Kahramanlar niçin yok edilmeye çalışılıyor?

Tarihimizde efsaneyle dönüşmüş ne kadar sembol isim ve olay varsa, adım adım nisyana (unutulmaya) fırlatıyorlar. Maksat, gençliği örneksiz ve kahramansız bırakıp hem gurur kaynaklarını, hem de ilham kaynaklarını yok etmek… Çünkü hiçbir millet kahramansız yaşayamaz.

“Fetih ekseni” birbirini tamamlayan üç “sembol insan”dan oluşuyor…

Bunlardan biri Fatih Sultan Mehmed, biri Akşemseddin, üçüncüsü Ulubatlı Hasan’dır.

Bu terkipte Fatih adaleti, asaleti, liyakati ve devleti; Akşemseddin (diğer hocalarla birlikte) ilmi, hikmeti, marifeti, himmeti; Ulubatlı Hasan ise izzeti, cesareti, gayreti, fedakârlığı temsil ediyorlar.

Millet bu terkibi yeniden bir araya getirebilirse, başka biçimde fetih yolları önünde tekrar açılacaktır.

Sanırım “Ulubatlı Hasan diye biri yok” diyenler, onu tarihten silmeye çalışanlar tarihsel bir gerçeği yakalama peşinde değil, nesilleri ondan mahrum bırakmak suretiyle o muhteşem terkibin dirilişini engelleme derdindedirler.

Sadece onu değil, efsaneyle dönüşmüş ne kadar sembol isim ve olay varsa, adım adım nisyana (unutulmaya) fırlatıyorlar.

Maksat, gençliği örneksiz ve kahramansız bırakıp hem gurur kaynaklarını, hem de ilham kaynaklarını yok etmek…

Çünkü hiçbir millet kahramansız yaşayamaz.

Amerika bile onca teknolojik ve ekonomik gelişmesine rağmen, kahramansız yapamamış, sığır çobanlarını (kovboyları) kahramanlaştırıp çocuklarına “örnek” göstermiştir.

Ulubatlı kimdir?

Bir taraftan, “Ulubatlı Hasan yok” diyorlar…

Bir taraftan, fetih esnasında gemilerin karadan yürütülmediğini, havan topunun savaş meydanında Fatih tarafından icat edilmediğini savunuyorlar…

“Ulubatlı Hasan diye biri yok” diyenlere küçük bir hatırlatma yapayım…

Kemalpaşazâde’nin “Tarih-i Feth-i Kostantınıyye”sinde (Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, nr. 2720/14, vrk. 217/a; Clot, Fâtih, 63-65); Aksun’un “Osmanlı Tarihi”nde (c. I, sh. 141-142); Uzunçarşılı’nın “Osmanlı Tarihi”nde, (c. I, sh. 487-488, II, 9-11); Bizans tarihçisi meşhur Ducas’ın “Bucarest”inde ve daha pek çok yerli yabancı tarihçilerin tarihlerinde Ulubatlı Hasan var.

Anlatıldığı kadarıyla hayat hikâyesi, gerçekten de “hikâye tadında”dır…

Kitaplarda dağınık şekilde anlatılanları birleştirdiğimizde, ortaya çıkan o ki, Hasan, zaman zaman haber alma servisinde çalışan genç, güvenilir bir yeniçeri subayıdır…

Fetih sırasında, kumanda ettiği birlikle en ön safta yer almak için çırpınmış, sonunda emeline nail olup bayrağı burca ilk dikme şerefine eriştikten sonra rütbelerin en büyüğüne ulaşmıştır: Şehitlik…

İstanbul’un fethi, Ulubatlı Hasan’sız eksik kalır. Maksat zaten budur: Feth-i Mübin’in eksik kalması…

Önce Urban Usta’yı icat ettiler: “Bizans surlarını tarumar eden büyük topları Urban Usta döktü” dediler…

Yani “Avrupalılardan biri işin içinde olmasaydı, Osmanlılar Bizans’ı fethedemezdi” demeye getirdiler…

“Bizans’ın fethini bile Avrupalı beynine borçluyuz” mesajı verdiler.

Ardından Fatih gibi bir Peygamber müjdesine içki içirdiler. Yetmedi, bir de “cinsî sapık” ilan ettiler…

Arkası geldi: “Gemiler karadan yürütülmedi, havan topu savaş meydanında Fatih tarafından icat edilmedi…”

Derken, sıra Kanuni’ye geldi: “Muhteşem Yüzyıl” denen öyle bir diziyi piyasaya (ekrana) sürdüler ki, sonunda Başbakan bile isyan etmek zorunda kaldı.

Hürrem Sultan başta olmak üzere, tüm devir ve hanedan karalandı…

Kanuni, ömrünü Harem’de geçirmiş umursamaz bir padişah olarak takdim edildi…

Osmanlı Sarayı, Roma Sarayı’ndan beter entrikaların döndüğü bir “entrika merkezi”ne dönüştürüldü…

On iki yaşında Osmanlı şehzadelerine, bugün “sanat çevreleri” denen çevrenin yaşadığı “sapma”ların envai çeşidi yaşatıldı…

Hanedan, “Çıkarından ve zevk u sefasından başka bir şey düşünmeyen” insanlar olarak tanıtıldı…

Kısacası, Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlatılan “geçmişi karalama kampanyası”, tüm iletişim kanalları kullanılarak daha etkili şekilde gündeme getirildi…

Sırada Seyit Onbaşı var

Yani “yok etme kampanyası”ndan sadece Ulubatlı Hasan değil, tüm kahramanlar nasibini aldı. Nihayet sıra Çanakkale kahramanı Seyit Onbaşı’ya da geldi.

Önce Zaman Gazetesi’nde yer almış olan bir haberi özetleyelim…

“Emekli Deniz Albay (…), Seyit Onbaşı’nın sırtladığı 276 kiloluk mermiyle Fransız zırhlısı Ocean’ı batırmasının gerçek olmadığını iddia etti. Gelibolu Tarihî Millî Parkı Müdürlüğü’nün alan kılavuzları için düzenlediği seminerde konuşan Çağlar, Ocean’ın nereden geldiği belirsiz bir mermiyle battığını öne sürdü.”

Fark etmişsinizdir: Olay çok yakın bir tarihte cereyan ettiği için, toptan yok edemedikleri Seyit Onbaşı’nin işlevini yok etmeye çalışıyorlar…

Emekli Deniz Albay (bilmem kim), baklayı ağzından çıkarıyor ve Seyit Onbaşı’nın sırtladığı 276 kiloluk mermiyle Fransız zırhlısı Ocean’ı batırmasının gerçek olmadığını iddia ediyor.

Peki, 18 Mart Deniz Savaşı sırasında Ocean battı mı?

Neredeyse, “Batmadı, Seyit Onbaşı o top mermisini kaldırmadı” diyecekler, ancak ortada fotoğraflar var. Bu yüzden o kadarına artık dilleri varmıyor…

Yani Ocean Zırhlısı battı…

Kim batırdı, o zaman?

Seyid’i aradan çıkardıkları için, tabiatıyla, “şu” diyemiyorlar…

“Belirsiz bir top mermisi batırdı” diye geveleyip topu taca atıyorlar:

Topun nereden geldiği “belirsiz”miş! Bu kadar yakın bir tarihte “belirsizlik” olur mu?

Oluyor…

İşin daha da facia tarafı, ilgililer bu “belirsiz”liğe dayanarak, Seyit Onbaşı’yı, Gelibolu Tarihî Millî Parkı Müdürlüğü’nün alan kılavuzları için düzenlediği kitaptan çıkarıyorlar.

Bize de kala kala, kitaplardan Seyid Onbaşı’yı çıkaranların, Çanakkale’den çıkarılmasını beklemek kalıyor.

Çünkü Emekli Deniz Albayın, “Nereden geldiği belirsiz” dediği o mermi, Seyid’in ateşlediği topun namlusundan gelen mermidir!

Yavuz Bahadıroğlu / moraldunyasi.com