Kardeş Olabilmek

Aynı anne babadan doğan ve ortak değerlere sahip olan kimseler kardeştirler. Hiç kimsenin kardeşini seçme hakkı yoktur. Kardeşler arası ilişkiler;  insanlar arası  yakınlık, bağlılık ve  himaye duygusunun sembolü olmuştur. “Onu kardeşim gibi severim”, “Bana kardeşim kadar yakındır” “Onun yaptığı iyiliği insana kardeşi bile yapmaz” gibi sözler sosyal hayatda sıklıkla duyulur. Bu sözler, kardeşlerin birbirlerine karşı hissettikleri yakınlık, sevgi, bağlılık ve fedakârlık duygularının boyutunu pratik hayattaki yansımaları ile ortaya koyuyor.

Kardeşliğin dünyadaki ilk örneği babamız, insanlığın babası, ilk peygamber  Hz. Adem’in (a.s) çocukları Habil ve Kabildir. Kur’an’da bu iki kardeş ile ilgili anlatılan kıssada bize mesaj olarak Allah-kul ilişkilerinde ihlas, samimiyet ve teslimiyetin temel unsur olduğunu öne çıkarmaktadır. Kıssanın diğer masajı ise, kişisel zaaflara esir olunması, ihlas ve samimiyetin hayatımızdan çıkması halinde insanları birbirine yaklaştıran, bağlayan kardeşlik bağının koparak düşmanlığa dönüşmesidir. Bu düşmanlığın kardeşlerin birbirini öldürmelerine sebep olmasıdır. Habil ve Kabil kardeşliğinde yaşanan kişisel zaaflara esir olunmanın sonucudur.

Habil ve Kabil Allah’ın yakınlığını kazanmak amacı ile birer kurban sunmuşlardır.Habil’in kurbanı Allah tarafından kabul görürken Kabil’inki kabul edilmemişti. Kıskançlığa düşen  Kabil kardeşine yeminle  hitap ederek onu öldüreceğini söyler. Bu durum karşısında Habil, Kabil’e karşılık vermeyeceğini, kendisini öldürmesi halinde onun, her ikisinin de günahlarını yüklenerek cehenneme gideceğini hatırlatır. Sonuçta Kabil kıskançlık krizi içinde  kardeşini öldürmekten kendini alamaz. (Maide, 5/27-30)

Başkalarının sahip olduğuna sahip olma isteği, hem de sahip olduğunu, başkasına kaptırma korkusu, bir ilişkinin veya bir kişinin yitirileceği endişesi olan kıskançlık,  dünyada ilk cinayetin işlenmesine sebep olan hem de kardeş katiline sebep olan çok tehlikeli bir duygudur. Bu duygu insanı devamlı huzursuz ve mutsuz yapar. Psikolojik bir hastalıktır, tedavi edilmesi gerekir.

Kardeşlik deyince iki kardeşlik türü aklımıza gelmelidir. Bunlardan biri aynı anne babadan doğan çocukların kardeşliği, nesep kardeşliği, bir diğeri de din ve iman kardeşliğidir.

Nesep kardeşliği aynı karından dünyaya gelmeyi ifade eder. Yani soy kardeşliğidir. Kur’an-ı Kerimde şöyle buyrulur: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık”. (Hucurat 49/13)

Din kardeşliği ise; aynı dine mensup olmayı ifade eden kardeşliktir.. İslâm dininde kardeşlik, bütünüyle itikat ve iman temeline dayanan bir kardeşlik türüdür.  Bu konuda da şöyle buyurulur: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup sakının umulur ki esirgenirsiniz” (el-Hucurat 49/10).   ve siz O’nun nimetiyle kardeşler oldunuz. ” (Al-i İmrân, 3/103).

Kardeş olmak, arkadaş ve dost olmak; sevinçte ve kederde beraber olmayı göze almak demektir; sevmek, saymak, güvenmek, merhamet etmek, yardımlaşmak, paylaşmak demektir.  Bu konuyu sevgili Peygamberimiz (sav)hadislerinde şöyle açıklar:  “Sizden biri, kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe gerçek imana eremez.” (Buhârî, İman 6; Müslim, İman 71)

Kardeşliğin hayata yansımasının  güzel örneklerini Peygamberimizin (sav) hayatında görmekteyiz. O, bir yandan insanlara Allah’ın varlığını ve birliğini anlatırken, diğer yandan bu inanç etrafında toplananları din kardeşliğinde birleştirip kaynaştırmıştır. Bu sistemde Habeşistanlı bir köle ile Kureyşli bir asilzade arasında fark kalmıyordu.

İslam’da kardeşlik denince elbette ilk akla gelen Ensar ve Muhacir kardeşliğidir. Müminler  arasındaki muhabbetin, sevginin, en göz kamaştırıcı örneklerinden biri, Mekke’den Medine’ye hicret eden Muhacirlerle onlara kollarını açan Medineli Ensar arasındaki kardeşliktir. Medine’ye hicretten 5 ay sonra Resul-i Ekrem (s.a.v), Ensar ile Muhacir bir araya toplamış Medine Sözleşmesi gereği kırk beşi Muhacirlerden kırk beşi Ensardan olmak üzere 90 kişiyi kardeş yapmıştır. Peygamber Efendimizin kurduğu bu kardeşlik müessesesi, maddî ve manevî yardımlaşma ve birbirlerine varis olma esasına dayanıyordu. Modern dünyanın “toplum dayanışması” dediği ve aradığı oluşumu, Hz. Peygamber (sav), kıyamete kadar yaşayacak olan ümmetine örnek olmak üzere muahat (kardeşlik) uygulamasıyla, daha ilk İslâm toplumunda gerçekleştirmiştir. Bu sebeple müslümanlar, kardeşliği Kitap ve Sünnet ile ilan edilmiş ve Medine İslâm toplumuyla o kardeşliği yaşamaya başlamış bir ümmettir. Kurulan bu kardeşlik hiçbir milletin tarihinde rastlanmayacak eşsiz bir şeref tablosudur.

 

İbnu Ömer (r.a) anlatıyor: “Rasulullah (sav)  buyurdular ki: “Müslüman müslümanın kardeşidir.Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür.  Kim bir müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da o sebeple onu Kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun ayıbını kıyamet günü örter.” (  Buhârî, Mezâlim 3, İkrâh 7; Müslim, Birr 58, (2580).) Bir gemide bir cani ile dokuz masum bulunsa o caniyi cezalandırmak için o gemi batırılmaz. Bir müminde ise nefreti gerektiren bir kusur bulunsa, sevgiyi, kardeşliği gerektiren yüzlerce vasıf vardır. O halde kusurlar müminler arasında nefret ve düşmanlığa sebep olamaz.

 

İslam kardeşliğinin temel kuralları vardır. Bunlardan bazıları; güven, sadakat, doğruluk, iyi niyet, hüsnü zan, yardımlaşma, paylaşma, sevgi ve saygı, kardeşi için feragat etmek, kendi ihtiyacı varken başkasını kendisine tercih etmek, merhamet, şefkat, hoşgörü, adalet, sözünde durmak, güzel ve yumuşak sözlü olmak, ziyaret etmek, hediyeleşmek, selamlaşmak gibi güzel davranışlardır.

Her sistem gibi Allah katında geçerli hak din olan İslâm da kendi toplumunu belli esaslar üzerine kurmuştur. İnançta tevhid’i; toplum hayatında uhuvvet’i yani kardeşliği esas almıştır. Kardeş olmanın, birlik olmanın yolu Kur’ân’a teslim olmak ve onu yaşamaktan geçmektedir. Bugün maalesef münafıkların ve kafirlerin mezhepçilik, ırkçılık  gibi ağlarına takılan Müslümanlar parçalanmakta, birbirlerini öldürerek kardeşliğe darbe vurmaktadırlar. İslâm dünyasının, münafıkların ve küfür ehlinin oyuncağı olmasının tek sebebi parçalanmışlıktır, tefrikadır (bölücülük, ayrımcılık), kardeş olamamaktır.

 

Girmezse tefrika bir millete düşman giremez

Yürekler toplu çarptıkça onu top sindiremez Mehmet Akif Ersoy

Asya’nın münafıkları, Avrupa’nın zalim kafirleri, İslam alemine mezhepçilik, ırkçılık silahlarını kullanarak tefrikayı sokmaktalar. İslam aleminin idarecilerinin ve halkının bunun farkında olması elzemdir. Irkçılığın ve mezhepçiliğin önü alınamazsa kardeşliğin tesis edilmesi çok zor.

Gelecekteki olumsuzlukları gören, Peygamber efendimiz (sav) her şarta kardeşlere yardım yapılmasını teşvik etmiştir “Zalim olsun mazlum olsun kardeşine yardım et” buyurmuş; mazluma yardımı anladık ama zalime nasıl yardım ederiz? diye sorulanca da; “onu da zulmünden vazgeçirirsiniz, bu da ona yardımdır” buyurmuştur.( Buharı, mezalim ) Bir başka hadis-i şerifte müslümanların yek diğerleri üzerindeki hakları şöylece sıralanmıştır: “Karşılaştığında selam ver. Davet edince, icabet et. Nasihat istediğinde nasihat et. Aksırıp elhamdülilah deyince ‘”yerhamükellah” diye dua et. Hastalanınca ziyaretine git. Öldüğünde de mezara kadar cenazesini teşyi et!”( Müslim, selâm)

Peygamber Efendimiz (sav) kardeşlik duygusunu yıpratan, Müslümanları birbirine düşman yapan, olumsuz tutum ve davranışları şu ifadeleri ile yasaklamaktadır:

“Birbirinize haset etmeyin. Müşteri kızıştırmayın. Birbirinize buğz etmeyin. Birbirinize arka çevirmeyin. Birbirinizin pazarlığı üzerine pazarlık etmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Müslüman Müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu yalnız ve yardımsız bırakmaz, onu küçük görmez. Kişiye Müslüman kardeşini küçük görmesi günah olarak yeter. Müslümanın müslümana malı, kanı ve namusu haramdır.”(Müslim, Birr ve Sıla, 9)

Günümüzde İslâm dünyası kardeş olamamanın acısını, cezasını ümitsizlik, cehalet, fakirlik ve anlaşmazlık olarak yaşamaktadır. İslam dünyasında bölücülük, ayrımcılık, anlaşmazlık almış başını gitmektedir..Müslümanlar,  insan hakları ihlâlleri, halkına zulmeden idarelerin despotizmi, terör ve savaş altında inlemektedirler. İslâm toplumlarındaki dağınıklık, bölünmüşlük sebebi olarak pek çok şey sıralanabilir. Ancak en önemli sebeplerin başında iman ve ahlâk alanındaki yozlaşma ve aşınma gelmektedir diyebiliriz. Bütün bu olumsuzlukların üstesinden gelmemiz ancak  kainatın Efendisinin dediği gibi, “Size iki emanet bırakıyorum ki, onlara tutundukça sapmayacaksınız: Allahın Kitabı Kur’an-ı Kerim ve Sünnetim” Emanetlerden uzak bir hayat, Müslümanlara kardeş olduklarını unutturdu.

Toplum olarak, İslam dünyası olarak kardeşliğe, birlik ve beraberliğe, kaynaşmaya, uhuvvete, barışa her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Maddî manevî hayatımıza zarar veren kini, nifakı, adaveti, husumeti, inadı, hasedi, kavgayı, terörü, şiddeti, tarafgirliği sadece toplum hayatından değil, içimizden, ruhumuzdan ve benliğimizden de söküp atmamız lâzımdır.

Çözüm kardeşliğin tekrar tesis edilmesinden geçiyor.

Kardeşlik, uhuvvet; ihlâsı, muhabbeti, yardımlaşmayı, soğukkanlılığı kazanmayı, muhafaza etmeyi sağlayan ve makam, mevki sevgisini, korku, bugün İslam dünyasını savaş alanına dönüştüren ırkçılık,  mezhepçilik, terör,  tembellik ve hırs gibi muzır manileri de def etmenin çaresidir.

Kardeş olmanın yolu birlikten, vahdetten, tevhidden  geçmektedir. “ Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir—bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir—bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir—ona kadar bir, bir.

Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak (dostça, samimane birleşme) ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti (kardeşliği) iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde, şikak(ayrılık) ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mümine karşı hakikî adâvet etmek (düşmanlık) ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete (kardeşlik ilişkileri) karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf (haksızlık yapma) olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın…” (Mektûbat, 22. Mektub)

Uhuvvet, kardeşlik;  Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav)’ın taltifine mazhar ve sahabe mesleğine dahil olmaktır. Kainatın Efendisine (sav) kardeş olmaktır.“Resulullah (sav) bir gün buyuruyor: ‘Kardeşlerim! Kardeşlerim!’ Sahabe-i Güzin efendilerimiz soruyorlar: ‘Ya Resulallah kimdir o kardeşlerin?’ Resulullah Efendimiz (sav) buyuruyor: ‘Onlar ahir zamanda gelecekler, nur yiyecekler, nur içecekler, nur konuşacaklar, nurdan hanelerde oturacaklar. Bilmiyorum onlar mı bana daha yakın, yoksa siz mi?’ Ashâb-ı Kirâm: Ey Allâh’ın Resûlü! Ümmetinden sonra gelecekleri nasıl tanıyacaksın? Dediklerinde, buyurdular ki: ‘Onlar dünyada da iken aldıkları abdestlerden dolayı alınları nur gibi parlayarak gelirler. Ben daha önceden gidip onları havzın başında bekleyeceğim…’ (Müslim, Tahâret 2/39)  Bu müjdeye nail olmak için “Bu zamanda hizmet-i imaniyede hazz-ı nefsini (nefsin hoşuna giden zevk, lezzet) bırakıp mahviyet (alçak gönüllülük)  ile tesanüd (yardımlaşma) ve ittihadı muhafaza eden bir halis kardeşimiz, bir veliden ziyade mevki alıyor”  (Şuâlar, On Üçüncü Şuâ ) ifadelerindeki kardeşimiz gibi olmamız gerekiyor.

Uhuvvet, kardeşlik dairesine girebilmek, Güllerin Efendisine (sav) kardeş olabilmenin şartı, “Mümkün olduğu derecede bizim arkadaşlar uhuvvetlerini (kardeşliklerini) ve tesanütlerini tevazu ile ve mahviyetle ve terk-i enaniyetle takviye etmek gayet lazım ve zaruridir” (Şuâlar, On Üçüncü Şuâ ), kuralına uymaktır.

Şimdi hepimiz kendimize soralım; Efendimiz Miraçtan gelir gibi çıksa gelse göğsümüzü gererek: Yâ Resûlallâh! “Senin kardeşlerin olmayı hak eden ümmet işte biziz!” diyebilecek cesareti kendimizde bulabiliyor muyuz?  Bu cesareti bulabilmek için, yaşadığımız üç aylarda, mübarek gecelerde, Miraç gecesinde dualarımızda, Cenab-ı Allah’ın “Sen olmasaydın, ey Habîbim, felekleri (kâinatı) yaratmazdım” dediği “Habibullah”a kardeş olmaya söz verelim.

Hz. Peygamberi örnek alıp sünnetini yaşamadıkça, O’nu (sav) yere göğe sığdıramayacak sözlerle yüceltmeye çalışmamız kurtuluşumuz için yetmeyecektir.

Kardeş olmanın yolunu, Resul-i Ekrem (sav) ümmetine göstermiş:  “Fesâd-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.”

“Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve her bir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faydalı görmek istersen ve âdetini ibâdete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et.” (Mektubat)

Kainatın Efendisine Efendimize (sav) kardeş olmak, ne kadar güzel bir ifade değil mi? O, bizler için kardeşlerim, hem de özlediğim kardeşlerim dediği halde bizler neden, Onunla kardeş olmak için gayret göstermeyelim? Bunun yolu Rabbimize hakkıyla kulluk vazifemizi yapmamız, sünnet-i seniyeye göre hayatımızı yaşamamızdan geçiyor. En büyük makam, unvan Kainatın Efendisine (sav) kardeş olabilmektir. Bu gayret içinde olanlara ne mutlu…

‘Eğer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (asm) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur’ân gitse, kâinat divâne olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir Kıyameti koparacak.’

Sözler, Onuncu Söz, Zeylin İkinci Parçası

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org