Kâfirler istemese de…

Evet, kâfirler istemese de hakkın, hakikatin, İslam’ın inkişafı her geçen gün devam edecektir. Hak ve hakikatin çekirdeği çoktan toprağı çatlatıp çıkmış, her geçen gün gürbüzleşmekte, göz alıcı bir ihtişama kavuşmaktadır. Müslümanlar, ellerini gevşettikleri İslamiyet’in özüne döndükçe bu gelişme kaçınılmaz olacaktır. 

Zira, Muhakemat’ın Mukaddeme’sinde Üstad Bediüzzaman, Müslümanların mağlubiyetinin sebeplerini izah ederken şöyle diyor: “İslamiyet’in mağz ve lübbünü (özünü) terk ederek kışrına ve zahirine (kabuğuna) vakf-ı nazar ettik ve aldandık ve su-i fehim ve su-i edeple İslamiyet’in hakkını ve müstahak olduğu hürmeti ifa edemedik. Ta o da bizden nefret ederek evham ve hayalatın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi. Hem de hakkı var. Zira İsrailiyatı esaslarına, hikâyeleri akidelerine, mecazları hakikatlerine karıştırıp kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dip için zillet ve sefalet içinde bıraktı!

Bediüzzaman, Müslümanların zillet ve mağlubiyetlerinin sebeplerini böylece ortaya koyduktan sonra çareyi şu cümlelerle gösteriyor: “Bizi kurtaracak, yine onun merhametidir. Öyleyse ey ihvan-ı müslimin! Geliniz, ona tarziye vereceğiz (ondan özür dileyeceğiz). El birliğiyle dest-i sadakati (sadakat elini) uzatacağız, biat edeceğiz. Onun hablü’l-metinine (kopmaz ipine) sarılacağız.’’

Bir asır önce yapılan bu teşhis ve ikazlardan sonra giderek Müslümanlar özüne dönmekte ve hakikat-ı İslamiyet’ten özür dileyerek onun hablü’l-metinine daha sıkı sarılmaya çalışmaktadırlar.

Tarih bize gösteriyor ki, Müslümanlar İslam’dan ellerini gevşettikçe gerilemiş, İslam’a sımsıkı sarıldıkça terakki etmişlerdir. Diğer din mensuplarının durumu bunun tam tersidir. Onların tahrif edilmiş batıl dinlerine sarıldıkça gerilemiş, ondan uzaklaştıkça da ilerlemişlerdir. Fransız İhtilali öncesi ve sonrası buna delildir.

Kur’an hükmedecek

Evet, hak ve batıl mücadelesi Hz. Âdem’den başlayıp, kıyamete kadar devam edecektir. Tarihin akışı içinde hak ve batılın en yoğun mücadelesine sahne olan asır, hiç şüphesiz ki, geçirdiğimiz yirminci asırdır. Bu felaket ve helaket asrının adamı Bediüzzaman, “İtikadım ve yakinimdir ki, hak, toprakta gizlenmiş olsa bile neşv ü nema bulacaktır. Taraftar ve mültezimleri az ve zayıf olsalar bile muzaffer olacaklardır” diyor.

Bunu Allah’a olan imanı kadar kesin bir dille ifade ettikten sonra, “İstikbale hüküm sürecek ve her kıtasında hâkim-i mutlak olacak yalnız, hakikat-ı İslamiyet’tir. Evet, istikbalin saadet sarayında taht kurup oturacak olan hakikat ve marifet yalnız İslamiyet olacaktır” diyor. Çünkü akıl ve fennin hükmedeceği istikbalde, bütün hükümlerini akla ve ilme tespit ettiren Kur’an hükmedecek. Bu, iki kere iki dört eder kat’iyetinde bir gerçeğin ifadesidir.    

Tarih boyunca Müslümanların başına gelen felaketler, dalgalanmalar ve karışıklıklar, dinlerine sarılmalarına ve kendilerine dönmelerine ve hakkın kuvvet bulmasına sebep olmuştur. Zira “Hak yumruklandıkça kuvvet bulur!” Yer altında kalan çekirdek, önce karanlık toprağın darbesine maruz kalır, sonra yağmurun darbesine uğrar. Gün yüzüne çıktığında bir de güneşin darbesini yer. Tıpkı bunun gibi zalimlerin darbelerine maruz kalan hakikat kuvvet bulur. Mazlumlardan yükselen ah vah’lar ise rahmet-i bulut teşkil eder. Böylece hakkın neşv ü neması için bütün şartlar yerine gelir ve artık inkişafı engellenemez olur.

İşte bugün İslam dünyasındaki inkılabat ve ızdırabatın sebep ve sonuçlarına bu açıdan baktığımda bu işlerin sonu âdetullah kanunları kadar kesindir. Her geçen gün dünyada İslamî yükseliş, düşmanların kin ve gayzını artırmaya devam edecektir.

İhsan Atsoy

MoralDunyasi.com