Kapitalizmin İnsanlığa Hediyesi!…

Mehmet Abidin Kartal

İnsanlığın baş belası kapitalizmin getirdiği türevler var. Globalleşmesi, küreselleşmesi vesaire… Say sayabildiğin kadar. İnsan sağlığına dönük en anormal türev ise obezite. Kapitalizmin insanlığa hediyesi obezite, aşırı şişmanlık, insan sağlığını tehdit ediyor.

Obezite, çağımızın en ciddi tehlikelerinden biri. Şişmanlık yüzünden belki de insanlık tarihinde ilk defa bir sonraki jenerasyonun ortalama hayat beklentisi, bir önceki jenerasyondan daha az. Şişmanlık ve diyabet riskinin arttığı, diyetin ciddi bir endüstri haline geldiği, ama problemlerin de pek kolay çözülemediği bir dünyadayız.

  1. Yüzyılın en çılgın tezadı, bir yanda savaşlarda, Afrika ve Asya’da dünyanın birçok yerinde açlıktan ölenlerin olması; öteki yanda gelişmiş Batının refah ekonomilerinde en önemli sosyal sorunun obezite olması!

Aslında postmodern kapitalist tüketim toplumları doyumsuz. Ve bu doyumsuzluk her alanda kendini gösteriyor. Tatmin olma hissi ortadan kalkmış. Mutlu olamıyorlar, huzurlu olamıyorlar. Olanla iktifa etmeyip, hırsla saldırıyorlar.

Kapitalizmin insan sağlığına zararlı olduğu her geçen gün yeni bir örnekle ispatlanıyor. Kapitalizmin insan sağlığına zarar verdiği yönündeki delillerin temelinde, kapitalist sistemin “insan denen varlığı insan olarak görmeme”si yatıyor. İnsanı, insan yapan özelliklerinden soyutlayıp tüketici veya üretim faktörlerinden yalnızca biri gibi bir kategoriye indirgediğinizde, ahlaki değer yargılarınızı da yitiriveriyorsunuz.

Tütün ürünlerinin vücutta meydana getirdiği  tahribatı insanlık yeni yeni fark etmeye başladı. Sigaranın zararlarına karşı insanları bilinçlendirmek çok zorlu bir süreç olsa da, bu yolda epey mesafe alındı. Bu süreçte en büyük zorluğun sigara üreticisi karteller tarafından çıkarıldığını; bu kapitalist tröstlerin kendi kârlarını korumak uğruna insan hayatı gibi evrensel öneme sahip bir konuda bile pervasızca yalanlar söyleyebildiklerini gördük.

Modern insanın sağlığını ciddi şekilde tehdit eden yeni bir illet, Atlantik ötesinden kalktı, Avrupa’dan geçti ve epey bir süredir Türkiye’de de boy gösterir oldu: obezite.

Obezite ve obeziteyle mücadele konusunda internette sayısız kaynak var. Televizyon ve/veya bilgisayar başında saatlerce hareketsiz kalıp çok miktarda junk-food ve yağlı besin tüketilmesi obezitenin ana sebebi. Anlaşıldığı kadarıyla insan vücudu saatlerce hareketsiz kalıp lifsiz, ama yüksek oranda yağlı besinlerle doyurulmak için tasarlanmamış. Özellikle gençler ve çocuklar, bilgisayar ve televizyon başında çakılıp fast-food (McDonalds gibisi yok) ve junk-food (Hadi yiyin gari) ile karınlarını doyurdukça; yaşam alışkanlıkları bu şekilde biçimlendiği için çok erken yaşlardan itibaren ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşmaktalar.

Dünyadaki obez insan sayısı, dünyadaki aç insan sayısını geçti. Kapitalistlere bakacak olursanız sevinilecek bir haberdir bu. Açlık sorunu nihayet insanlığın gündeminden çıkmak üzere, hadi bunu alkışlayalım!

Oysa durum farklı. Kapitalizm, zenginleştikçe insanları doyuruyor, ama asla sağlıklı besleyemiyor. Geçenlerde televizyonda izlediğim bir haber dikkatimi çekti:

Obezite üzerine yapılan psiko-sosyal bir araştırma göstermiş ki, yakın çevresinde obez insan bulunan biri, artık kendi fazla kilolarını da umursamaz oluyor ve bunun normal ve zaten olması gereken bir durum olduğunu düşünmeye başlıyormuş. Bunun sonucu olarak da obezite sosyal etkileşim yoluyla da yayılmaktadır, deniyor. Biraz düşününce bu delilin doğru olduğunu siz de göreceksiniz.

İnsan gözü etrafında güzellikler görmek ister, orası tamam. Ama etrafımızda yeteri kadar kilolu insan görünce kendimizi artık kilolu hissetmiyoruz, iyi ve güzel hissediyoruz. Bir süredir zihnimde şekillenen bir fikre göre, obeziteye karşı (tıpkı sigaraya karşı verilen mücadele gibi) sosyal ve kitlesel bir mücadele, geniş çaplı bir bilgilendirme kampanyası hayata geçirilmeliydi.

Nasıl ki  uzun yıllar ve uzun mücadeleler sonucu, 18 yaşından küçük gençlere sigara satılmasına ve kamuya ait kapalı yerlerde sigara içilmesine engel olabildik ve nasıl ki sigara paketlerinin üzerine kocaman harflerle “Sigara sağlığa zararlıdır” “Sigara cinsel iktidarsızlığa ve hamilelerde düşüklere sebep olur” “Sigara kalp ve damar hastalıklarına sebep olur, kalp krizi riskini arttırır” gibi uyarılar yazdırabildiysek; belki de artık buna benzer uyarıları junk-food paketlerinin üstüne ve fast-food restoranlarının kapılarına yazmanın zamanı geldi!

Hatta belki on sekiz yaşından küçük çocukların bu tür gıdaları, ancak velilerinin denetim ve gözetiminde tüketebilmelerini sağlayacak önlemlerin alınması gerekecek. Internette ziyaret ettiğim sitelerden birinde obeziteye karşı girişilecek böylesi toptan bir mücadelenin yalnızca McDonalds ve Coca-Cola gibi gıda üreticilerinin değil, Microsoft gibi iletişim ve bilişim sektörü devlerinin sert muhalefetiyle karşılaşacağı anlatılıyordu.

Sözü edilen şirketlerin pek çok işkolunda -bilhassa müzik, eğlence ve spor sektöründe- “sponsorluk” yoluyla desteklediği diğer şirketler ve girişimler de obeziteye karşı düzenlenen bir kampanyaya karşı duruş sergileyecekler. Buna kuşku yok. (Rock’n Coke konseri iptal edilecek olursa üzülecek çok insan tanıyorum.)

Birden fark ediyorsunuz ki, kapitalizmin pompaladığı müzik, eğlence ve spor -bilhassa futbol- sektörleri, aslında kitleleri pasifize edip uyuşturmanın en önemli araçları ve obezite sorunu zaten insanların pasifize edilip uyuşturulmalarının bir sonucu!

Kapitalist sistem, insanı insan olmaktan çıkarmaya devam ediyor, daha fazla kâr etmek uğruna. Onlara soracak olursanız çözüm reçeteleri de hazırdır:

“Bizim yüzümüzden sağlığınızı ve güzelliğinizi kaybettiniz, öyle mi? Hiç üzülmeyin! Yepyeni diyet formüllerimiz ve sağlık programlarımızla sizi sağlığınıza ve güzelliğinize kavuşturacağız. Estetik cerrahinin nimetleri ve ‘botoks’ ne güne duruyor? Siz yeter ki paracıklarınızı bize ödemeye devam edin.”

Zor da olsa, sigaraya karşı insanları bilinçlendirme işinde büyük mesafe alındı. Halen büyük sigara üreticilerini dize getirmekten çok uzağız. Belli ki en az iki nesil daha sigaraya bağlı rahatsızlıklardan ölümler devam edecek.

Modern kültür, birçok konuda olduğu gibi, obezite konusunda da ikiyüzlü bir tutum sergiliyor. Obezite, insan bedenlerini tahakküm altına alıp onları basit bir tüketim aracına dönüştüren kapitalizmin bir başarısı olarak da okunabilir. Bu öyle bir başarı ki, hem özellikle yoksul toplumlar hızla “fast food” kültürünün egemenliğine giriyor, hem de ortaya çıkan gerçek tıbbî sorunlar devasa bir sağlık pazarı meydana getiriyor. Çünkü amaç, daha fazla para kazanmak…Para var, huzur var mı?

Doç. Dr. Mesut Başak; ülkemizde obezitenin erkeklerde % 9 ve kadınlarda % 23 oranında görülmekte olduğuna dikkat çekti. Başak’a göre Amerika Birleşik Devletleri’nde şu anda obezite % 25. Bu oranın 2030 yılında %100 olacağının tahmin edildiğini bilgisinin önemsenmesi gerektiğinin, işaret fişeklerinin atıldığının önemli bir göstergesi olduğunu aktardı. İnsanlar “Acıkmadan yemeğe oturmamak ve doymadan yemekten kalkmak” kuralına uymadıkları için şişmanlık ile başlarının dertte olduğunu anlattı. (Hürriyet 3 Eylül 2008)

Huzurlu, mutlu, uzun bir ömür sürmek; olağanüstü işler başarmak mı istiyorsunuz? Bunun formulü şu: Az, öz yemek, hareket etmek, mideyi değil beyni çalıştırmak. Mutluluk ve başarının formülü: Az ve öz yemektir. Eskilerimiz buna riyazet, yani, nefis terbiyesi derlerdi. Riyazet; maddi, nefsi istek ve arzuları en asgari seviye ve en geri plana itmek; ruhi, manevi, ulvi, yüce duyguları öne almak, nefsi terbiye etmek, perhiz ve idman yapmaktır. Yani, pozitif enerjiyi yükseltmektir. Tasavvuf terbiyesinde, bu psiko-fizyolojik ve psişik kazanımlar; kıllet-i taam, kıllet-i menam, kıllet-i kelam (az yeme, az uyuma, az konuşma) diye formüle edilmiştir. Risale-i Nur`da formu korumanın, moral gücünü yüksek tutup; az yeme/içme; rejim, perhiz yapmanın; düzenli ve ölçülü uyumanın; zaman israf etmeyip değerlendirmenin sırları verilir. Bu husustaki ana fikri şudur: Yaratılışın, hayatın asıl gayesi, yüce Yaratıcıyı tanımak, ulvi duyguları geliştirmek, nefsini terbiye etmektir. Nefsi, olumsuz hislerden değil, ulvi duygulardan zevk ve lezzet almaktır. `Şehvet gücünü` (yeme, içme, uyuma, eğlenme gibi her türlü menfaatli şeyi çeken, cezbeden yönümüzü) aşırılıklardan koruyup `orta` çizgiye çekmek; dengeli hayat sürmektir. `Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz` mealindeki ayete dikkat edilirse; yeme-içmeden değil; israf, aşırılıklardan men ediliriz. Bediüzzaman`a göre, kainatın en önemli kanunu iktisattır  ve biz de onun bir parçası olduğumuza göre, o kanuna uymak zorundayız. İsraf tüketimi körükler; tüketim; olumsuz rekabeti, helal-haram ayırımı yapmadan yeme-içmeyi, bu da vicdani baskıyı; o da gerilim ve stresi beraberinde getirir. Az yemek aynı zamanda yemek bağımlılığını asgariye indirip maddenin esaretinden kurtulmaktır. Bir hadiste, `Kişi yeme içmeyi azalttığında içine nur, ışık, mana dolar` denir. Tıbbın tesbitine göre günlük ortalama 1000-1200 kalori kafi gelir. Tıp; Peygamberimizin (asm), `Ademoğlu, mideden daha kötü bir kap doldurmaz. Oysa belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Ancak nefsin galebesiyle, illa da mideyi doldurma işini yapacaksa bari onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine tahsis etsin, üçte birden fazlasına yemek koymasın. Her türlü hastalığın küpü midedir`  hadisini doğrulamaktadır. Doktorların üstadı İbni Sina, bu hadisi, `Az ye. Yedikten sonra dört beş saat kadar daha yeme. Şifa hazımdadır. Kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Psiko-fizyolojik yapıya, mideye en ağır ve yorucu hal, yemek üstüne yemek yemektir. Yani, vücuda en zararlı şey, dört beş saat ara vermeden yemek yemek, veyahut lezzet için çeşitli yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmaktır` şeklinde yorumlar. Uzun yaşayıp başarılı olmanın sırrı az yemek-içmek, az uyumaktan geçer. Unutmayın; tıka basa yemek, sağlığı tehdit etmekte ve gerçek lezzeti de yok eder ve hipertansiyona, asterosklaroza, diabet, kanser gibi hastalıklara yol açar. Un, şeker ve tuzun aşırısından uzak durun. Vücudu hastalıklardan koruyan vitamin ve mineral deposu sebze ve meyveyle dost olun. Akıl midemize, ruh cesedimize, kalb nefsimize hakim olur; sünnet-i seniyye dairesinde kalıp israftan sakınabilirsek; az yemekle hem doyar; hem uzun ömürlü, hem mutlu oluruz. Aldığımız gıdalara katacağımız şükür; lezzet ve mutluluğumuzu kat kat artıracaktır.

Obezite bugün birçok hastalığın baş sebebi. Batı nüfusunda obezitenin artmasının yanında ülkemizde obezite tehlike sinyalleri veriyor. Şişmanlıkla birlikte yüzlerce diyet formülü yazılıyor, uygulanıyor. Çözüm: Peygamber Efendimizin (sav) beslenmeyle ilgili uygulamalarına ve sözlerine uymaktır.

Resulü Ekrem (sav) hadis-i şeriflerinde

Her şeyin zekatı vardır. Bedenin zekatı da az yemektir, buyururlar

Asr-ı saadette Müslüman hastaları tedavi için İran’dan gelen bir doktor, uzun zaman Medine’de ikamet ettiği halde kendisine müracaat eden hasta olmayınca, bu kadar zamandır Medine’de olmama rağmen hiçbir hasta gelmedi. Bunun sebebi nedir? Diye sorar. Efendimiz (sav): ‘Benim ashabım acıkmadan yemezler ve doymadan sofradan kalkarlar. Bu yüzden de hasta olmazlar’ buyurmuştur. Şişmanlamak istemiyorsanız, sağlıklı ve mutlu olmak istiyorsanız, sünnet-i seniyeye uyunuz..

Dünyanın en uzun ömürlü insanları olan Japonya’nın Okinawa adası sakinleri, sofradan tam doymadan kalkıyormuş. (Vatan, Vatan iki eki, 7 Haziran 2006)

Yaş ortalamasının kadınlar için 86, erkekler için 77 olan Okinawa’daki bu uygulamanın, uzun yaşamanın sırlarından biri olduğu ifade ediliyor.

Sofradan tam doymadan kalkmak, Peygamberimizin sünnetlerinden ve Müslümanlara tavsiyelerinden biri değil midir? Demek ki, bilmeyerek de olsa Okinawa halkı bu ‘sünnet’e ittiba ediyor…

Modern hayatın yemesi-içmesi-çalışması-eğlenmesi, kısaca “yaşam biçimi” insanları çeşitli sağlık sorunları ile baş başa bırakıyor. Sağlık problemleri çocukların, gençlerin bütün toplumun huzursuzluğunun, başarısızlığının, mutsuzluğunun  en büyük ve birinci sebebidir.

Dengeli beslenmeyi, sağlığımızı korumayı, içki, kumar, uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklardan uzak durmayı, temizliğe dikkat etmeyi, kendi kendimize zarar vermemeyi, bedenimize karşı görevlerimiz arasında sayabiliriz.

Nasıl ki, yemek içmek, beslenmek, soğuktan, sıcaktan, tehlikelerden korunmak bir görev ise ruhumuzu da asılsız ve yanlış inançlardan korumak, doğru ve sağlam, inanç sahibi yapmak, hurafelerden uzak, doğru ve faydalı bilgilerle donatmak, kötü düşünce ve kötü huylardan uzaklaştırıp iyi düşünce ve güzel huylarla süslemek  görevimizdir.

Bedenimize ve ruhumuza karşı görevlerimizi yerine getirirsek, ruhen ve bedenen sağlıklı olup, kendimize, ailemize, insanlığa, dinimize, vatan ve milletimize karşı görevlerimizi yerine getirebiliriz. Ruh ve beden sağlığı bozuk insanların verimli çalışması,  başarılı,  huzurlu ve mutlu olması beklenemez.

Hz. Aişe validemizin şu sözü üzerinde düşünüp ders almaya ne dersiniz:

“Peygamberlerinden sonra  bu ümmette  meydana çıkan  ilk bela tokluktur. Çünkü, insanlar doyunca  bedenleri şişmanladı, kalpleri zayıfladı. Dünya hırsları kabardı.”

 

Mehmet Abidin Kartal

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: