İstiğna düsturu

Cenab-ı Hak’tan başka kimsenin minneti altına girmemek ve elindekini kâfi bulup, kimseden bir şey taleb etmemek olan İSTİĞNA DÜSTURU, Bediüzzaman Hazretleri’nin hayatı boyunca hassasiyetle üzerinde durduğu ve düsturlar sıralamasında İhlâs. Sadakat, Tesanüd, Sünnete İttiba’ ve Takvâ’dan sonra yer alan mühim bir düsturdur. İslâm Üleması, (Başta Üstadımız olmak üzere) yardımların kabulü hakkında geniş izahatta bulunmuşlar ve ancak istenmeden ve nefsin meyli de bulunmadan gelen bir malın alınabileceğini söylemişler; yoksa, istemeyi hattâ isteme temayülünü dahi yasaklamışlardır.

Evvelâ, verilen malın helâl olması şartı vardır. Zamanımızda ise şübheli kazançların arttığı düşünülürse, bu yola tevessül edilmesinin ne kadar hatarlı olduğu anlaşılır . Mâlumdur ki, Ehl-i Beyt sadaka dahi alamazdı. Manevî âlden olan Nur Talebelerinin de, bundan çok hissedar olması lâzımdır. İşte böyle ehemmiyetli hikmetler içindir ki, Bediüzzaman Hazretleri İSTİĞNA DÜSTURU üzerinde ısrarla durmuş ve hassasiyet göstermiştir. Bu husustaki tatbikatları külliyattan aşağıda göreceğiz.

Maddî imkânlarla yapılabilen dinî hizmetlerde de, bu İSTİĞNA DÜSTURU geçerli midir diye sorarsak, bu soruya da “Evet, her hâl-ü kârda mürşidimiz ve rehberimiz olan Bediüzzaman Hazretleri, şahsî menfaata bakmayan medrese hizmetleri için bile, Eski Said devresinde İSTİĞNA DÜSTURUNU bozmadığını“ söyleyerek cevab veririz. Eski Said devresindeki İSTİĞNA DÜSTURUNU vefatına kadar devam ettirmiş ve vârislerine de bu düstura göre hareket etmelerini vasiyetnâmesinin en mühim maddesi olarak zikretmiştir. İşte o vasiyetnâmeden alınan parça şudur: Üstadımız,

“Medar-ı hayrettir ki, o eski zamanda Evkaf’tan beş talebenin tayinatını Van’da Eski Said kabul etmiş. O az para ile bazan talebesi yirmiye, otuza, altmışa kadar çıktığı halde kendi talebelerinin tayinatını kendisi veriyordu. O kanaat ve iktisadın bereketiyle ve kendi beş-altı mavzer tüfeğini satmakla istiğna kaidesini bozmadı. O zaman meşhur Tahir Paşa gibi çok yardımcılar varken kaidesini bozmadı. ” (Em-2:216) Diyor.

Üstadımızın Tahir Paşa gibi bir yakın takdirkâr yardımcısından dahi talebelere olmak üzere yardım talebinde bulunmadığını ve bunu vasiyet ettiğini görüyoruz. Fakat, yardım istenmediği halde, fedakârane, hâlisane ve hizmete iştirak niyetiyle yardımda bulunan ehl-i himmetin yardımlarını, ehl-i hizmet red etmez, kabul eder. Fakat bunun şartları vardır!

Bu hususta geçmişte vâki bir hâdise ve Üstadımızın tavsiyeleri, bizlere, istemeden gelen yardımın kabulü usulü hakkında yol göstermektedir. Aşağıya dercedilen bu mektub okunursa, dikkati çeken ehemmiyetli noktalar görünecektir. Evvelâ yardım, hâlis bir Nur talebesi tarafından teklif edilmektedir. Buna rağmen bu yardım, hemen kabul görmüyor. Üstad tarafından reddedilmemesinin sebebi ise hayra mani olmak endişesidir. Önce, yardımın bir kısmının alınması tavsiye ediliyor. Çünkü yardımlar hissî bir heyecan veya alenî bir tahrik neticesinde samimî olmaz ve kerhen olabilir. Sonra, bu yardımın bir borç şeklinde veya kitab karşılığında alınması teklif ediliyor. Yâni, verenin ihlâs ve samimiyetinin tam ortaya çıkması isteniyor. Bütün bunlara rağmen muavenette yine ısrar gösteriliyorsa, o zaman verenin gönül rahatlığı var demektir.

İŞTE HEM HİZMET VE HEM HİMMET EHLİNE TAM BİR DERS, ÂDETA HİZMETE YARDIM DÜSTURLARININ BİR İLMİHALİ …

Mezkûr mektub şudur:

“Safranbolu Eflani nahiyesi Mülayim Köyü’nde mütekaid muallim bir kardeşimiz ve Nur’un has şakirdi, Nurların neşri ve tab’ı için âdeta sermayesinin kısm-ı azamını teberru etmek istiyor, kabulünü rica ediyor. Ben bu hâlis ve has kardeşimizin fedakârane ve hâlisane ricasını reddedemiyorum ve dünya malları kaide-i şahsiyeme girmediği ve muavenetleri kendime kabul etmediğim için bu işdeki maslahatı da bilemiyorum. İki Isparta’nın kahramanlarına ve Hüsrev ve Tahirî ve arkadaşlarına ve Nazif ve refiklerine bu mes’eleyi havale ediyorum. Nur’un neşri için böyle çok büyük bir hayır ve sevaba mani’ olamam. Sizler ya bütün niyet ettiği mikdarı veyahut bir kısmını iki hisse ile, biri büyük Isparta’nın, biri küçük Isparta’nın makinelerine verilsin. Onun istediği gibi ya teberru veya ileride başka muavenet edenler gibi bir mukabele nev’inde, ya Nurlardan veya başka bir istediği ne varsa vermek suretiyle o has kardeşimizi memnun edersiniz.” (Em-1:182)

Amma, geniş dairede çalışanların ve yurd, kurs, pansiyon ve talebe işleri ile uğraşanların dahi yine ehl-i hamiyet ve himmetin vicdanî serbestliğine manevî baskı yapmadan ve yardım toplarken isteme işini aleniyete dökerek ve nezaheti bozarak değil de, umuma hitab eden broşürlerle teşebbüs anlatılarak ve yardımın yeri ve şekli izah edilerek olmalı. Bu ise, geniş daire faaliyetleridir ve hâlis Nur Hizmetlerinin hassas düsturlarıyla asla karıştırılmamalı ve karıştıranlar olursa kat’iyyen müsaade edilmemeli, men edilmelidir. Şunu iyi bilelim ve itikadedlim ki, Üstadımız dâvâsını bu temiz İSTİĞNA DÜSTURUNA tam sadakatla yürütmüştür. Hâlen hâlis Nur Talebeleri de bu düstura uygun hareket ederek muvaffak oluyorlar. Üstada uymayan kimseleri takliden alenî ve toplulukta yapılan istekler, bu düsturlara göre terbiye olmuş Hakikî ve Hâlis Nur Talebelerini rencide etmektedir. “Yardım talebini şahsımıza değil, hizmete vesile olarak yapıyoruz” diyenler olabilir. Buna karşı, aşağıda aldığımız parçada okuyacağımız gibi, Üstadımız “Öyle yardımlara da vesile olamadığını” söylemektedir.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır