Katiyyet bil ki!

Kat’iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi “Îman-ı Billahtır.” Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, Îman-ı Billah içindeki “mârifetullahtır.” Cin ve insin en parlak saâdeti ve en tatlı ni’meti, o mârifetullah içindeki “muhabbetullah”tır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o Muhabbetullah içindeki “Lezzet-i Ruhaniye”dir. Evet bütün hakîki saâdet ve hâlis sürur ve şirin ni’met ve sâfi lezzet, elbette Mârifetullah ve Muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakk’ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saâdete, ni’mete, envâra, esrâra; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. O’nu hakîki tanımayan, sevmeyen; nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama ma’nen ve maddeten mübtelâ olur. Evet, şu perîşan dünyada, âvâre nev’-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta; sâhipsiz, hâmîsiz bir sûrette; âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder. İşte bu âvâre nev’-i beşer içinde, bu perîşan fânî dünyada; insan, sâhibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçâre sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sâhibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine ilticâ eder, kudretine istinâd eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.

“ALLAH birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temellük edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme. Çünkü: Sultan-ı Kâinat birdir, herşey’in anahtarı onun yanında, her şey’in dizgini onun elindedir; herşey onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.”

Îmanı elde eden rûh-u beşer; mânisiz, müdahalesiz, hâilsiz, mümânaatsız, her hâlinde, her arzusunda, her anda, her yerde o ezel ve ebed ve hazâin-i rahmet mâliki ve defâin-i saâdet sâhibi olan Cemîl-i Zülcelâl, Kadîr-i Zülkemâl’in huzuruna girip, hâcâtını arzedebilir. Ve rahmetini bulup, kudretine istinâd ederek, kemâl-i ferah ve sürûru kazanabilir

Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü, sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. Kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp, levâzımâtını yerine getiremezsin. Öyle ise beyhûde ızdıraba düşüp azap çekme, mülk başkasınındır. O Mâlik, hem Kadîr’dir, hem Rahîm’dir; kudretine istinâd et, rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul…

Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenâsını düşünüp, hüzne düşme. Yalnız dünyevî ehemmiyetsiz meyvelerini görüp dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. Belki, o sefîne-i vücûdundaki hayat makinesi, Hayy-ı Kayyûm’a âidtir. Masarıf ve levazımatını, O tedârik eder. Ve o hayatın pek kesretli gayeleri ve neticeleri var ve O’na âidtir. Sen, o gemide bir dümenci neferisin. Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak.

O hayat sefînesi, ne kadar kıymetdar olduğunu ve ne kadar güzel faideler verdiğini ve o sefîne sâhibi zâtın, ne kadar Kerîm ve Rahîm olduğunu düşün, mesrur ol ve şükret ve anla ki: Vazifeni istikametle yaptığın vakit, o sefînenin verdiği bütün netâic; bir cihetle senin defter-i a’mâline geçer, sana bir hayat-ı bâkîyeyi te’min eder, seni ebedî ihyâ eder.

Bütün mevcûdâtta sebeb-i medh ve senâ olan kemâlât O’nundur. Öyle ise, hamd dahi O’na âidtir. Ezelden ebede kadar her kimden her kime karşı gelen ve gelecek medh ve senâ O’na âittir. Çünkü sebeb-i medh olan ni’met ve ihsan ve kemâl ve cemâl ve medâr-ı hamd olan herşey O’nundur, O’na âittir.

kâinatın ruhu, nuru, mâyesi, esası, neticesi, hülâsası hayattır. Hayatı veren kim ise, bütün kâinatın Hâlıkı da odur. Hayatı veren elbette O’dur, Hayy u Kayyûmdur.

Şu mevcûdât, irâde-i İlâhîyye ile seyyaledir. Şu kâinat, emr-i Rabbânî ile seyyaredir. Şu mahlûkat, izn-i İlâhî ile, zaman nehrinde mütemadiyen akıyor.. âlem-i gaybdan gönderiliyor, âlem-i şehâdette vücûd-u zâhirî giydiriliyor, sonra âlem-i gayba muntazaman yağıyor, iniyor. Ve emr-i Rabbânî ile, mütemadiyen istikbâlden gelip, hâle uğrayarak teneffüs eder, mâzîye dökülür.

şu kâinatın Sâni-i Zülcelâli, Vâcibü’l-Vücûd’dur. Yâni: O’nun vücûdu; zâtîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi mümteni’dir, zevâli muhâldir ve tabakat-ı vücûdun en râsihi, en esaslısı, en kuvvetlisi, en mükemmelidir. Sâir tabakat-ı vücûd, O’nun vücûduna nisbeten gâyet zaîf bir gölge hükmündedir.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: