Kalbin yarası vesvese

Vesvese; şüphe, tereddüt, kuruntu, insanın aldanması, nefsine yenik düşmesi ve şeytanın hilelerine karşı mağlûp olması gibi anlamlara gelmektedir. Vesvese dövülmeden ağlamaya benzer. Vesvese genelde bilgi eksikliğinden olur. Onun tedavisi de o eksikliği onun ilmini öğrenerek giderilebilir. Vesvese tuzağına düşmemek için öncelikle Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup anlayarak hayatımıza tatbik etmeliyiz. İmanı kuvvetlendirecek ortam ve sohbetlerde bulunmalıyız. Ve marifette ve imanda inkişaf ettirecek Risale-i Nurlar ile çok meşgul olmalıyız. 

Tahkiki iman; bütün manevi hastalık ve sorunların reçetesi hükmündedir. Bu yüzden bütün sorunları tek tek dert edinmek yerine, tahkiki iman üzerinde yoğunlaşıp o sorunların tamamını imha etmeliyiz. Yani bütün manevi hastalıkların tek panzehiri; sağlam ve tahkiki imanı elde etmektir. Vesveseden kurtulmak için, İhlâs Suresi ile birlikte muavezeteyn sureleri sabah ve akşam abdestli olarak en az üçer kez okunmalı. “Ve kul: Rabbi, eûzû bike min hemezâti’ş-şeyâtîn. Ve eûzû bike rabbi en yahdurûn.” “Deki:Ya Rabbi, Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından sana sığınırım!.”denirse iyi olur.

Şeytanın vesvesesi aslında zayıftır. Din bilgisi tam ve doğru olan ve bu bilgilerine uygun hareket eden insanları aldatması çok güçtür. Şeytan vesvese vererek, kötülüğe düşürmek için insanların bazı zaaflarından faydalanır. Bunlar aceleci olmak, şehvet, gadab, haset, hırs, çok yemek, süslenme sevgisi, dünya lezzetlerini haram yollardan aramak, ihtiyaçtan fazla toplanıp Allah için sarf edilmeyen dünya malı, cimrilik ve fakir olma korkusu, kendi görüş ve düşüncelerini beğenmek, hasımlarına karşı kin tutmak ve sû-i zân’ı sayabiliriz.

Musibete ziyade ehemmiyet verenlerde, musibeti büyütenlerde, musibetten ziyade korkanlarda, meselenin mahiyetini bilmeyenlerde, cahillerde, vesvese daha çok görülmektedir. Şeytanın birinci gayesi, insanın imansız olmasıdır. Bunu başaramadı mı onun ibadet etmemesine çalışır. Tek çıkar yol, ibadete devam etmektir. Vesveseye düşmüş insanın hiç telaş etmemesi gerekir, zira o hatırına getirdiği şeyler hayalden öte bir şey değildir, zira bunları düşündüğün için hayaline getirdiğin şeyler senin kalbinden çıkmıyorlar, bunlar sana şeytanın verdiği kuruntulardan başka bir şey değil, oysa sen kalbim ne kadar bozulmuş deyip telaş ediyorsun.

Nasıl ki namazda taharet namaza engeldir, ama insan içerisinde bağırsaklarında taharet söz konusu iken bu taharetin namaza engel değildir. Aynen bunun gibi kafanın içindeki kötü düşüncelerde sana zarar vermez ne zamana kadar? Kafana takıp gözünde büyütene, onları zararlı zannedip telaşa kapılana kadar.  Senin yapman gereken onları hiç düşünmemen, hatta zararsız olduğunu bilmen.

“Namaza duruyorum ne kadar kötü olumsuz şey varsa hiç olmadık şeyler gözümün önüne geliyor.” Bunu şöyle açıklayabiliriz, eşyalar, maddeler arasında gizli münasebetler vardır hatta çok ilgisiz olmasına rağmen bir şeye bakarsın seni hayalen çok farklı bir yere götürür. Üstad Bediüzzaman Hazretleri “Hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise, hayalde sebeb-i kurbiyettir. Yani, iki zıddın suretlerinin cem’ine vasıta, bir münasebet-i hayaliyedir. Bu münasebetle gelen tahattura “tedâi-yi efkâr” tabir (fikirlerin çağrışımı)edilir. Demiştir. 

Böyle bir sıkıntıya müptela olduysan ben ne kusur ettim deyip hayıflanma, kusurunu aramaya başlarsan müptela olduğun sıkıntı büyür, sen üzüldükçe o şiddetlenir. Hassas sinirli insanlarda bu daha da fazla görülmektedir. 

Ya ne yapmalı da bu dertten kurtulmalı?

Böyle düşüncelerin hatıra gelmesinde dinen bir sakınca yok, alevin resmi yakmayacağına, yılanı resmi ısırmayacağına göre bu hayallerde namazına, ibadetine zarar vermez. Bunu bilmelisin öyleyse onlarla meşgul olmayı bırak. İbadet ettiğinde doğru ve kusursuz oldu mu? Diye düşünmek hoş değildir, gururlanmamak için kabul oldu mu? Olmadı mı? Diyebilirsin.  Vesveseli adam amelini güzel görüp gururlanacağına kusurlu görüp tövbe etse daha iyidir.

Allah’a dua ederken” kusurlu ibadetlerimin kabulü” içinde niyazda bulunarak gurura ve kibre girmekten kurtulursun. Bazen en iyi namazı kılayım, en iyi orucu tutayım, en iyi ibadeti yapayım diye çabalarken farkına varmadan böyle vesveselere duçar olunuyor. Abdestim tam oldu mu? Kuru yer kaldı mı? Gibi şüpheler tekrar tekrar abdest almaya, acaba üç rekât mı oldu, dört rekât mı oldu? Gibi sıkça karşılaşılan şeylerde namazı tekrar etmeye başlayan kişide vesvese bir zaman sonra hastalık derecesine geliyor farkına bile varamıyor.

Bu halden nasıl kurtulacağız?
Acaba abdestimi en iyi şekilde aldım mı? Namazımı en iyi şekilde kıldım mı? Diye düşünmeyeceğiz. Allah emretti sen elinden geleninin en iyisini yaptın, hatta olabilir ki sen farkına varmadan kastı olmaksızın abdest azalarından birini yıkamadın o halde namaza durdun senin abdestin, namazın sahihtir. Dinde zorlama yoktur.
Abdest aldın namaza duracaksın acaba abdestim var mı? Diye düşünüyorsan kural şu;

Abdest aldığını hatırlıyorsan bozulduğunu hatırlamıyorsan abdestin vardır, huzurla namaza dur. Abdestini bozduğunu hatırlıyorsan abdest aldığını hatırlamıyorsan abdestin yoktur abdest almalısın.
İnsan bazen de imani konularda hayaline gelen şeyin aklına geldiğini zanneder karıştırır imanına itikadına zarar geldi zanneder. Oysa”Bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur”  

Ey Müslüman kardeşim Bediüzzaman Hazretleri” Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi, tevehhüm-ü küfür dahi küfür değildir” der. Öyleyse telaş etme imanına itikadına zarar gelmemiştir ama lüzumsuz tekrar edip durulursa o zaman tehlike var demektir. Zararlı fikir aklına yerleşebilir Allah korusun.

Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: “Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur.” Demek emirle güzellik, nehiyle çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh, mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrur eder. Şu hüsün ve kubh ise, surî ve dünyaya bakan yüzünde değil, belki âhirete bakan yüzdedir.

Vesvese ifrata vardırmamak şartıyla uyanıklığa sebeptir araştırmaya sebeptir ciddi olmaya vesiledir lakaytlığı aldırış etmemeyi ortadan kaldırır. Bediüzzaman Hazretleri Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş, beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîme şekvâ etmeli, Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.” Demeli diyerek Müslümanlara tavsiye buyurmuştur.

Ahir zamanda yaşayan ümmetler olarak tazyikatın çok olması kaçınılmazdır. Bediüzzaman Hazretleri zamanın olumsuzluğunu ve bu zamanda yapılması gerekeni şu sözlerle anlatmaktadır. “Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.”

Bu asırda yaşayanların hayatı bir harp meydanı gibi. Her yandan yüzlerce hücuma uğrayan bir insan, namaza durduğunda ihlâslı, huzurlu bir ibadete zor muvaffak olur. Ama o zorlukta ayrı bir değer vardır. Harp esnasında ve cephede tutulan bir nöbetle, sulh zamanında çarşı içinde tutulan nöbetin bir olmadığı açıktır. Vesveseye birde bu gözle bakalım; İman var ki, vesvese geliyor. Nasıl deniz korsanları, hazine taşıyan zengin gemilerine tecavüz eder ve define bulunan adalara saldırırlar, öyle de şeytan dahi, Mü’minin iman cevheri taşıyan kalbine hücum eder. Kur’ân, “Muhakkak, şeytanın hilesi zayıftır”der.

˝Ey maraz-ı vesvese ile mübtela! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer. Ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür. Küçük görsen, küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder. Havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider. Şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tardeder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.˝ 

Peygamber efendimiz(sav)”Böyle bir şey arız olduğunda, söz gelimi gadaplandığınızda, ayakta iseniz oturun, oturuyorsanız uzanın veya kalkıp abdest alarak iki rekât namaz kılın ve iç dünyanızda değişiklik yapın; ayrıca o sisi dağıtacak daha başka meşru bir kısım davranışlarda bulunun!”Buyurmuştur.

Vesvesenin manyetik alanından ibadet ile uzaklaşmalı ve psikolojik tesirinden çıkılmalıdır. Efendimiz (sav), bir sefer dönüşü bir defaya mahsus olmak üzere yorgunluktan uyanamayıp sabah namazı kazaya kalınca, “Burayı derhal terk edin; şeytan burada hâkimiyet ve saltanat kurmuş” buyurmuşlardı. 

Efendimiz (sav)’in Mi’rac yolculuğunu hatırlamanın vesveseyi, hususiyle namazda akla gelenleri, hattâ esnemeyi bıçak gibi kestiği ve keseceği söylenebilir.

Çetin KILIÇ

Kaynaklar:
Risalei Nur Külliyatı
Mumsema
Sorularla İslamiyet
Sorularla risale