere, bu ülkeler dünyadaki zengin ülkeler arasında yerini alır. Fakat böyle bir dert var mı? Yok. İçerideki taşeronlar, bu saldırılara tabii neden oluyor. Eminim ki bilmiyorlar, ama dışarıdan, uluslararası medyadan bizim bu sözlerimizi, bizim bu reformlarımızı eleştiri konusu yapanlar, neyi sorguladığımızı biliyorlar. Artık nasıl doğru soruları sorduğumuzu görüyorlar ve çok bilinçli şekilde de bize itiraz ediyorlar.”
 
“Bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek ve öğretilecek”
 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Osmanlıcanın öğrenilmesini, öğretilmesini istemeyenler bulunduğunu belirterek, “Bu çok büyük bir tehlike. İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca da öğrenilecek ve öğretilecek” dedi.
 
Erdoğan, “Onlar susmamızı istiyorlar, biz ısrarla Filistin diyoruz. Onlar susmamızı istiyorlar, biz ısrarla Mısır’da demokrasi diyoruz. Onlar susmamızı istedikçe biz Suriye’den adalet istiyoruz. BM’nin yapısını eleştiriyoruz. Diyoruz ki tüm dünya bir ülkenin dudakları arasına mahkum edilmemelidir. Çünkü dünya beşten büyüktür diyoruz. Ellerindeki her türlü araçla bugün de yarın da üzerimize gelmeye devam edecekler. Beş ülke, Avrupa, Asya, Amerika kıtasının temsilcileri ve İslam adına orada temsil edilen bir tane ülke yok. Bir buçuk milyarlık İslam dünyasını orada temsil eden bir tane ülke yok. Nerede adalet, nerede eşitlik” dedi.
 
Bunu kendileriyle de konuştuklarını, cevap alamadıklarını dile getiren Erdoğan, şöyle devam etti:
 
“Onlar Birinci Dünya Savaşı’nın şartlarıydı artık çok gerilerde kaldı. Onun da güncellenmesi lazım, işlerine gelmiyor, kaptıkları saltanatı bırakmak mümkün değil. Gerek uluslararası medyayla, gerek içerideki taşeronlarıyla üzerimize gelecekler. Devşirdikleri, kendi topraklarına yabancı hale getirdikleri, yazarlarla, sanatçılarla, ellerindeki tüm araçlarla üzerimize gelecekler. Besleyip büyüttükleri Müslüman görünümlü misyonerleriyle, ihanet şebekeleriyle üzerimize gelecekler. Sadece Lawrance’lerle değil, Abdullah İbni Sebe’lerle, Hasan Sabbah’larla, Müseylemet-ül Kezzap’larla üzerimize gelecekler, bunu biliyorum. İktisapta Karun’larla, siyasette Firavun’larla, ilimde Bel’am’larla, biliyorum oyunlar kuracaklar. Allah’ın izniyle korkmayacağız, geri adım atmayacağız. dinin sahibine de ‘Maliki Yevmiddin’ olan Allahımıza da inşallah mahcup olmayacağız.”
 
“Bu mücadele hak mücadelesidir”
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaptıklarının, bir yanlışın yerine başka bir yanlışı, bir baskının yerine başka bir baskıyı ya da bir zulmün yerine başka bir zulmü ikame etmek olmadığını belirterek, normalleşme istediklerini ve bunun mücadelesini verdiklerini dile getirdi. 
 
“Bu mücadele hak mücadelesidir, hukuk, adalet, hakikatin mücadelesidir” diyen Erdoğan, mücadelelerinin, iki yüz yıldır esirgenen her alandaki hakların teslimi, yani normalleşme mücadelesi olduğunu ifade etti.
 
Kilise ile devlet ilişkisini taklit ederek, kendilerine, din sanki devlete tehdit gibi bir anlayışın, zihniyetin dayatıldığını söyleyen Erdoğan, şöyle devam etti: 
 
“Biz ise sanal bir tehditten yola çıkıp devletin din üzerinde on yıllardır kurduğu baskının artık sona ermesi gerektiğini savunuyoruz. Açık şekilde ifade etmeliyim ki, İslam dinine ve onun kamusal alandaki görünüme karşı büyük husumet besleyenler, yarın yazacaklar biliyorum, yarın bu ifadelerle de yine saldırıya geçecekler bunu da biliyorum, ama söylemek durumundayız, aslında kendi elleriyle kendi dinlerini icat etmiş olduklarının farkında değiller. Bunlar bilinçli ya da bilinçsiz, yurttaşlık dini benzeri dinler inşa ederek, İslam’ın karşısına kendi yapay dinlerini koymanın çabası içinde olduklarını bilmiyorlar ya da bilmek istemiyorlar.
 
‘Din ve devlet işleri ayrı olsun’ diyerek dine yönelik her saldırıyı meşru görenler, kendi yapay dinlerini devlete egemen kılmanın mücadelesini verdiklerinin bilincinde değiller. Bu ülkede çıktılar ne dediler, sipariş şairleri çıktı bunların, ‘Kabe Arabın olsun, bize Çankaya yeter’ dediler. Bu zihniyet bir dinin yerine, hak dinin yerine yapay bir din kurma, helvadan put yapma zihniyeti değil de nedir, soruyorum. Kendileri yaptılar, kendileri taptılar. Bunu hala ikame etmek isteyenler var. İşte bunun için normalleşme diyoruz, bunun için özgüven diyoruz, cesaret diyoruz.”
 
“Bütün derdimizi tüm insanlık için veriyoruz”
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’de 100 bini aşkın din adamı, din gönüllüsü bulunduğunu belirterek, “İki yüz yıldır yaşadığımız kötü tecrübelerden yola çıkarak demokrasi, özgürlük diyoruz. Devlet eliyle her türlü ret, inkar, asimilasyonu biz de reddediyoruz” dedi.
 
Mücadelelerinin, sadece Sunni dindarlar için olmadığını vurgulayan Erdoğan, “Alevi, Sunni fark etmez, Müslüman, Hristiyan, Musevi fark etmez; biz bütün derdimizi tüm insanlık için veriyoruz” diye konuştu.
 
İnsan, can için mücadele vermeyi sürdüreceklerini dile getiren Erdoğan, “İki yüz yıldır yaşanan baskılara rağmen, köklerimizle kesilmeye çalışan irtibata rağmen Türkiye’nin alimleri, münevverleri hamdolsun ayaktadır. Kitaplarımızla eserlerimizle harflerimizle arşivlerimizle bağımızı koparmaya yönelik girişimlere rağmen hamdolsun Türkiye’nin ilim erbabı ayaktadır” şeklinde konuştu.
 
Milli Eğitim Şurası’nda ele alınan Osmanlıca dersine ilişkin tartışmalara da değinen Erdoğan, şunları kaydetti:
 
“Osmanlıcayı bu ülkenin evlatlarının öğrenmesinden rahatsız olanlar var. Aslında bu eskimez Türkçe’dir, yabancı bir şey değil bu. Bununla biz gerçekleri öğreneceğiz. Diyorlar ki ‘mezar taşlarının okunmasını mı öğreteceğiz?’ Zaten sıkıntı burada; o mezar taşlarında bir tarih, medeniyet yatıyor. Bir neslin kendi mezarında kimlerin yattığını bilmemesinden daha büyük cehalet, acz olabilir mi? Bu bizim şah damarlarımızın koparılmasıydı aslında ve bizim şah damarlarımız koparıldı. Herhalde bunun benzerini Hülagü yapmıştır. Bütün Bağdat’ın yakılıp yıkılması ne ise bizim de on binlerce, yüz binlerce eserimizin yakılıp yıkılması ve bu eserlerimizden bir neslin uzaklaştırılması herhalde sıradan bir olay değildir. Artık Süleymaniye’deki arşivlerde yeni kurduğumuz Kağıthane’deki Başbakanlık arşivlerinde o eserleri okuyamayan bir millet. Ne durumda olduğunu şöyle bir düşünelim. Bu neye benzer biliyor musunuz, cidden çok büyük imkanları olan çok büyük bir zenginin iflası ne denli acıysa ilimde gerçekten çok çok büyük güçlere sahip olan milletin bu ilmi kaybetmesi ondan çok daha büyük bir felakettir. Biz şu anda bunu yaşıyoruz, bunun öğrenilmesini, öğretilmesini istemeyenler var. Bu çok büyük bir tehlike. İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca da öğrenilecek ve öğretilecek. Alman Hans geliyor, öğreniyor, o eserleri inceliyor, araştırıyor. Ama maalesef bunlar da böyle bir durum söz konusu değil. Onun için özgüvenimizi sarsmaya, bizi sürekli savunmada, defansta bırakmaya yönelik baskılara rağmen Türkiye’nin ilim hayatı diridir, daha da diri olacaktır.”
 
“Tüm mazlumların yüreği, kalbi, gönlü, yüzü sizlere çevrilmiş durumda”
 
Bütün İslam coğrafyasındaki en dinamik, en birikimli, en çok ümit vadeden alim ve münevverlerin Türkiye’de olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bilim insanlarına şöyle seslendi:
 
“Sizler Batı’yı, Batı’nın ilim ve medeniyet tarihini biliyorsunuz. Sizler aynı zamanda bu toprakları, Doğu’yu yani kendinizi biliyorsunuz. Bu eşsiz birikimle bütün İslam coğrafyasına, bütün Doğu’ya hatta tüm insanlığa ışık tutan, kapı açan, doğru soruları soran da inanıyorum ki sizler olacaksınız. Hem ümmetin hem de yeryüzündeki tüm mazlumların yüreği, kalbi, gönlü, yüzü sizlere çevrilmiş durumdadır. Dizleri üzerinde çökertilmek istenen bir medeniyeti elinden tutup kaldıracak olan yine sizlersiniz. 200 yıldır hedef yapılan, savunmada bırakılan bir medeniyeti özgüvenine, cesaretine kavuşturacak olan sizlersiniz.”
 
“Bize düşen emanetin hakkını vermek”
 
Bir Müslüman olarak, bu dinin bir sahibi olduğunu bildiğini, sahibinin bu dini dünya var oldukça muhafaza edeceğini dile getiren Erdoğan, şöyle konuştu:
 
“Bize düşen emanetin hakkını vermektir. Emanetin hakkını verebilirsek mezheplerarası çatışmalar sona erecek. Doğru soruları cesaretle sorabilirsek inanın Doğu’da, Ortadoğu’da, Afrika’da, tüm yeryüzünde akan kan dinecektir. Bize biçilen rolleri, bize giydirilen kıyafetleri atıp kendimiz olabilirsek, adaletin yeryüzüne egemen olması mümkün hale gelecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak benim bir vazifem de sizleri yüreklendirmektir. Hiç tereddüt etmeden gerekli soruları sorun. Hiç tereddüt etmeden, korkmadan, çekinmeden, ilmin dairesi içinde yapılması gereken neyse onu yapın. Defanstan çıkın, artık ileriye koşun. Her zaman arkanızda olacak, her zaman teşvik edici olacağız. Unutmayın bu millet her zaman sizin yanınızdadır, sizinle beraberdir. Milletimizin, ümmetin ve yeryüzünün umudu olan siz alim ve münevverlerimizi her zaman ışığımız, rehberimiz ve geleceğimiz olarak göreceğiz.”
 
5. Din Şurası’nın Türkiye ve bölge olarak içinden geçilen zor süreç için değerli gördüğünü belirten Erdoğan, “Korkuların, baskıların, tehditlerin geride kaldığı bir Türkiye’de böyle bir şuranın mutlaka umut olacağına inanıyorum” diyerek sözlerini tamamladı. 
 
AA
Resim: RisaleHaber

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: