Kalbin kimin evi?

Allah sevgisi enfüsi bir şeydir; ruha aittir. Ölçülüp tartılamaz. İman, intisaptır; Allah’a itaat etmektir.

Her Müslüman “Ben Allah’ı ne kadar seviyorum?” sorusunun cevabını, “Ben Allah’a ne kadar itaat ediyorum?” sorusuna verdiği cevapta aramalıdır. İşte imanımızın ölçüsü bu mukayese ile anlaşılır. Ateş bizim hizmetkârımızdır, yanlış kullanırsak yangın çıkar. İşte her duygunun iki yönü vardır, biri rahmanî, diğeri şeytanî. Necip Fazıl şöyle diyor:

Ben neyim ve bu hal neyin nesi?

Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi?

İslam alimleri putçuluğu şöyle hülasa etmişler: İnsan neyi çok severse o, onun putu olur. “Ben neyi çok seviyorum?” İşe buradan başlamalı. Çünkü ilk adımımız, bize varacağımız menzili gösterir. İslamiyet insanlara emanettir. Bu emanete kim ne kadar sahip çıkarsa Allah da o kuluna o kadar sahip çıkar. Bütün dünya kâfir olsa, bir mü’min tek başına kalsa onun vazifesi yine İslamiyet’i yaşamaktır. İslamiyet’i yaşamak ve tebliğ etmek için hiçbir peygamber ordu, hazine, devlet vs… istemedi. Mevlânâ, Moğol istilası içinde İslamiyet’i yaşarken, İmam-ı Rabbani Hindular içinde tebligatını yapıyordu. 1884’te dünyaya gelen Ömer Nasuhi Efendi, tarihin en karanlık günlerinde yoksulluk, savaş, göç, istila içinde; Said Nursi, Abdülhâkim Arvasi, Süleyman Hilmi Tunahan gibi Cumhuriyet’in kurulduğu devirlerde her türlü zorluğa rağmen İslamiyet’i var güçleriyle yaşadılar ve anlattılar. Yalnızlığın ve maddi imkânsızlığın içinde Allah’ın rızasına erişmeye çalıştılar… La ilahe illallah diyen kimse Allah’ı sevmeli, Allah’ı sevenleri sevmeli, Allah’a itaat etmeli, Allah’a itaat edenlerle birlik ve beraberlik içinde bulunmaya çalışmalı. Bir kere la ilahe illallah deyip, bin kere düşünmeli: Neler ilah olmuş? İnsanlık tarihi boyunca neler ilah yapılmış? Bu hatalara yeniden düşülemez mi?

Herkes erken kalkabilir; amma ne için?

Herkes çalışabilir; amma ne işte?

Herkes yiyip içebilir; amma helal mi haram mı?

Elbette gübrenin bol olduğu bahçelerde güller de vardır. Herkes yerini bilmeli ve tayin etmelidir.

Kalp sadece kan pompası değildir. Hakikatlerin merkezi, imanın mahalli, kâinatı kuşatan sevgi ve arzuların dolduğu yerdir. Sevgiler Allah için olmadıkça o kalp hastadır. Kalp doktoru, kalbin manevi hastalığını da bilip tedavi edebilseydi, tıp insanlığa daha büyük hizmetler ederdi. Çünkü insanı ebedi hüsrandan kurtarıp sonsuz saadete erdiren; imanlı kalptir. Bu durumda herkes kalbine kulak versin; “Kalbim kimin evi? Oraya kimleri kimleri buyur ettim?

Yıllarca ibadet eden bir mümin bazen kendisinde boğulabiliyor. Kendine dost olmayanlar başkalarına dost olamıyor. Manevi yolların karıştığı şu devirde ilmiyle amil olan insanları manevi trafik işaretleri gibi görmeli… Faziletimizi artırmanın yolu, Allah’ı sevenlerle beraber olmaktan geçer. Hiçbir şey kararında kalmıyor. Maddi manevi her şey bir başka alemden dünyaya geliyor. Dünyadan bir başka aleme gidiyor. Gidenler bize veda etmeden gidiyor. Her giden, sevgi bağlarını koparırken canımızı yakıyor, üzülüyoruz. Bu sebepten herkes sevdiği şeyleri hayal etsin. Ne kadar çok şey seviyorsak gelecekte o kadar üzüntümüz olacaktır.

Eskiler “ya Baki ente’l-Baki” diye zikrederlermiş. Yani Baki olan sadece Allah’tır. Gerisi hep fani. Beka isteyen ruh, Baki olan Allah’ın emrine girmelidir. O zaman o da saadet-i ebediyede beka bulur…

Hekimoğlu İsmail / Zaman