İtikadımız Üzerinde Oynanan Sinsi Oyunlar..

Maksadımız; herhangi bir cemaati, grubu, kitleyi tenkîd, tenkîs veya itham değil, sadece inananların bin dört yüz yıllık akidelerine yönelik sinsi planları  paylaşmaktır. İtirazlarımızı ortaya koyup Müminleri uyarmaktır. Zaten arzu edilen, beklenen ve bize de yakışan edep ve nezaket sınırları içerisinde Kur’ânî gerçekleri anlatmaktır.

Bütün meslektaşlarımıza, özellikle aynı çeşmeden Nur yudumlayan kardeşlerimize karşı en ufak bir sû-i zannım, hürmetsizliğim ve çürütmek  gibi sû-i edeb bir tavrım ve niyetim kat’iyyetle söz konusu değildir.

Önemli olan; Kur’ânın doğru ve sahîh anlaşılmasına âcizâne katkıda bulunmaktır.

Bizler, Müslümanlar ve tevhîd ehli olarak; hiçbir ferdi Cennete sokma gibi bir yetkiye sahip bulunmadığımız gibi, Cehennemden kurtarma yetkisine ve hakkına da sahip değiliz. Tüm insanlığın hidâyetini arzu eder, teblîğ vazifemize devam ederiz. Zâhire göre hükmeder, Şer’î delilleri ölçü alarak tesbitlerde bulunur, Hikmet ve Rahmet-i İlâhiyye’nin perde arkasına karışmayız. Hüküm Allah’ındır.

Ehl-i kitaba Kur’an nasıl bakar? Hıristiyanlar Cennete girebilir mi? Son yıllarda hız kazanan İslâm’ın protestanlaştırılması çabalarına nasıl bakmalıyız? “Muhammedün Resulullah” demeden ve inanmadan kurtuluş mümkün müdür? Zındıka komitesinin Din’i bozma ve Müslümanların itikatları üzerinde oynadığı oyunlar ve bunlara çanak tutanlar…

Bu ve benzeri ortaya konan hadiseler ve ölçüler; Kur’ân, Hadîs ve Müctehidlerin/ âlimlerin ortaya koyduğu delil ve hakikatlarıyla tesbît edildiği gibi, Üstad Nursî’nin bu görüş ve içtihadlarla bire bir örtüşen ’26. Mektub’un, 4. Mebhas, 5. Meselesinde’ , ‘Muhammedün Resûlullah’ demeyen kimsenin ehl-i necât  olmasının mümkün olmadığını ortaya koymuştur. Buyurunuz birlikte okuyalım:

Bediüzzaman Hazretleri açık bir şekilde, Hz. Muhammed (a.s.m)’i işittiği halde kabul etmeyenlerin, yani “Lâilâhe İllallah” deyip “Muhammedün Resûlullah” demeyen Yahudi ve Hıristiyanların ehl-i necât (kurtuluş ehli) ve ehl-i Cennet olamayacağını, Kur’ânî delillerle ebedî cehennemde kalacaklarını kesin ve kat’î olarak bildirmiş iken, O’nun maksat ve amacına tamamen aykırı bir biçimde bütüne bakmadan bazı ifadelerini alıp ters mâna vermek O’na bir iftira ve bir bühtandır.

Yıllardır devam eden ‘Gizli zındıka komitesi’ nin bir tahrîf ve tağyîr oyunudur.

Hz. İsâ’nın hakîkî dini, İslâmiyettir. Hıristiyanlık değildir. Âhirzamanda Hz. İsâ’nın geleceğine ve Şerîat-ı Muhammediyye ile amel edeceğine dâir hadîs-i şerifler, O’nun nüzûlüne kesin delâleti olduğu gibi, ileride îsevîlerden bir taife Müslüman olacak, ittifak ederek yer yüzünde İslâm’ı hâkim kılacaklardır.

Kitap ehline yapılan çağrılardan biri de şu anlamları çağrıştırmaktadır:

Ey mektep ehli, okur/yazarlar, ey fen bilimlerini tahsil edenler! Siz Hz.Muhammed (asm)’ın son peygamber olduğunu biliyorsunuz. Tarih kitaplarında okumuşsunuz ki, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ (as) birer peygamber oldukları gibi, Hz. Fahr-ı Kâinat (sav) dahi Âlemlerin Rabbi tarafından sizlere gönderilen ve risâleti hadsiz mu’cizelerle desteklenen en son peygamberdir.

Okuduğunuz fenlere dikkat ederseniz, hepsi bir sistemden, düzenden bahsetmektedir. Âlemin bu düzeni ise tevhîdi ifade ediyor. Yani her şeyin tek elden idâre edildiğini gösteriyor.

İşte bütün bunlar gösteriyor ki, “Kelime-i Şehâdetin iki kelâmı biribirinden ayrılmaz, biribirini isbât eder, biribirini tazammun eder, biribirisiz olmaz. Mâdem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyâdır, bütün enbiyânın vârisidir; elbette bütün vüsûl yollarının başındadır. Onun cadde-i kübrâsından hâriç, hakîkat ve necât yolu olamaz.” (Bediüzzaman, Mektûbât, 26. Mektup, 4. Mebhas)

Öyle ise tek kurtuluş, huzûr, saadet ve Cennet yolu hakîkî mânasıyla  kudsî kelime olan  “Kelime-i Tevhîd” den geçer.

Şimdi bir de aşağıdaki âyet-i kerimenin gerçeğine bakalım. Ne buyruluyor?

“Muhakkak o kimseler (Yahudi ve Hıristiyanlar) ki Allah’ı ve O’nun resullerinin tümünü inkâr  ederler.” (Nisa,150)

Yahudi ve Hıristiyanlar açıkça Allah’ı ve O’nun bütün peygamberlerini inkâr etmeseler, dilleriyle bu inkârlarını ifade etmeseler bile; Hz. Muahammed (s.a.v)’i inkâr etmiş olmakla ve bir kısım peygamberleri reddetmekle, bütün peygamberleri inkâr etmiş sayılırlar. Ve bu inkâr sonucunda Allah’ı da inkâr etmiş sayılırlar. Çünkü Allah’ın bin bir ismi ve kudsî sıfatları peygamberlik kurumunu, özellikle de Hz. Muahammed (s.a.v)’in peygamberliğini gerektirir. Bir başka ifade ile Risalet kurumu, Allah’ın kudsî sıfatlarına ve bin bir İlâhî isme dayanmaktadır. Bir ismi veya sıfatı inkâr etmek şirk (Allah’a ortak koşmak) olduğu gibi, o isim ve sıfatların kapsadığı peygamberlik müessesesini inkâr etmek  de şirk ve küfürdür.

Allah’a ve bütün peygamberlere düşman olan Yahudi ve Hıristiyanlar, “bazı peygamberleri kabul, bazılarını reddetmek” durumunu benimsedikleri için bu şirkten kendilerini kurtaramamışlardır. Yahudiler, Tevrat ve Hz. Musa (a.s)’a inanıp, İncil ve Hz. İsa (a.s) ile  Kur’ân ve Hz. Muhammed (asm)’ı inkâr ediyorlar. Hıristiyanlarsa, İncil ve Hz. İsa (a.s)’a inanıp, Kur’ân’ı ve Hz. Mauhammed (s.a.v)’i inkâr ediyorlar.

Oysa, bütün peygamberlerin Cenab-ı Hak’tan getirdikleri tüm İlâhî emirleri onaylamadıkça ve tüm hükümlerini tasdik etmedikçe imanın geçerli olması mümkün değildir. Bir kısmını kabul, bir kısmını reddetmek, tümünü inkâr etmek anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v)’i inkâr etmek küfür olduğu gibi, peygamberliğinin genel olduğunu ve evrensel bir mesaj içerdiğini inkâr etmek de küfürdür. Oysa, Müslümanlar, tüm peygamberleri ve onların tebliğ ettikleri hükümleri kabul ederler.

Dinler arası diyalog olmaz. Bir taraf son ve hak din, diğer taraflar batıl ve muharref…Hak ile bâtıl arasında işbirliği yapılamaz. Tebliğsiz, peygambersiz, irşadsız, davetsiz din anlayışı ve algısı olabilir mi?

Kitap ehlini hakka davet etmenin yolu, yöntemi bellidir. Kur’ân, İslâm’ı kabul etmeye, İslâm’ın alameti olan ve tüm peygamberlerin ittifak ettikleri “Lailahe illallah Muahammedün Resulullah” kudsi kelimesini ikrar etmeye daveti emreder.

Kur’ân-ı kerim, Müslümanlarla ehl-i kitabı bütün peygamberlerin ortak noktası olan kelime-i tevhidde birleşmeye çağırır. Yoksa hâşâ, Hak din olan İslâmiyetle bâtıl ve bozulmuş olan Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinde birleşmeye değil. Çünkü Hak ile bâtılın bir arada bulunması mümkün değildir.

“Bizimle sizin aranızda bir olan kelimeye gelin” cümlesindeki birlik, dört noktada ortaya çıkmaktadır:

1) Bütün semâvî kitaplar, “Lailahe illallah Muhammedün Resulullah” kelime-i tevhidinde birlemişlerdir.

2) Ruhlara sorulduğunda, bütün ruhlar, “Kelime-i tevhid”i ikrar etmişlerdir.

3) İnsan yaratılışı, hal diliyle “Lailahe illallah Muhammedün Resulullah” cümlesini ilan etmişlerdir.

4) Tüm varlıklar, düzen ve tertipleriyle bu kelimeye şehadet etmektedirler.

İşte  son Nebi Hz. Muhammed (asm) tüm ehl-i kitaba çağrı yapmakta ve İslam’ın temel esası olan bu kelimeye davet etmektedir.

Bu Nebevî çağrının dışında kafalarına, heva ve heveslerine göre çığır açanlar, Onun kutlu caddesinden ayrılıp taban tabana zıt bir yola baş vurmuşlardır. Bu çağrı, İslam adına olmayıp zındıka komitesi (siyonizm) hesabına ve yararına gelişmiştir. Papa ve hahamların, din adına düzenledikleri “dinler arası diyalog ve hoşgörü” adı altındaki toplantıları sadece kendi bâtıl ve bozulmuş dinlerini Müslümanlara kabul ettirme gibi çok yönlü bir misyonerlik faaliyetidir. Bu yolla, kendi inançlarını öne çıkarıp Müslümanların inanç ve itikatlarını bozmaya ve tahribe yönelik sinsi bir çalışma ve bir entrikadır.

Netice olarak deriz ki: Müslümanların i’tikadları üzerinde oyunlar oynanmaktadır.

“Ilımlı İslâm” projesi sinsî bir şekilde İslâm âleminin inanç ve itikad esaslarını  tehdît eder bir durum almıştır.

Güya üç dinin mensupları el ele vererek “Sırat”ı geçme ve Cennete girme provalarıyla, Kur’ânsız, Hadîs’siz, Hz. Muhammed (sav)’siz, Sünnet-i seniyye’siz bir dînin, bir anlayışın hayallerini kurmaktadırlar.

Allah’ın izniyle çabaları boşa çıkacak, sonunda zelîl ve perişan olacaklardır inşâallah…

Kusur bizden, hidâyet ve tevfîk Allah’tandır.

İsmail Aksoy

NurNet.Org