Kör Nokta üzerine: Ümmet parçalarını hatırlarken…

Sebeb-i terakkîsi, herÅŸeyi geç almak ve geç de bırakmak ve metanet etmek ÅŸe’ninde olan burudet-i memleket; ve mekân ve meskenin darlığı; ve sakinlerin kesretinden neÅŸ’et eden fikr-i mârifet ve arzu-yu san’at; ve deniz ve maden ve sair vesaitin müsaadesiyle hasıl olan teâvün ve telâhuk idi. Fakat ÅŸimdi tekemmül-ü vesait-i nakliye ile, âlem bir ÅŸehr-i vahid hükmüne geçtiÄŸi gibi, matbuat ve telgraf gibi vesait-i muhabere ve müdavele ile, ehl-i dünya, bir meclisin ehli hükmündedir. Velhasıl, onların yükleri ağır, bizimki hafif olduÄŸundan, yetiÅŸip geçeceÄŸiz—eÄŸer tevfik refik ola…” Muhakemat’tan.

Francis Fukuyama’nın editörlüğünü yaptığı; Kör Nokta: Gelecek Senaryolarını Öngörmek (Profil Yayınları) kitabını okuduktan sonra aklıma hemen Bediüzzaman’ın Lemaat isimli eseri geldi. ‘Neden?’ derseniz. BildiÄŸiniz üzere Lemaat içinde ‘Bir Meclis-i Misalîde…’ diye baÅŸlayan bir bölüm var. İşte o kısım, sanki bu kitabın iÅŸlevinin bir benzerini, İslam ümmeti adına yapıyor gibi geldi bana.

‘Kitabın iÅŸlevi neydi?’ onu izah edersem: Fukuyama, kendisi gibi pekçok akademisyeni, ABD’nin merkezi olduÄŸu bir dünyada, gelecek adına felaket senaryolarını tahmin etmeye çağırıyor. Bunu, kimilerinden ‘öngörüleri hakkında makale isteyerek’ yapıyor, kimilerinin ise ‘benzer temalı oturumlarda yaptıkları tartışmaları deÅŸifre ederek’ kitaba ekliyor. İlk bölüm daha çok kaçırılan/ıskalanan felaketler üzerine. Neden kaçırıldıkları/farkedilemedikleri sorgulanıyor. (ÖrneÄŸin: SSCB’nin dağılması.) Devamı ise tüm dünya adına gelecek okumaları ÅŸeklinde. Kehanet denmez bunlara. Tamamen feraset çalışmaları. Hatta Mısır’da yakın zamanda yaÅŸananları, 2009 ekonomik krizi gibi pekçok ÅŸeyi, yıllar önce yapılan bu tahminler içinde görüyorsunuz. Tutanlar da var, ıskalananlar da.

Peki, benim, bu kitapla Lemaat’taki o kısım arasında kurduÄŸum benzerlik ne idi? Öncelikle o eserin baÅŸlarından bir parçayı alıntılayayım:

Şu millet-i İslâmın felâket-i mâzisi, getirecek de elbet İslâmın âlemine saadet ve hürriyet. Olur geçen musîbet istikbâlde telâfi. Üçü veren, üç yüzü kazandıran, etmiyor elbette hiç hasâret. Halini istikbâle tebdil eder, zîhimmet. Zira ki şu musibet, hayatımız mâyesi olan şefkat, uhuvvet, tesânüd-ü İslâmî hârikulâde etti, inkişaf-ı uhuvvet, tesri-i ihtizâzı, tahrib-i medeniyet. Deniyet-i hâzıra sûreti değişecek, sistemi bozulacak. Zuhur edecek o vakit İslâmî medeniyet. Müslümanlar bilihtiyâr elbet evvel girecek.

Gördüğünüz gibi Bediüzzaman da tıpkı Fukuyama’nın kitabında olduÄŸu gibi, fakat bu sefer ABD’nin deÄŸil, âlem-i İslam’ın merkeze oturduÄŸu bir düzlemde; gelecek adına öngörüde bulunuyor. Birçokları keramet veya keÅŸf diyebilir bunlara. Fakat ben onun aklî yolunun esaslarını diÄŸer eserlerinden de bildiÄŸim için ‘feraset’ içinde görüyorum tahminlerini. Çünkü neyi söylese, altında gerekçesiyle beraber izah ediyor. Mesela: Hazır medeniyetin çöküşünü haber verdikten sonra nedenlerini de madde madde yazıyor. “Bana öyle görünüyor…” deyip bırakmıyor. Nitekim sadece bu deÄŸil, İslam medeniyetinin tevakkufunun nedenleri de var aynı metinde. Bu yüzden mezkûr meseleyi keÅŸf ve kerametten uzak, feraset ve akla yakın ele alıyorum. Bu üzerine konuÅŸmayı daha kolay kılıyor.

Yukarıdaki metinde Bediüzzaman’ın gördüğü nedir? Ona gelelim. Öncelikle İslam’ın geleceÄŸinin parlak olduÄŸu. Çünkü yaÅŸanan sıkıntıların eksik kalan yanlarımızı iyileÅŸtirme adına bizi gayrete sevkettiÄŸini öngörüyor. Åžefkat, uhuvvet, tesanüd. Onarılan ÅŸeyler…

Katılmamak elde mi? Mısır’da, Arakan’da ve Filistin’de yaÅŸananlar üzerine, deÄŸil yalnızca sokaklarda yapılanlar, sosyalmedyada yapılanlara bakarsanız, Bediüzzaman’ın öngörüsünün daha da somutlaÅŸtığını görürsünüz. Artık âlem-i İslam’ın hiçbir köşesi birbirinden habersiz deÄŸil. Birisine vurulunca hepsinden ses geliyor. Herkes birbirini takip ediyor ve birisine yapılana hepsi karşı koyuyor. Devletler ve siyasetler ekseninde bu baÅŸarılamadı henüz belki. İstibdatlar var. Engel oluyorlar. Ama toplumlar düzeyinde bir ortak vicdanın oluÅŸtuÄŸu görmezden gelinemez.

Bu kısımda Bediüzzaman’ın cesaretle söylediÄŸi birÅŸey daha var: “Deniyet-i hâzıra sûreti deÄŸiÅŸecek, sistemi bozulacak. Zuhur edecek o vakit İslâmî medeniyet. Müslümanlar bilihtiyâr elbet evvel girecek.

DoÄŸrusu, önceleri bu ‘evvel girme’ meselesini pek anlayamazdım ben. “Yani neden yeni medeniyete müslümanlar daha hızlı girsin? EÄŸer birÅŸeyde kazanç varsa, önce diÄŸerleri saldırmıyorlar mı? İmkanları daha fazla deÄŸil mi? Yeni medeniyetin kazandıracaklarını da bizden evvel onlar görür herhalde. Evvel onlar koÅŸar. Peki, bu ÅŸartlarda, müslümanların evvel uyanması nasıl olur?” diye sorguluyordum. İşte Fukuyama’nın kitabı içindeki bazı makaleler ve tartışmalar, bu noktada bakış açımı yerinden oynattı. Altta alıntılarla da göstereceÄŸim. Önce bir özet geçersem:

Her medeniyet ‘üstünlük araçlarına’ bir noktadan sonra ‘bağımlı’ hale geliyor. Terketmesi, topyekun kendini deÄŸiÅŸtirmesi anlamına geldiÄŸinden, zorlanıyor. Statüko, yani geçmiÅŸ düzenin üstleri, direniyor. ÖrneÄŸin: Sanayi devriminin babası olan Almanya, bu sektördeki baÅŸarısı gözlerini kamaÅŸtırdığı için, biliÅŸim devrimini ıskaladı. Yine petrol sanayinin babası olan Amerika, sırf ülkesindeki bu petrol lobileri zarara uÄŸramasın diye alternatif yakıt projelerinde ağırdan alıyor. Yani bir medeniyeti güçlü kılan ÅŸeyler, vazgeçilmez olunca, bu sefer o medeniyetin ayağında ağırlık haline geliyorlar.

Bunun yanısıra iletiÅŸim ve ulaşım imkanları üzerindeki hızlı geliÅŸmeler, bilgi paylaşımında küresel bir denge noktasına götürüyor bizi. Artık herkes aynı bilgiye aynı anda ulaÅŸabilme gücüne sahip. Gregg Easterbrook’un kitaptaki ilgili ifadelerini alıntılarsam: “İnternet ve diÄŸer ucuz iletiÅŸim yollarıyla bilgiye eriÅŸim imkanı geniÅŸlemektedir ve bilgi tıpkı diÅŸmacunu gibidir: Bir defa sıkıldı mı tüpün içerisine bir daha asla geri konulamaz.” Ayrıca Easterbrook’a göre II. Dünya Savaşı insanlığa büyük bir ders de vermiÅŸtir bu noktada:

Ve Mayıs 1940’ın ortaya koyduÄŸu ders (her zaman bilindiÄŸi gibi) özgürlüğün zorbalıktan yalnızca daha iyi deÄŸil, aynı zamanda daha güçlü olduÄŸudur. Bu oldukça önemli bir derstir. Tarihçilerin 20. yy’lı deÄŸerlendirirken karşılarına çıkacak ÅŸeylerden biri, özgürlük ve zorbalığın savaÅŸ meydanındaki neredeyse her karşılaÅŸmasında özgürlüğün galip geldiÄŸidir.” Ve özgürlüğün özgüveni bütün dünyayı sarmıştır.

Fakat deÄŸiÅŸimin hızı ile ilgili fikirlerimizi, kitapta, daha çok Walter Russell Mead’ın söyledikleri etkiler: “19. yüzyıl Çin’i çok sayıda farklı türden yeniliÄŸe uyum saÄŸlama konusunda bocalarken, Japonya’nın böyle bir sorunu yoktu. Bugün ise Çin, ne kadar zamandır olduÄŸunu kimse bilmese de, çok daha iyi bir performans sergilemektedir. Sosyal tarih, deÄŸiÅŸimin hızı arttıkça dünyadaki pekçok toplumun buna ayak uyduramayacağını göstermektedir. Bu durum ABD için de geçerli olabilir.

Ruth Wedgewood onu destekler: “Harvard’da ekonomi tarihi okuduÄŸum dönemde David Landes bize ekonomik rekabetlere sonradan katılanların teknolojik avantajlara sahip olabileceÄŸini anlatıyordu. Bu durumda hızlanan deÄŸiÅŸim, yaÅŸamı ABD gibi eski, yerleÅŸmiÅŸ bir güç açısından daha güç hale getirebilir. DeÄŸiÅŸim, Amerikalıların pekçok sanayi kolunda birlikte yaÅŸamaya alışmak ve dikkat etmek zorunda kalacakları birÅŸeydir.

Bunun olabilirliÄŸinin altını çizen üçüncü kiÅŸi Anne Applebaum’dur. O da diyor ki: “Åžu an için dünyanın sonunun gelmesiyle ilgili endiÅŸelerimi dile getirmeyeceÄŸim. Bunun yerine Amerikan dünyasının sonuna dair bir bakış açısı sunacağım. Pekçok kiÅŸi ABD’nin daima dünyanın en büyük gücü olarak kalacağını düşünmektedir. Oysa I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden yalnızca bir gün önce bile Avrupalılar, imparatorlukların dünyaya sonsuza dek hükmedeceÄŸini düşünüyorlardı.

Toparlarsam: Bir dönüşümün eÅŸiÄŸinde olabiliriz. Ve ÅŸu an geri olmamız, herÅŸey tersine döndüğünde, bilakis önde koÅŸmamıza neden olabilir. Âl-i İmran sûresinde denildiÄŸi gibi: “Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. DilediÄŸine de sayısız rızık verirsin.

Bütün dizginler Allah’ın elinde. Bugün Avrupa’da tekrar yükselen faÅŸist seslerin ve İslamofobyanın altında da Batı’nın deÄŸiÅŸen dengelere karşı gösterdiÄŸi tepki yok mu? Aynı dönemde Türkiye’nin yalnızlığından, dış siyasette yanlış yerde durulduÄŸundan vs. bahsediliyor. Küresel güçlerle aramızın bozulduÄŸu söyleniyor. ‘KaybedeceÄŸiz’ deniyor. Olabilir. Fakat deÄŸiÅŸmeyen ÅŸartlarda ve ÅŸartlar deÄŸiÅŸmezse bu doÄŸru. Sadece Arap coÄŸrafyasının uyandığını düşünün! Birlikte hareket etmeye baÅŸladığımızı hayal edin. O zaman, menfaatin deÄŸil, uhuvvetin kazanacağı bir zemin olabilir. Bakalım kader ne gösterecek. Ancak ben her ÅŸekilde Bediüzzaman’ın öngörüsünün bir hakikatin altını çizdiÄŸi kanaatindeyim: Ümmet parçalarını hatırlıyor!

Ahmet AY – risalehaber.com

Sende yorum yazabilirsin