Küçük Ceylan Çalışkanın Küçük Bir Vakıası

Hakkı Yavuztürk Ağabeyin bir hatırasında , merhum Ceylan Çalışkan ile Üstad Bediüzzaman’ın biraderzâdesi merhum Abdurrahman’ın yiğitliği ve cesareti hakkındadır.

Önce, Ceylan Çalışkan’ın yaşadığı bir vukuat ile alâkalı olarak, Emirdağ Lâhikası’ndaki bir müdafaada da dile getirilen (sayfa 415) inayetli bir hakikati naklederek başlayalım.

İlgili sayfada şöyle bir ifade yer alıyor: “…Afyon Savcısının asayiş ithamına mukabil Üstadımız demiş: ‘Bu yirmi sekiz senede bir tek vukuatı gösterebilir misiniz? Mâdem gösteremediniz, nasıl bu ithamı ileri sürüyorsunuz? Yalnız, 600 bin talebeden küçük bir talebenin başka bir meseleden küçük bir vukuatından başka hiçbir vukuatları olmadığı kat’î ispat eder ki, âsâyişi Nur talebeleri muhafaza ediyorlar’ diye, Afyon’da savcıya demiş ve susturmuştur.”

İşte, Üstad Bediüzzaman’ın o zaman bile gizleme ihtiyacı duymadığı o “küçük vuat”ın, Hakkı Ağabeyin de şahitliğiyle bir başka açıdan hikâyesi…

1944 yılı yaz ayı sonlarında Denizli’den Emirdağ’a nefyedilen Bediüzzaman Said Nursî, burada geniş bir aile olan “Çalışkanlar hanedanı”na hem komşu, hem de onların kiracısı olur.

O tarihlerde 14–15 yaşlarında olan aynı aileden temiz fıtratlı Ceylan Çalışkan isimli çocuk da, Üstad Bediüzzaman’ın hizmetine verilir.

Henüz bir ortaokul talebesi olan Ceylan Çalışkan’ın gayet sâfiyane ve cesurane hizmette bulunması, bazı gizli münafıkları kızdırıp hiddete getirir.

Bunlar, bir müddet sonra da gayet çirkin iftiralarda bulunmaya başlarlar.

İşte, o iftiralardan biri de “Said’in hizmetkârı ona bakkaldan rakı aldı” şeklindedir. (Baş müfteri, bir emniyet mensubu görünmesine rağmen, aslında bir gizli teşkilâtın adamıdır. Bkz: Son Şahitler–4, s. 436.)

İzzetli bir Anadolu delikanlısı olan Ceylan’a, bu iftira ziyadesiyle dokunur. Gider o müfteriyi önce ikaz eder. Böyle iftiralar uydurmaktan vazgeçmesini ister.

Ancak, o münafık Ceylan’ı tersler; onun izzetini, gururunu kırmaya çalışır.

İzzet–i nefsi ikinci kez rencide olan Ceylan, bunun üzerine gider babasının tabancasını alır ve o münafık herifi takibe başlar. Nihayet, onu yalnız ve tenha bir yerde kıstırır ve atak bir hareketle tabancayı ağzına doğrultarak şöyle seslenir: “Alçak! Aç ağzını!”

Neye uğradığını şaşıran müfteri adam, mecburen ağzını açar… Ceylan, hiç tereddüt dahi göstermeden tetiğe basar. Mermi, o münafığın dilini, dişini parçalayıp ensesinden çıkar.

Müfteri münafık, yaralı halde hastaneye kaldırılarak tedâvi edilir. Ancak, ne gariptir ki, failin, yani kendisini vuranın ismini vermez: Zahire göre, ilk vurulduğunda, dili dönüp konuşamadığı için, sonradan da utancından dolayı Ceylan’ın ismini veremez.

Bir de hadisenin “hıfz–ı İlâhî” ciheti var ki, onu da Hakkı Ağabey, bizzat Üstad Bediüzzaman’dan dinlemiş. Dinlediğini bize şöyle nakletti: “Üzeyir Şenler kardeşimle birlikte, Üstad’ı Isparta’daki evinde ziyaret ettik. Bir ara, hizmetinde bulunan Ceylan Ağabeyin odadan çıkmasını istedi. Gıyabında, onun cesaretinden takdirle söz ederek dedi: ‘Bir zaman, bizi tarassut ve ta’cizde ve hatta iftira etmekte çok ileri giden gizli teşkilâttan bir şahsın karşısına cesaretle dikilip onun dersini verdi. Fakat hıfz–ı İlâhî, Kur’ân’a hizmetinin hürmetine o talebeyi himaye ile muhafaza etti.’

“Hz. Üstad, Ceylan’ın bahsinden sonra sözü öz yeğeni merhum Abdurrahman’a getirdi ve 1923 yılı baharında onunla Ankara’da yaşamış oldukları mühim bir muhavereye getirdi.” Bunun naklini Üstad hazretleri sonraya bırakmış…

Cesur Ceylan Ağabeyin Hatırasını Nakleden: Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org