Kıstasımız Sadece Masumiyet mi?

Geçtiğimiz hafta iki haber çok konuşuldu sosyal medyada. Birine ebeveyn olarak çok kızdık, diğerine de evlat olarak. Birinde küçük çocuğun yerine kendimizi koyduk, diğerin de annenin…

İlk haber bilgisayar mühendisi bir annenin servise binmek istemeyen oğlunu, arabasının arkasına bağlayıp sürüklemesi haberiydi. Diğer haber ise altmış üç yaşındaki bir annenin otuz sekiz yaşındaki  oğluna tartışırken terlik fırlatması ve ardından oğulun anneyi şikayet etmesi sonucu, terliğin silah sayılması idi.

İlk haberde anneye çok kızdı insanlar. Duyarsızlıkla, acımasızlıkla suçlandı bilgisayar mühendisi anne. Üstelik anne de etraftan gelen eleştirileri  “ Babam da bana ceza veriyordu” diye savuşturdu. İkinci olayda ise, terlik atan annesini şikayet eden çocuk eleştirildi çokça. Anne kendini , “Oğlum hakaret edince ayağımdaki terliği fırlattım. Zaten isabet etmedi. Terliğin silah olduğunu bilseydim atmazdım. Bu terlik isabet etse ne olacak sanki, yaralamaz, acıtmaz bile. Cezam neyse çekeceğim, terliği silah saymışlar, yapacak bir şey yok. Evladına kızınca terlik atmayan anne var mı ki?” cümleleriyle savundu.

Hatta  tıpkı bu anne gibi “Hepimiz terlik yedik annemizden” cümleleriyle tepki gösterildi sosyal medyada bu olaya ilişkin.

Aslında her ikisi de anne ve çocuk ilişkisiyken, zihnimizdeki ve kalbimizdeki masumiyet tablosu sebebiyle ilkinde çocuğa, ikincisinde anneye karşı daha duyarlı olmak zorunda hissetti pek çok kişi kendini. Halbuki,  biri diğerinin büyük resmiydi belki de… Birinde yanında yer aldığımız çocuk, büyüdüğünde kendisine hala terlik fırlatılan olacak belki de…

Sürece, detaylara, hukuki zemine indiğimizde pek çok şey farklılaşabilir elbette. Ama değişmeyen şey , kaç yaşına gelirsek gelelim; “Bana da ceza verirlerdi, çocuğuna terlik atmayan anne mi var ki? ” bakışını değiştirmediğimiz sürece, bu iki haberin birbirlerinin tamamlayısı olduğunu göremeyecek olmamız. Küçük çocuğunu arabasında sürükleme hakkını kendinde gören bir anne, elbette kocaman olmuş çocuğuna terlik fırlatma hakkını da kendinde görür.

Çocuklarımızı dövebileceğine, ceza verebileceğine, terlik fırlatabileceğimiz, onurunu kırabileceğine inanıyorsak elbette çocuğumuz büyüdüğünde krizi benzer yöntemlerle halletmeye devam ederiz.

Nihayetinde, her iki annenin de kendince geçerli sebepleri olabilir. Yaşadıkları, öfkelerinin ortaya çıkartıcısı da olabilir. Lakin yıllarca aynı çözüm yolları ile yol almayı marifet saymayı bırakmadığımız sürece, ekranda izlerken kızdığımız ama başımıza geldiğinde bizzat uygulayıcı olduğumuz eylemlerden vazgeçmemiz pek mümkün olmayacak diye düşünüyorum.

Bir haber karşısında, kıstasımız salt masumiyet olduğunda, büyük resimdeki onuru, hep aynı şekilde muamele görmenin yorgunluğunu, anne baba hakkını çocuğun üzerinde her şeyi yapmak saymayı da göremeyeceğiz bu sebeple.

Halbuki acıyacaksak, ikinci anne kadar ilk anneye de acımalıyız. Onca eğitime rağmen, problem çözebilecek basireti gösteremediği için ve kriz anlarında içindeki yaralı küçük kızın hırçınlığı ile davrandığı için.

Yine acıyacaksak, otuz sekiz yaşına geldiği halde hakaret etmeyi iletişim zanneden ve annesinden hala terlik yiyecek biri olarak kalmaya devam eden adama da acıyalım.

Ya da acımayı bırakıp, bir iletişimi daha anlamlı, daha insana yakışır şekle getirmek için başka çözüm yolları üretecek şeyleri yapalım.

Yoksa, öfkenin muhatabı olduğumuzda, söylendiğimiz ve kızdığımız kişiye dönme riskiyle her daim yaşar dururuz.

Tuğba Akbey İnan – cocukaile.net