Kişinin kendi ile Allah arasına salih bir kulu koyması caizdir

 

video metni:

Sevgili kardeşlerim, bu dersimizde tevessül bahsini işleyeceğiz. Tevessül, vesile kılmak demektir. Yani Allah’ın affına, yardımına veya başka bir isteğe nail olabilmek için, kişinin kendi ile Allah arasına salih bir kulu koymasıdır. Yine, “hürmetine istemek” ve “falan kulunun hürmetine” demek de bir tevessüldür…

Tevessül, Ehl-i sünnet itikadında caizdir; vacip değildir. Yani kişi dilerse tevessül eder, dilerse tevessül etmeksizin doğrudan Allah’tan ister…

Tevessül, Ehl-i sünnet itikadında caiz iken, bir kısım Ehl-i sünnet muhalifleri tevessülü inkâr etmekte ve tevessül edeni şirke düşmekle itham etmektedirler. Yani onlara göre, bütün Ehl-i sünnet mensupları, avamından müçtehitlerine kadar hepsi şirke düşmüştür, yani müşriktir.

Şimdi ilk önce, tevessülü şirk kabul eden ve Ehl-i sünnetin dairesinden çıkan bu kişileri tanıyalım ve tevessül hakkındaki sözlerini işitelim…

Bu kişileri iyi tanıyalım. Çünkü bu kişiler, ehlisünnet itikadına muhalefet etmekte ve bu milletin imanını bozmaya çalışmaktadırlar. Şu noktaya dikkat çekmek istiyorum: Bizlerin, hiç kimsenin şahsıyla bir mücadelesi yoktur. Bizim mücadelemiz, fikirlerledir. Ancak fikir sahiplerini de ifşa ediyoruz ki, bizi seyredenler şunu anlasın: “Kur’an bir vadide, bunlar ise başka bir vadidedir. Bunların, Kur’an’ı anlamada hiçbir nasipleri yoktur…” Bu anlaşılırsa, onların peşinden koşanlar da belki Ehl-i sünnet çizgisine gelir ve büyük bir zarardan kurtulurlar.

Bizler bu derste, tevessülün caiz olduğunu, hiçbir kör nokta kalmaksızın kati bir şekilde ispat edeceğiz inşallah.

Amacımız, Ehl-i sünnet itikadını bozmaya çalışan bu kişilerin şerlerinden Ümmet-i Muhammed’i muhafaza etmektir; başka hiçbir gayemiz yoktur…

Sözü daha fazla uzatmayalım ve hemen tevessülün caiz olduğuna dair Kur’an’dan 1. delilimize geçelim. İnayet ve tevfik Allah’tandır.

Tevessülün caiz olduğuna dair göstereceğimiz 1. Kur’an delili, Nisa suresinin 64. ayet-i kerimesidir.

Bu ayet-i kerimede şöyle buyrulur:  وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ  “Onlar nefislerine zulmettiklerinde, yani günah işlediklerinde”  جَآؤُوكَ “sana gelselerdi, Yani Peygamber Efendimiz (asm)’e gelselerdi”  فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ    “ve Allah’tan dileselerdi…” وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ  “Resul (as) da onlar için af dileseydi”  لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا  “Allah’ı Tevvab -yani tövbeleri çokça kabul eden- ve Rahim -yani çok merhametli bulurlardı…”

Manaya bir daha dikkat kesilelim: “Onlar nefislerine zulmedip günah işlediklerinde sana gelselerdi ve Allah’tan af dileselerdi, Resul (asm) da onlar için Allah’tan af dileseydi, Allah’ı Tevvab ve Rahim bulurlardı.”

Şimdi, bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım ve tevessülü inkâr edenlere bazı sorular soralım…

Ayet-i kerimenin başında, “Onlar nefislerine zulmettiklerinde yani günah işlediklerinde sana gelselerdi” buyrulmuş. Bunun manası “sana tevessül etselerdi” değil midir? Tevessül neydi? Tevessül, kişinin, kendi ile Allah arasına, arzusuna ulaşabilmesi için salih bir kulu koymasıydı.

Peki, ayette zikredilen kişilerin arzusu ne? Arzuları, Allah’ın kendilerini af etmesi…

Bu affa mazhar olabilmeleri için Cenab-ı Hak kaç şart ileri sürüyor?

3 şart ileri sürüyor. 1. şart: Peygamber Efendimize gelmeleri yani O’na tevessül etmeleri… 2. Şart: Allah’tan af dilemeleri… 3. Şart da Peygamberimizin onlar için af dilemesi yani onların tevessülünü kabul etmesi…

Bakın, bu ayet-i kerime, sadece tevessülün caiz olduğunu beyan etmiyor; bir de tevessülü teşvik ediyor. Şimdi, tevessülü inkar eden Abdullaziz bayındır’a, Mustafa İslamoğlu’na ve diğerlerine sormak istiyoruz:

Siz hiç Nisa suresinin 64. ayet-i kerimesini okumuyor musunuz? “Onlar nefislerine zulmettiklerinde sana gelselerdi” ayetinin manası, “sana tevessül etselerdi” değil midir? Eğer değilse, ne diye Peygamberimize geliyorlar? Kur’an onları Peygamberimize gitmeye ne diye teşvik ediyor? Tevessül caiz olmasaydı, onların kendi başlarına tövbe etmeleri; af dilemek için Peygamberimize gelmemeleri, ve eğer gelmişlerse, Kur’an’ın onları kınaması gerekmez miydi?

Ama Kur’an, onların Peygamberimize gelmelerini değil, gelmemelerini, yani tevessül etmemelerini kınıyor. Bu da tevessülün caiz olduğuna apaçık bir delil değil midir?…

2. Sorumuz da şu: Ayette geçen “onlar kendilerine zulmettiklerinde sana gelselerdi ve sen de onlar için af dileseydin” ifadesiyle, Peygamber Efendimizin onların tevessülünü kabul etmesi şart koşulmuş. Eğer tevessül caiz olmasaydı, Allah-u Teala, Peygamberimizin onların tevessülünü kabul etmesini ve onlar için af dilemesini şart koşar mıydı? Yani -hâşâ- Allahu Teala, Peygamberimize şirk olan bir amele rıza göstermesini mi emretmiş?

Eğer “tevessül caiz değildir” derseniz, Allah’ın, Peygamberimize şirke rıza göstermesini, hatta ona ortak olmasını emrettiğini kabul etmek zorunda kalırsınız. Eğer bunu kabul edebiliyorsanız, biz sizinle daha ne konuşalım,

3. sorumuz da şu: Siz “tevessül şirktir” diyorsunuz. Şirkin ise cezası, Cehennemde ebedi kalmaktır. Halbuki tahlilini yaptığımız ayeti kerimede, Peygamberimize tevessül etmeleri emredilenler hakkında: “Eğer sana gelselerdi, sen de onlar için af dileseydin, Allah’ı Tevvab, yani tövbeleri çokça kabul eden ve Rahim bulurlardı” buyrulmuş. Tevessül şirkse, onlar Cenab-ı Hakk’ı nasıl Tevvab ve Rahim buluyorlar?…

Onların, Allah’ı Tevvab ve Rahim bulmaları, Allah’ın onları affedeceği manasındadır. Tevessül şirkse, bu şirki işleyenlere Allah niye Tevvab ve Rahim sıfatlarıyla tecelli ediyor? Diğer şirkleri affetmezken, bu şirke niye teşvik ediyor?…

Yahu apaçık bir şekilde tevessülü teşvik eden bu ayeti görmüyor ve tevessülü nasıl inkar ediyorsunuz?

Burada şu soru akla gelebilir: Kişinin, tevessül etmeksizin tek başına tövbe etmesi caiz iken, niçin bu ayet-i kerimede Peygamber efendimize tevessül etmeleri şart koşulmuştur…

Bunun cevabı şudur: Her ne kadar kişinin tek başına af dilemesi tövbe için yeterli olsa da, kişi hakkıyla tövbe edemeyeceği için, Peygamberimizin onlar için af dilemesi onların tövbesine katıldığında, tövbeleri kabule daha şayan olacaktır. Bu sebeple onlar, Peygamberimize tevessülle emrolunmuşlardır…

Şimdi ey tevessülü inkar edenler, önünüzde iki yol var, dilediğinizi seçin…

1. yolunuz, tevessülün şirk olduğunda hâlâ ısrar edebilirsiniz. Ama bu durumda, Peygamberimize tevessülü emreden bu ayeti mushafınızdan çıkarmanız gerekir. Eğer çıkartmazsanız; ayetin emrine uyarak affedilmeleri için Peygamberimize gelen kimseleri, yani Peygamberimize tevessül edenleri şirke düşmekle itham etmeniz gerekir. Yani Allah’ın emrine uyanlara müşrik demeniz gerekir.

Sadece bu da değil. Peygamberimiz de Allah’ın emriyle onların tevessülünü kabul edip Allah’tan onlar için af dilemiştir. Bu durumda -hâşâ, yüz bin defa hâşâ- Peygamberimizi de tevessüllü kabul ettiği için şirke ortak olmakla itham etmeniz gerekiyor.

O halde size göre, hem Sahabeler hem de Peygamberimiz şirk olan bir ameli işliyorlardı ve bu ameli -hâşâ, yüz milyon kere hâşâ- Allah yanlış olarak emretmiştir. Siz hem Allah’ın, hem Peygamberin hem de Sahabelerin hatasını düzeltiyorsunuz. Ve sizden başka tevhid ehli kimse de yoktur. Eğer bunu kabul edebiliyorsanız, bu yoldan gidin…

2. yolunuz ise, tevessülün caiz olduğunu kabul etmektir. Bu yol hem doğru, hem de Kur’an’ın teşvik ettiği bir yoldur. Bizler Ehli Sünnet itikadının mensupları olarak, Elhamdülillah bu yolun yolcusuyuz. Rabbim bizi bu yoldan da ayırmasın; çünkü bu yol, Kur’an’ın yoludur…

Tevessülün caiz olduğuna dair 1. Kur’an delilimizi de burada tamamlayalım ve şimdi 2. delilimize geçelim…