Kitap İlanı

Bu yazı: “Kızıl Meydan’dan Kıbleye Hidayet Hikayesi” başlıklı yazımızın 8. Bölümüdür. Yazının diğer bölümlerine ulaşmak için tıklayınız…

KİTAPLAR hapishanenin kütüphanesindeki masanın üzerine özenle dizildi. Sonra mahkumlara anons yapıldı:

– Dikkat, dikkat! Bediüzzaman Said Nursî’ye ait beklenen kitaplar, hapishanemize gelmiştir. İsteyenler kütüphaneye gelip alabilirler!

Cemalov, mahkumların bu anonsa ilgi duyup geleceğine ihtimal vermiyordu. Ancak kütüphanenin önünde kitap almak için kuyruğa girenleri görünce şaşırdı, gözlerine inanamadı. “Bu nasıl iştir, bunlar peynir ekmek almaya mı geldiler?” diye düşünürken, birden Üstad’ın, “Bir zaman gelecek, hapishane müdürleri bu kitapları, mahpuslara peynir ekmek gibi dağıtacaklar!” sözünün doğruluğunu açıkça görmüştü.

Evet, sırası gelen, her kitaptan birer tane ayırarak kucakladığı gibi koğuşuna koştu. Fakat ilginçtir ki, kuyruk bitmeden kitaplar bitmişti! “Evet, Üstad’ın, ‘Risaleler’deki hakiki teselliye mahpuslar pek çok muhtaçtır’ sözü, ne kadar doğruymuş” diye düşündü.

O gün Nikolay, yeni bir hizmet hedefine ulaşmanın mutluluğunu yaşadı. Cemalov ise ilk defa şahit olduğu olay karşısında şaşkındı. Hatta bunun Risale-i Nur’un hizmet metoduna uyup uymadığından emin değildi. “Nikolay, hizmet prensiplerini pek bilmiyor. Ama ihlâsla yürüdüğü için inşallah bir şey olmaz” diye düşünüp endişelerini hayra yordu.

Hapishaneden ayrıldılar. Nikolay her zamanki gibi onu medreseye bırakıp evine gitti. Fakat Cemalov gece boyu, “Acaba yaptığımız işin sonucu ne olur?” diye düşünmeden kendini alamadı.

Nikolay’ın bir diğer özelliği de takipçiliğiydi. Başladığı işin sonunu getirmeden bırakmazdı. Bu arada Cemalov’un haberi olmadan birkaç kez hapishaneye gidip kitaplarla ilgili gelişmeleri takip etmişti.

Kitapların büyük bir ilgi ile okunduğunu ve mahpuslar üzerinde müspet tesirler bıraktığını öğrendi. Bundan hapishane müdürünün de çok memnun olduğunu haber aldı. Bir gidişinde müdürle de görüşüp istişare etti. Müdür, kitapların mahpuslar üzerindeki olumlu etkisinden son derece memnundu.

Nikolay, isyanla geçmiş yıllarını telafi etmek için devamlı koşturuyordu. Yeni hizmet kanalları arayıp devreye sokuyordu. Müdürle yaptığı bir görüşmesinde Resul Cemalov’dan bahsetti. Rusya’ya bu kitapları yaymak için geldiğini, çok etkili dersler vermesi halinde, eğer mahpuslara ders yaparsa çok daha faydalı olacağını söyledi.

Müdür pratik bir kişiliğe sahipti, yapacağı işe anında karar verir ve onu hemen uygulamaya geçirirdi.

– Hapishanenin sinema salonu ne güne duruyor. Arkadaşını davet edelim çağırırız, mahpusları doldururuz salona, onlara ders yapar, olur biter, deyip Nikolay’dan Cemalov’un telefonunu aldı. Cemalov hâlâ bir şeyden haberdar değildi.

Hapishane Yolu…

Çok geçmeden bir gün Resul Cemalov’un telefonu çaldı.

– Alo siz Ruslan mısınız?

– Evet, buyurun.

– Hapishaneden arıyorum. Müdür bey sizi çağırıyor. Gelirken pasaportunuzu yanınıza almayı da unutmayın!

Cemalov, hapishaneden çağrıldığını duyunca endişelendi.

– Eyvah, tedbirsizce yapılan işin sonucu böyle olacağı belliydi! Pasaportu da istediklerine göre evet, mutlaka bu işte bir iş var, dedi.

Az sonra Nikolay gelişmelerin verdiği keyifle Cemalov’un yanına geldi.

– Ne haber Cemalov, seni hapishaneden aradılar mı? Resul Cemalov, endişeli bir ses tonuyla:

– Evet, maalesef aradılar, gözün aydın olsun, pasaportumu da istediler, deyince Nikolay, Cemalov’un gelişmelerden haberi olmadığını ve endişeye kapıldığını fark etti. Şaka olsun diye rol yapmaya başladı. Hemen ciddi bir tavır aldı ve sesini endişeli bir havaya büründürerek:

– Allah Allah, pasaportunu da mı istediler, dedi.

– Evet, altı yüz tane kitap birden verilir miydi?

Nikolay, Cemalov’un hapishane için çağırıldığına inandığını anlayıp konuşmasını şöyle sürdürdü:

– Şimdi ne olacak?

– Ne olacak, herhalde hapse atacaklar!

– Neyse hemen endişelenme, hele bir gidip bakalım.

Taksiye binip hapishaneye doğru yol aldılar. Fakat yol boyunca Resul Cemalov’un ağzını bıçak açmadı. Nikolay bütün muzipliği ile devam etti:

– Cemalov ne üzülüyorsun, hapiste de hizmet var, orada da hizmet edersin!

– Ya, ne demek, dışarıdaki hizmeti bitirdik de hapis kaldı değil mi?

Nikolay, Resul Cemalov’un kapıldığı endişeye içten içe gülüyordu.

Nihayet hapishanenin kapısına vardılar. Geldiklerini haber alan görevli hemen Cemalov’un pasaportunu alarak müdüre götürdü. Nikolay rolünü ustalıkla oynamaya devam etti:

– Cemalov, ben burada yattığımdan biliyorum. Bak şuradan yemekhaneye gidilir, tuvaletler şu bölümdedir, kantin şu taraftadır. Şimdiden öğrenirsen rahat edersin!

Resul Cemalov çok düşünceliydi:

– Nikolay benimle alay etme, dedi.

Hapishanenin girişindeki bankların üzerinde heyecanlı bir bekleyiş başladı. Adeta saniyeler saat gibi uzuyordu. Cemalov’un endişesi yüzüne yansımaktaydı. Derken memur seslendi.

– Buyurun, sayın Cemalov, müdür sizi bekliyor!

Açılan demir kapıdan genişçe bir bahçeye geçtiler. Hafifçe yağmur çiselemekteydi. Bahçenin ortasındaki parke taşlardan geçerek, yüz metre ötedeki idare binasına vardılar. Dış kapıdan girip sağdaki odanın önüne geldiklerinde memur:

– Buyurun girin, müdür sizi bekliyor, dedi.

Resul Cemalov, açık olan kapıdan içeri girip de pasaportunun müdürün elinde olduğunu ve ona bakıp kâğıda bir şeyler yazdığını görünce, “Tamam, herhalde tevkif yazısını yazıyor!” dedi içinden… İnsan her şeyi içindeki niyete göre görüyordu.

Müdür, kafasını kaldırıp Cemalov’u karşısında görünce:

– Buyurun, Ruslan Cemalov sen misin?

– Evet benim.

Müdür, Resul şen şakrak birine benziyordu. Nikolay, Cemalov’u kendisine öyle tanıtmıştı ki, yerinden kalktı ve kollarını iki yana açarak, “Sen nerdesin kardeşim, gel şöyle!” diyerek onu büyük bir sevgi ile kucakladı, koltuğa oturttu. Cemalov, şaşkındı. Müdür, Resul Cemalov’un şaşkınlığını fark etti.

– Rahat ol Bay Cemalov. Rusya’ya hoş geldin aziz dost! Bize senin gibi birisi lazımdı. Şu faydalı kitapları mahpuslara okuyup ders yapmana hiçbir mani yok!

Resul Cemalov, Nikolay’ın kendisini işlettiğini ancak o zaman anladı. Nikolay da o esnada kıs kıs gülüyordu. O zaman endişesi tümüyle gitti, rahatladı ve Nikolay’ı müdüre fark ettirmeden yavaş bir sesle,

– Seni gidi mafya bozması seni, diyerek şakayla tehdit etti. Sonra müdüre dönerek:

– Demek beni bunun için çağırdınız?

– Evet Bay Cemalov, bunun için, vakit geçirmeden derse başlasak fena olmaz.

Hapishanede Nur Dersi

Resul Cemalov, hapse girmeyi göze alarak geldiği hapishanede ders yapmak için çağırıldığını öğrenince sevinçten ne yapacağını şaşırdı.

Kâbus dolu bir rüyadan uyanmış gibi derin bir nefes aldı ve rahatça koltuğuna yaslandı, ikram edilen kahveyi yudumlamaya başladı. Heyecanlı bir yapıya sahip olan müdür:

– Kardeşim, biz bu kitaplardan daha nasıl istifade edebiliriz, derken, Nikolay, sizin çok güzel dersler yaptığınızı söyledi. Ne dersiniz?

– Estağfurullah, elimden geleni yaparım.

– Tamam, o zaman yarın başlıyoruz. Ben anons eder, mahpusları sinema salonuna toplarım!

Resul Cemalov, anons meselesini duyunca pek hoşlanmadı. Çünkü bugüne kadar böyle alâyişle nümayişle ders yapmamıştı. Hem bu tarz, Risale-i Nur’un ruhuna pek uygun değildi.

– Müdür bey, siz sadece “İsteyen gelsin” diye duyursanız olmaz mı? Hem arzu edenler olursa daha etkili olur, dedi. Müdür, gözlükleri üstünden Cemalov’a bakarak, ümitsiz bir ses tonuyla:

– O zaman kendi aramızda ders yaparız, kimse gelmez, dedi. Cemalov o an daha fazla üstelemedi.

Akşam dershaneye vardıklarında Nikolay:

– Bu çok ciddi bir iş, buna iyi hazırlanmalıyız. Bunların en çok Tabiat Risalesi’ne ihtiyacı var. Tabiat Risalesi’ni esas alacağız, dedi.

Gece geç vakte kadar Tabiat Risalesi’ni paragraf paragraf ele aldılar. Zaman zaman Cemalov’u uyku bastırıyordu. Nikolay:

– Hey, buraya seni uyutmaya getirmedik, diye kendisine takıldı. Bu şekilde Tabiat Risalesi’ni baştan sona okudular. Mahpusların ruh yapısını çok iyi bilen Nikolay bazı paragraflar sonunda durup:

– Burada şöyle bir soru gelebilir. Risale-i Nur’un başka yerindeki izahını yaparsın gibi ifadelerle muhtemel tam sekiz önemli soruya işaret etti. Çalışma bitince sporcuyu maça hazırlayan çalıştırıcı gibi son taktiklerini verdi:

– Ha unuttum söylemeyi. Çok dikkatli olmalısın. Bu, dershane de yaptığın derse benzemez. Sana biri kalkıp soru sorarsa, sen cevabını verene kadar ayakta durur. Cevabı tatminkâr bulursa yerine oturur. Değilse, daha dinlemez, arkasına bakmadan salonu terk edip gider! İş bu kadarla kalsa iyi, ardından onunla birlikte büyük bir kitie de çıkıp gider. İşte o zaman işimiz zorlaşır!

Resul Cemalov içinden, “Yahu biz ders mi yapacağız, yoksa miting mi?” diye geçirdi.

Gece yarısına kadar, yapılacak dersi iyice müzakere ettikten sonra istirahata çekildiler.

Ertesi gün saat 14:00’ten önce hapishaneye vardılar.

Müdür yine kendilerini şen şakrak haliyle karşıladı. Anons vakti geldi. Resul Cemalov yine ısrar etti:

– Müdür Bey, anonsu, “İsteyen gelsin” diye yapsak. Müdür yine:

– Ben yaparım, ama dediğim gibi kendi aramızda ders yapmış oluruz!

– Tamam, siz öyle yapın, gerisine karışmayın…

– Madem ısrar ediyorsun istediğin gibi olsun, deyip mikrofonu eline aldı:

– Dikkat dikkat! Bediüzzaman Said Nursî’nin kitaplarından ders yapmak üzere uzman bir kişi hapishanemizde bulunmaktadır. Saat ikide sinema salonunda bir konferans verecektir. Dinlemek isteyenler, sinema salonuna gelsinler!

Her şeyi emir vererek yapmaya alışmış olan müdürün ağzından “İsteyenler” kelimesi isteksizce dökülüyordu.

devam edecek…