Kozmik Varlıklar, Güzel ve Musiki

Evrenin kozmik düzeninden dolayı bütün bir evren bir beste bir musiki olarak değerlendirilir.

Bediüzzaman

 “Bütün kâinat ulvî bir mûsikîdir;

 imân nuru işitir ezkâr ve tesbihleri.

Zîrâ hikmet reddeder tesadüf vücudunu;

 nizam ise tard eder ittifak-ı evhamsâz”

 Antik dönem estetiği musikiyi kabul eder ama

 Bediüzzaman ona fonksiyonellik ve ilahi bir nizamın onları notalar haline getirmesi ile mümkün olan bir musiki gözüyle bakar, bunu hissetmenin ise ancak iman nuru ile mümkün olduğunu belirtir.

Fonograf sesleri tespit ederek istenildiğinde kullanılmasını sağlayan makine, 1887 yılında Edison tarafından icad edilmiştir. Daha sonra yerini gramofon ve diktafona bırakmıştır.

Bediüzzaman ondan hareket ederek insanın ve kâinatın musikisine dikkat çeker

”Hem meselâ, mâhir bir san’atperver, maharetini göstermeyi sever bir usta, güzel, plâksız konuşan fonoğraf gibi bir san’atı icad ettikten sonra, onu kurup tecrübe ediyor; gösteriyor. O san’atkârın düşündüğü ve istediği neticeleri en mükemmel bir tarzda gösterse, onun mûcidi ne kadar iftihar eder, ne kadar memnun olur, ne derece hoşuna gider; kendi kendine “Bârekâllah” der. “

 Bu anlattığı şahıs bu aleti icad eden Edisondur.

“İşte, küçücük bir insan, icadsız, sırf sûrî bir san’atçığı ile bir fonoğrafın güzel işlemesiyle böyle memnun olsa; acaba bir Sâni-i Zülcelâl, koca kâinatı bir mûsıkî, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin içindeki bütün zîhayatı ve bilhassa zîhayat içinde insanın başını öyle bir fonoğraf-ı Rabbânî ve bir mûsıkà-i İlâhî tarzında yapmış ki; hikmet-i beşer, o san’at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor

Mânâsız bir eğlence hükmünde olan fonoğraf işlettirmek, güvercinlerle oynamak, mektup postacılığı yapmak, papağanları konuşturmaya bedel, en hoş, en yüksek, en ulvî bir eğlence-i mâsumâneye çalış ki, dağlar sana Dâvudvârî birer muazzam fonoğraf olabilsin ve hava-i nesîminin dokunmasıyla eşcar ve nebâtâttan birer tel-i mûsıkî gibi nağamât-ı zikriye kulağına gelsin ve dağ, binler dilleriyle tesbihât yapan bir acâibü’l-mahlûkat mahiyetini göstersin “

 Bütün canlılar bir fonograf gibi sesleri almakta ve yeri geldiğinde kullanmaktadır.Koca kainat bir musiki aletine çevrilmiştir. Bütün canlılar ve özellikle insan da fonograf özelliği göstermektedir. Bediüzzaman kainatı ve bütün  varlıkları bir büyük musiki aletinin şubeleri gibi görür.

Zat-ı Hayy-ı Kayyuma Karşı Takdim Edilen Teşekkürat

 Bediüzzaman klasik musiki ve özellikle tekke  musikisinin aleti olan neyin sesini de semavi ve yüce bir musikinin sesi olarak görür.

Hazreti Mevlana da ünlü Mesnevi’sinin ilk on sekiz beytinde neyin sesinin ayrılıkların sesi olduğunu anlatır.

Bediüzzaman da benzer ve farklı yorumlar yapar. “İşte o neyler, semâvî, ulvî bir mûsıkîden geliyor gibi sâfî ve müessirdirler. Fikir o neylerden, başta Mevlânâ Celâleddin-i Rumî olarak bütün âşıkların işittikleri elemkârâne teşekkiyât-ı firâkı işitmiyor. Belki, Zât-ı Hayy-ı Kayyûma karşı takdim edilen teşekkürât-ı Rahmâniyeyi ve tahmîdât-ı Rabbâniyeyi işitiyor”

Hazreti Mevlana’nın metninde ayrılıktan şikâyet varken Bediüzzaman kendi tespit ettiği neyin Allah’a teşekkür ve hamd olduğunu söylüyor.

Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlîl ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor

Bir önceki izahını daha açık bir dille ifade eder. Burada kâinat bir ilahi bir musiki ve yeni bir imaj olarak fabrika telakki edilir.

Buradaki izah öncekine kıyasla yeni unsurlar kazanmıştır. Orada sadece fonograftan hareket eden Bediüzzaman buraya fotoğraf, fabrika, telgraf gibi icadları da alır.

Bediüzzaman fennin icadlarını yorumlarında kullanır. Sinematograf, fonograf, fotograf, telsiz, telgraf gibi.

“Hem meselâ bir mahir san’atkâr, plâksız bir fonoğraf yapsa, o fonoğraf istediği gibi konuşsa, işlese, san’atkârı ne kadar müftehir olur, mütelezziz olur, kendi kendine Maşallah der.

 Madem icadsız ve sûrî bir küçük san’at, san’atkârının ruhunda bu derece bir iftihar, bir memnuniyet hissi uyandırırsa, elbette bu mevcudatın Sâni-i Hakîmi, kâinatın mecmuunu, hadsiz nağmelerin envâıyla sadâ veren ve ses verip tesbih eden ve zikredip konuşan bir musiki-i İlâhiye ve bir fabrika-i acibe yapmakla beraber; kâinatın herbir nevini, herbir âlemini ayrı bir san’atla ve ayrı san’at mucizeleriyle göstererek zîhayatların kafalarında bir fonoğraf, bir fotoğraf, birer telgraf gibi çok makineleri, hattâ en küçük bir kafada dahi, yapmakla beraber; herbir insan kafasına, değil yalnız plâksız fonoğraf, birer aynasız fotoğraf, bir telsiz telgraf, belki bunlardan yirmi defa daha harika, her insanın kafasında öyle bir makineyi yapmaktan ve istediği tarzda işleyip neticeleri vermekten gelen iftihar-ı kudsî ve memnuniyet-i mukaddese gibi mânâları ve rububiyetin bu nevinden olan ulvî şuûnâtı, elbette ve herhalde bu faaliyet-i daimeyi istilzam eder. “

Bediüzzaman tüm varoluşun güzelliğinden bahseder.

Kâinat ve evren “meşher-i sun-i Rabbanidir”. Dolayısıyla her şey güzeldir. Onda evren imgesi bütün hayatını kuşatan bir hâkim noktadadır. Yüzlerce cümlesi kâinat diye başlar, kâinat konusundaki fikirleri araştırma konusu olabilir. Kâinat sayı, ağırlık ve ölçü ile yaratılmıştır. Bediüzzaman büyük bir kâinat seyircisi olmak sıfatıyla hep ölçü ile bakar, matematiksel oran ve simetri ile kâinatı yorumlar. Bütün evren yorumları estetik bir kavranıştır. Mutlak güzelliğin yansıdığı kâinat Platondan beri bir gelenektir. Bediüzzaman bu mutlak güzelliğin yansıması imgesine yenilikler getirmiştir, bunun araştırılması lazımdır. Çünkü mutlak dinin ve felsefenin ve kelamın temel meselelerinden biridir, Bediüzzaman’ın mutlakın kavranma ve ifadesi konusunda büyük bir yenilikçidir.

Platon’un evren imgesi ile karşılaştırmak zor iş ama Bediüzzaman evren imgesine farklı şeyler getirmiştir, bu imge okunursa görülür,

“Çünkü bu dünya ölümlü ve ölümsüz canlıları alıp onlarla dolarak, öyle güzel görülür bir varlık haline gelmiştir ki,  kendinde tüm görülebilir şeyleri toplar, kavranabilirliğin imgesi, duyulur Tanrı’yı gösterir. Yaratıklar içinde en kusursuz olan semadır”( Timaios .92)

Azamet ve Celal Sahibi Güzel

Sadece güzel kelimesini bin beşyüze yakın kullanan bir şahıs, hüsün, hasen, muhsin, tahsin, cemal, cemil, kemal, haşmet, celal, insicam, kelimelerini binleri aşkın kullanmıştır, o olayların hikemi tarafının arkasından estetik tarafını görür, hikmetle bağlar, güzellikle hayran eder. Güzellikle hikmeti birleştirir. Sani-i Hakîm de hikmetle güzelliği sanatla birleştirirken, Sani-i Zülcelâl ile haşmetli sanatçı imajını kullanır. En çok bunlarla düşünür. Bir de cemil-i Zülcelâl’ı kullanır. Azamet ve celal sahibi güzel!

Dünya Herşeyden Daha İyi ve Daha Güzel

Ortaçağ sanatı dünyanın güzelliğinden bahseder ama güzellik kendi başınadır.

Çiçero “ Tüm şeyler arasında  hiçbir şey dünyadan daha iyi ve daha güzel  değildir”

 Bir başkası yine dünyadaki güzelliği anlatır. “ evren güzelliğin bitmez tükenmez yayılışı, güzelliğin her yanı kaplayışının yüce bir tezahürü, harikalıkların göz kamaştırıcı çağlayanı olarak belirir, en temel güzele güzellik onun tarafından tüm varlıklara  her birinin ölçüsünce  bolca bağışlandığı için  güzellik denmiştir, o her şeydeki uyumun  ve görkemin  nedeni olarak herkese ışık bıçiminde  kaynak ışının  güzelliğini veren yayıntılar döker ve her şeyi kendinde toplar.”(Eco 37)

Bediüzzaman bu özneden koparılmış güzellikleri Allah’a bağlar.

 Kur’an “Fenzur ila asari rahmetillahi ..” bak Allah’ın merhametinden doğmuş, bize olan merhametinin tezahürü olan güzelliklere “ diyor.

 Bu bir genel bakıştır. Bu kadar harika güzellikleri yaratandan bağımsız yorumlamak yaratanı incitmez mi ?

Bir tablonun sanatkarını görmezlikten gelmek sanatçıya nasıl bir hakarettir.

Bazıları da Allah’a bağlantılı düşünür.

 John Stotus Eriugena ,” Tanrı’nın ve onun dile getirilmez güzelliğinin  ideal  ve bedensel güzellikler aracılığıyla  vahyi olarak bir kosmos kavrayışı geliştirecektir,

Eriugena ‘nın bu kavrayışında Tanrı’nın vahyi olağanüstü bir birlik içinde  bir araya getirilmiş  tüm yaratının benzer ve benzer olmayan şeylerin, tür ve biçimlerin uyumunun  tözsel ve ilineksel  nedenlerin  farklı düzenlemelerin  güzelliğine nüfuz eder. Evren çok sesli bir temadır. Evrenin zarafetini ve ihtişamını düşündüğünde  onun çok güzel  bir neşideye benzediğini  ve çeşitlilikleri sayesinde , harika bir ahenk içinde  olan diğer mahlukatın  olağanüstü bir sevinç konseri  olduğunu göreceksin”(Eco 37)

Cehennemin Maddeleri ve Cennetin Münasip Maddeleri

     Kâinat ölçeğinde düşünen ve yorumlayan adam, yüzlerce yerde Kâinat diye başlar, küçük dünyamızın küçük mekânları ve küçük dertleriyle küçüldüğümüzde o kâinat ölçeğinde düşünür, kâinatın bir yerinde kendine bir mekân bulmuş oradan bütün dünyaya bakar. Kâinat ölçeğinde bir kıyamet tasviri

“Şu kâinatın eczâları dakîk, ulvî bir nizam ile birbirine bağlanmış; hafî, nâzik, latîf bir râbıta ile tutunmuş ve o derece bir intizam içindedir ki, eğer ecrâm-ı ulviyeden tek bir cirm, kün emrine veya “Mihverinden çık” hitâbına mazhar olunca, şu dünya sekerâta başlar. Yıldızlar çarpışacak, ecrâmlar dalgalanacak; nihayetsiz fezâ-i âlemde, milyonlar gülleleri, küreler gibi büyük topların müthiş sadâları gibi vâveylâya başlar. Birbirine çarpışarak kıvılcımlar saçarak, dağlar uçarak, denizler yanarak, yeryüzü düzlenecek. İşte, şu mevt ve sekerât ile, Kadîr-i Ezelî kâinatı çalkalar, kâinatı tasfiye edip Cehennem ve Cehennemin maddeleri bir tarafa, Cennet ve Cennetin mevadd-ı münâsibeleri başka tarafa çekilir; âlem-i âhiret tezâhür eder”(Sözler)

Meşahir-i deha-yı üdebanın tasvir-i harikuladesi değil mi ?

Bir başka kâinat anlatımı

 “Hem şu kâinatın Sânii, şu kâinatı enva-ı acâib ve zînetlerle süslendirmek sûretinde yapması ve zîşuur mahlûkatını seyir ve tenezzüh ve ibret ve tefekkür için ona idhâl etmesi ve muktezâ-i hikmet olarak onlara o âsâr ve sanâyîinin mânâlarını, kıymetlerini ehl-i temâşâ ve tefekküre bildirmek istemesine mukabil, en âzamî bir sûrette cin ve inse, belki ruhânîlere ve melâikelere de Kur’ân-ı Hakîm vâsıtasıyla rehberlik eden, yine bilbedâhe o zâttır.”(Sözler)

Tiyatro gibi bir cümle, kainatın sanii demiyor ş   u    kainatın sanii, şu işaret demek kapalı mekanda söylenmemiş bir söz, açık mekanda söylenmiş bir söz, şu kainatın her şeyi sanatlı yaratan sanatçı ilahı , yine  şu kainatı diyor ,  acaipliklerin acaip derecede güzelliklerin bütün çeşitleriyle ziynetlerle süslendirmiş şu kainatı , sonra şuurlu mahlukatını  s e y i r , t e n e z z ü h  ve    i b r e t  ve t e f ek k ü r için ona idhal etmesi , bakın bu kadar güzelliklerle özenerek bu evi size yaptım

Seyredin

Tenezzüh edin

İbret alın

Tefekkür edin

Hakikaten biz bunları yapıyor muyuz, hayatımızın yüzde kaçı seyir tenezzüh ibret ve tefekkür  için  geçiyor. Bu hay huy i çinde nasıl bu manalara bu yaşam tarzına adapte olmak, ne garip bir durum.

Hüdayi

Ehli dünya dünyada                      Beyhude hevayı ko

Ehli ukba ukbada                         Hakkı bula gör yahu

Her biri bir sevdada                     Hüdayiyem sözüm bu

Bana Allah’ım gerek                   Bana Allah’ım gerek

Sonra bir peygamber geliyor, güzel yaratılmış bu kâinatın anlamlarını Seyircilere izah ediyor. Seyirciler kimler,  e h l i  t e m a ş  a ,  ve  t e f e k  k ü r Şimdi  biz ehli temaşa ve  tefekkürüz , öyle mi hadi öyle olsun . Bediüzzaman’ın çizdiği portreyi doldurmak ne kadar zor. Milletiyle övünen , serveti ile öğünen, debdebesi ile övünen ehl i……. A     h     i   …… r e t Kelime de bizim kalbimiz ve ilgilerimiz gibi bölünmüş.

Yine kainat ölçeğinde düşünen , gören  bir yorum

 “Feyâ sübhânallah! Şu kâinatta zerreden şemse kadar bütün mevcudât, taayyünâtlarıyla, intizamâtıyla, hikmetleriyle, mîzanlarıyla Sâniin ihtiyârını gösterdikleri halde, şu kör olası felsefenin gözü görmüyor “(Sözler)

Felsefenin körlüğüne kör olası felsefenin gözü görmüyor diyor.

Bediüzzaman kainatın güzelliklerinden bahsederken  sayı, ağırlık, ölçü, boyut, biçim , oran ve düzene vurgu yapar. Hikmet, adalet, hakem ve daha birçok  isimlerinin gereğidir bu tespitler. Varlığı birden bütüne ,bütünden bire bir yorumla değerlendirir, farklı şartlarda eş anlamlar ve  eş fonksiyonlara vurgu yapar. Yani evrenin farklı nesnelerden meydana gelen bir armoni olduğunu öne sürer.

Kur’an Armonisi Büyük Bir Eser Olacak  Keyfiyettedir

 Kur’an’ın da birçok ayeti bu farklı unsurlardan kurulan mantıklı yapıyı nazara verir. Bu  farklı unsurlardan ortaya şuurlu varlıklar  çıkaran evrenin armonisi aynı zamanda farklı notalardan farklı sesler çıkarıp ortaya bir musiki eseri çıkarmak gibi bir misyona da sahiptir.

Allah birbiri ile fizik ve fonksiyon olarak farklı olan bu varlıkları birlikte bir gaye uğrunda çalıştırır, bir klavyedeki farklı notalardan bir beste çıkaran bir bestekâr gibi kâinat musikisini işletir. Kur’an da bu farklılıklardan oluşan Kur’an armonisi büyük bir eser olacak keyfiyettedir. Bazı örnekler aldım.

“O Rabbinize ki yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı. Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı. Öyleyse siz gerçeği bilip dururken sakın Rabbinize eş koşmayın.” (Bakara 22) Yer , gök, su ve ürünler farklı olaylar ve nesneler ama aralarında farklılık yok .

“ O’dur ki yeryüzünde bulunan her şeyi sizin için yarattı. Sonra iradesi yukarıya yönelip orayı da yedi gök halinde sağlamca nizama koydu. O her şeyi hakkıyla bilir. (Bakara 29)

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda, Ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda, Elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır.”(Bakara 164)

Düşünüp İbret Almak

“O’dur ki, rahmeti olan (yağmurun) önünden müjdeci olarak rüzgârlar gönderir. Nihayet bu rüzgârlar o ağır bulutları hafif bir şeymiş gibi kaldırıp yüklendiklerinde, bakarsın Biz onları, ekinleri ölmüş bir ülkeye sevk eder, derken oraya su indiririz de orada her türlüsünden meyveler, ürünler çıkarırız.İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Gerekir ki düşünür ve ibret alırsınız.”(Araf 57)

“ O’dur ki Güneş’i bir ışık yaptı. Ay’ı da bir nûr kılıp, ona birtakım konaklar tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz.Allah, bunları boş yere değil, ancak hikmet uyarınca, sabit bir gerçek olarak yaratmıştır.Bilip anlayacak kimselere Allah âyetleri böylece açıklar. Gece ve gündüzün sürelerinin değişerek peşpeşe gelmesinde,Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı bunca varlıklarda, elbette Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınacak kimseler için nice deliller vardır. “(Yunus 5-6)

Düşünen Topluma Açıklayıcı Ayetler

“Bu fani dünya hayatı bilir misiniz neye benzer?Tıpkı şuna benzer: Gökten yağmur indiririz, derken o yağmur sebebiyle, insanların ve hayvanların yiyerek beslendikleri bitkiler bol bol yetişir, ağ gibi etrafı sarar.Yeryüzü renk renk, çeşit çeşit meyve ve mahsullerle süslenir, bahçe sahipleri de o ürünleri devşirmeye giriştikleri sırada, geceleyin veya gündüzün birden emir çıkarırız, bir afet gelir, söküp biçer.Sanki daha dün, o şen manzara, orada hiç olmamış gibi olur…İşte Biz düşünüp ibret alacak kimseler için âyetleri, delilleri böyle ayrıntılı olarak açıklarız.” ( Yunus 24)

“ Allah O’dur ki gökleri, sizin de görüp durduğunuz gibi, direksiz yükseltti. Sonra da Arşının üstünde kuruldu.Güneşi ve Ay’ı hizmet etmeleri için sizin emrinize verdi. Bunlardan her biri belirli bir vakte kadar dolaşmaktadır.Bütün işleri O yönetir. Âyetleri size açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza iman edesiniz. Hem O’dur ki yeri yaydı. Orada sağlam dağlar yükseltti, ırmaklar akıttı. Her meyvenin içinde iki eş yarattı.Sürekli olarak geceyi gündüze bürüyüp duruyor. Elbette bunlarda, iyice düşünen kimseler için, alacak nice dersler ve ibretler vardır. “(Rad 2-3)

    Güzel varlıklar içinde en güzel olanlardan biri ve en önemlisi güneştir. Çünkü güneş göğün en  nazlı varlığı ve nazenin nesnesidir. Ama onun renkler ve ışınları vasıtasıyla güzelleştirdiği canlıları neden güzelleştirmek istediği konusundaki zorunluluğu ve merhameti düşünme özelliği yoktur , o halde güneş bir güzelleştiren ve merhametli birinin perdesidir.Bulut da o semada şifalı , tatlı , güzel bir şerbetçidir.İnsanların ihtiyacına koşar.

  Allah yarattığı şeyleri en güzel mertebede yaratır, hiç kimse

 Allah’ın yarattıklarını daha güzel olarak  düşünemez. Varlığın biçim ve fonksiyonları hiçbir zaman onun ihtiyaçlarına cevap  veremeyecek derecede olmamıştır. O bir insanın bütün ihtiyaçlarına cevap verecek zaman, mekân ve boyutta kapsamlı yaratmıştır her şeyi özellikle insanı.

Prof. Dr. Himmet Uç

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: