Kalblerin Zikri Muhabbetullahtır

ÇOĞUMUZ DUYARIZ bu ayetin iktibas edildiğini muhtelif zaman ve zeminlerde:

Ra’d suresinin 28. ayetidir bu. Özellikle de “ela bizikrillahi tatmeinn’ul-kulûb” kısmını duyarız çoğunlukla.

Bir kere öncelikle ayet kalbî tatminin ilk şartının iman olduğunu ortaya koyar: “onlar ki iman ederler ve Allah’ın zikriyle kalbleri tatmin bulur”.

Aradaki “ve” edatı cümleciklerin iki tarafı arasında bir ilişkinin olduğunu gösterir, aynen “âmenû ve amilussâlihât”ta olduğu gibi.

Nasıl amel-i salihin olmaması, ya da görünmemesi imanın yokluğuna delalet etmez, aynen öyle de kalbî tatminin olmaması da imanın olmadığını göstermez. Sadece arada sıkı bir ilişki olduğunu gösterir, iman olmadan amel-i salihin “salih” olmayacağını ve yine iman olmadan kalblerin tatmin bulamayacağını gösterir.

Said Nursi’nin iman-ı billah, marifetullah, muhabbetullah ve lezzet-i ruhaniye denklemini de düşünürsek, ayette ifade edilen mana daha da anlaşılır hale geliyor. İman-ı billah ve marifetullah olmadan muhabbetullah ol(a)mıyor ve muhabbetullah olmadan da lezzet-i ruhaniyeye ulaşılamıyor. Ayette önce imanın, sonra zikrin ve kalbî tatminin zikredilmesinin bir hikmeti de bu olsa gerek.

Ayetin daha çok alıntılanan ve sürekli zikredilen ikinci kısmıyla ilgili ise şu nokta akla geliyor. Kalblerin tatmini, itmi’nana ermesi ancak ve ancak iman üzerine bina edilmiş bir zikir iledir diye anlıyoruz ayet-i kerimeden.

İman kalbin bir amelidir, kalbî bir ameldir. Ve ayette kalbî bir amel üzerine bina edilen bir zikirden bahsediliyor. İşte bu zikir de kalbî bir ameldir aslında. Kalbî olan iman, yine kalbî olan zikirle taçlanır ve kalb itmi’nana erer.

Peki bu “kalblerin zikri” nedir?

Benim anladığım, en geniş manasıyla “muhabbetullah”tır. Aklın zikri marifetullah, kalbin zikri ise muhabbetullahtır. Bunların beraberce kişiyi donatmasıyla, kalb sarayı mamur olur. Kalb itmi’nana, bir anlamda “lezzet-i ruhaniyeye” kavuşur.

Zikirle itminana, lezzet-i ruhaniyeye ulaşılmasını diğer tüm duygular için de böyle düşünebiliriz. Kalbin tatmini zikrullah ile olduğu gibi, aklın tatmini de zikrullah ile ve ruhun tatmini de zikrullah ile olur. Her duygunun, latifenin kendine has bir zikri vardır.

 Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz:

“Zikrullah kalplerin şifasıdır.” buyurur. (Kenzü’l-Ummâl, c.1, s.414, h.1751)

Her şeyin bir şifası vardır. Gönüllerin şifası da Allahu Teâlâ’yı zikretmektir. İnsanlar maddi ve manevi şifaya muhtaçtırlar. Cenâb-ı Hakk’ın yaratmış olduğu birçok şeyde çeşitli hususiyetler vardır ki, onlar maddi hastalıklar için birer şifa vesilesidir. Allahu Teâlâ Hazretlerini zikretmek ise manevi hastalıkların izalesi için en gerekli çaredir. Zinde bir kalbe, uyanık bir ruha, mesut bir hayata nâil olmak isteyenler zikre devam etmelidirler. Zira zikrullah kalplerin şifasıdır. O, yaraya sürülen merhem gibidir. Hakk Teâlâ’nın zikri senin canına dost olursa sende köşk, saray muhabbeti olmaz. Çünkü Allah (c.c)’ın zikredilmesi gönüldeki mâsiva sevgisini yok eder. Cenâb-ı Kibriyâ’nın zikrinden bir an gafil olursan, o anda, o nefeste şeytana sahip olursun. Şeytan, zikrullahın yapıldığı anlarda müminin yanından firar eder. Müminin gafil olduğu anda ise ona musallat olmaya çalışır. Cenâb-ı Hakk’ın zikri, ruhu insaniyeye gıdadır. Ruh ancak zikrullah ibadetiyle cananını bulur.

Hatice BAŞKAN

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: