Kâinatın Sırrını Çözmek

Kâinatın sırları üzerine nice araştırmalar, bilimsel çalışmalar yapıldı, ama yine de Kur’ânın tanımlaması ve ta’rifine denk düşecek bir açıklama ve izah getirilemedi.

Şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın tercüme-i ezeliyyesi olan Kur’ân-ı Hakîm ve O’nun muhteşem ve şanlı bir tercümân-ı zîşânı olan Hz. Muhammed (asm), Kitap ve Sünnetten sonra bu helâket ve felâket asrında imânî hüccetlerin parlak delillerini insanın istifadesine sunan Risale-i Nur, bu büyük kânat kitabının ma’nasını gayet net ve açık bir biçimde ve akıcı bir üslûpla cin ve inse Kur’ânî bir ders olarak vermektedir.

Nebevî verâsetin asrımızdaki en güçlü temsilcisi, tesirli nefesi Üstad Bedîzzaman (r.a), Kur’ânın dersi ve Resûl- Ekremin (a.s.m) ta’limiyle kevn âleminin hakîkatini çözmüş, “Tılsım-ı kâinat olan âlem ve insan nedir, nereden geliyorlar, niçin gelmişler ve nereye gidiyorlar?” gibi sorulara ikna edici cevaplar vermiştir. Özellikle Haşir Risalesi, Ene ve Zerre Risalesi gibi Risaleler, bu tılsımı/muammayı çözen eselerin başında gelmektedir.

Hemen aklımıza ‘tılsım’ nedir sorusu gelmektedir. “Tılsım, muamma, hikmet” kelimeleri, Nur külliyatında çok tekrar edilen kelimelerdir.

Tılsım’ın lûgat anlamı; “sırr-ı mektûm, yani gizli sır” demektir.

Avâm dilinde ‘tılsım’ kelimesine yüklenen anlam, hurâfeciliği çağrıştırmaktadır. Yer altında saklı definelere yaklaşmak isteyenlere iyi bir görüntü vermesi ve açığa çıkması amacıyla, gizlenen altın ve hazineler üzerine yapılan muska, okuma, üfleme gibi şeylerle çözülmesi anlamı taşımaktadır. Halbuki gerçekte böyle bir durum söz konusu değildir.

Gökteki faal kuvvelerin yerdeki münfail kuvvelerle birleşmesinden meydana gelen garip eserler, acîb fillerdir.

Âdetâ gökyüzü erkek, yeryüzü dişi konumunda yaratılmıştır. Gökteki ‘faal kuvve’ (etken, tesir eden) kabul edilen su, hava, ziya, hararet gibi unsurların, Ay ve yıldızların, yerdeki ‘münfail kuvve’ (edilgen, etkilenen) kabul edilen toprak unsuruyla birleşmesinden (izdivaç) mâdenler, bitkiler, hayvanlar, insanlar vücûda gelir. Her iki kuvvenin mezcinden, birleşmesinden, etkileşim ve karışımından varlıklarda meydana gelen hârika heler için ‘tılsım’ tabiri kullanılmıştır.

Bu mesele ayrı bir konu başlığıdır. Yedinci sözde bahsi geçen; “Hâ hâ, nedir ağzında gizli okuyorsun? Bir tılsım…” şeklindeki temsilde ‘hikmet’ anlamında kullanılmıştır.

İnsanın görevi, bu tılsımı çözmektir. Bütün akıllar bir araya gelerek tek bir akıl olsa, yine bu tılsımı çözemez. Başta Peygamberimiz (s.a.v) olmak üzere bütün peygamberler İlâhî vahye dayanarak bu tılsımı çözmüşlerdir. Yani Cenâb-ı Hak, irsâl-i rusül (peygamber göndermek) ve inzâl-i kütüb (kitap göndermek) yoluyla bu tılsımı çözerek beşerin eline vermiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v), mi’râc gecesinde mebde’ (başlangıç, evvel) ile müntehâyı (son, bitiş, âhir) birleştirerek âlemin tılsımını bilmüşâhede çözmüş, şifrelerini/kordinatlarını insanlığa göstermiştir.

Bu sırlar, insan aklını sürekli meşgul etmiş, filozofları âciz bırakmıştır.

Bu sebepledir ki, Molla Cizirî şöyle demiştir: “Bu âlemin muammâsı okumakla, hocalıkla çözülmez. Bu meseleyi ne icâzetli ve ne de icâzete yakınlaşmış yüz hoca çözer. Ancak bunu mevhibe-i İlâhiyye ile hakîkat ilmine vâsıl olanlar çözer.

Bedîüzzaman Hazretleri bu fıkrayı okurken; “Said gibi yüz tane molla bu muammâyı bilir ve çözer” demiştir.

Mâdem Üstad Nursî kâinatın bu tılsımını çözmüş ve eserlerinde ayrıntısına kadar ikna edici izahlarda bulunmuştur. Zihinlerdeki soruları cevaplandırmış, aklın takıldığı noktaları çözmüştür. Bizler de birer kur’ân talebesi olarak bu asırda en tesirli mânevî bir tefsir olan Risale-i Nurları müdekkikane ve mütefekkirâne okuyarak pek çok muammanın ve esrârın detaylarını yakalayabiliriz.

Yeter ki, şartlarına riâyet edelim. Kur’ân, Sünnet, müçtehid imamların ve ( Hulûsî ağabey, Mehmet Feyzi, Hafız Ali, Hasan Feyzî gibi) Saffı evvel nur şakirdlerinin/taliplerinin akîde, bakış ve nazarları istikametinde, bozmadan/tahrîf etmeden/ta’vîz vermeden murad-ı Üstadânelerine muvafık bir tarzda okumaya, anlamaya, anlatmaya ve hayata geçirmeye gayret gösterelim.

Ve minallahittevfîk…

İsmail Aksoy