Küçük Hikayelerimiz

Hayatın hızla aktığından bahsediyoruz hep günümüz dünyasını anlama çabası gösterirken. Hayatla birlikte insanın da hızla akıp gittiğinin farkında mıyız? Gittikçe acımasızlaşan bir dünyada üşüyen kalplerini ısıtamadığımız için ellerimizden kayıp gidenler… İnsanoğlunun bencil hırslarına yenik düşerek dengesini alt üst ettiği çevrenin felâketler halinde alıp götürdükleri… Sırf siyasi güç ve ekonomik çıkar nedeniyle sürdürülen vicdan yoksunu savaşların hayattan kopardıkları. Bu gidişat nereye?

İnsanların hayatlarını etkileyen büyük toplumsal süreçlerden geçiyoruz. Gün gelip yaşadığımız dönem bir tarih olarak birileri tarafından ele alındığında tek tek insan hikâyeleri ile ilgilenen olacak mıdır dersiniz? Aslında biz de bugünden geçmişe baktığımızda aynı şeyi yapıyoruz çoğu kez. Dünya tarihine yön veren hareketleri, devrimleri, savaşları, göçleri hep blok halinde ele alıyoruz. Oysa bunların içinde nice insan hayatı saklı. Devir ve dekor değişse de insan işte. Her biri anne baba evladı. Hayalleri, beklentileri, düş kırıklıkları olan.

Bizim kitabi bilgi olarak okuduklarımızı iliklerine kadar yaşayan. Olup bitenler nedeniyle hayatı belki de alt üst olan. Direnen. Tutunmaya çalışan. Ve sonunda dünya misafirhanesinden çekilip giden. Birkaç nesil sonrasında adının artık anılmaz olacağının, onca hayat koşturması içinde neler yaşadığının, neler hissettiğinin, neler çektiğinin kimseyi ilgilendirmeyeceğini bile bile bu koşturma ne için diye sormaya fırsat bırakmıyor hızla akan hayat. Bu gidişat nereye?

Hayat, erkeğiyle kadınıyla hepimizi etkiliyor şüphesiz. Ancak en çok da çocukların içinden geçtiğimiz toplumsal süreçlerde yaşadıkları üzerinde düşünmeli. Çünkü onlar gün be gün büyümekte, hayatı tanıma ve anlamanın yanı sıra kendileri olma ve geleceğe uzanma gibi aşamalardan geçmektedirler. Üstelik bunu, kuralları büyükler tarafından belirlenmiş ve öylece işlemekte olan bir hayatın içinde yapmak durumundalar. İster çevre felâketleri deyin, ister dünya güç dengelerinin yeniden kurulmasının sancıları deyin ister manevi erozyonun yol açtığı insanlık dramları deyin bugün yüzleşmek zorunda kaldığımız pek çok sorunun ortaya çıkmasında bugünün çocuklarının hiçbir dahli olmadığını biliyoruz. Ancak faturayı hep birlikte ödüyoruz. En çok canı yanan ve örselenen de büyüklerin elleriyle zehir olan hayatın getirdiklerini çok küçük yaşta tecrübe etmek zorunda kalan masum çocuklar olsa gerek. Bunun tarihten de bugünden de örneklerini görmek mümkün.

Dünya tarihinin dönüm noktalarından biri olan ve büyük ekonomik sosyal dönüşümlere yol açan Endüstri Devrimi’ne çocukların dünyasından bakıldığında farklı bir resim çıkıyor ortaya mesela. Devrimle birlikte çocuk işçilerin sayısında müthiş bir artış yaşanmıştı. Zaten 17. yüzyıldan itibaren ailelerine destek olmak amacıyla çalışmaları söz konusuydu. Pamuk tarlalarında, küçük bedenleriyle rahatça sığabildikleri için özellikle tercih edildikleri madenlerde, tekstil fabrikalarında oldukça “ekonomik” emekçiler olarak istihdam ediliyorlardı. 1/10 oranında daha az maaş alarak 16 saate varan çalışma hayatı sürdüren ve okula gidemeyen o çocukların yaşantıları tarihin içinde akıp gitti. Ama Endüstri Devrimi sebep ve sonuçlarıyla hala konuşuluyor, açtığı yeni çığırla başlayan değişim rüzgârlarının etkisi bugüne kadar uzanıyor.

Bugünden  bir başka fotoğraf karesi taşların bir türlü yerine oturmadığı soğuk savaş sonrası dönemde savaş alanına dönen Ortadoğu’da o coğrafyanın çocuğu olmanın ne demek olduğunu çok acı bir şekilde anlatıyor bize. Evet yine önemli süreçlerden geçiyoruz. Dünya dengeleri yeniden kuruluyor. Güçlünün hep haklı olmak istediği ve bunu kabul ettirmek için elinden geleni ardına koymadığı acımasız bir dönem bu. En çok da masum çocuklar için izahı olmayan, travmatik ve bir o kadar anlamsız bir hayat tecrübesi. Tecrübe dediğiniz şey zamanla edinilen bir şey. Suriye’deki iç savaştan ailesiyle kaçan, ancak umut yolculuğunun bir sonraki durağı Yunanistan’a ulaşamadan Bodrum’da botlarının batması sonucu dünyaya veda eden üç yaşındaki Aylan bebeğin hayat tecrübesi edinmeye fırsatı mı oldu sanki? Onun kıyıya vuran cansız bedeni üzerine çok konuşuldu, “insanlık kıyıya vurdu” manşetleri atıldı eyvallah. Ancak nice Aylan’ların akıp gittiği ve sadece istatistikler içinde zikredilerek haberlere konu olan ölümlere yol açan savaş devam ediyor ve büyüklerin ciddi olarak buna bir son verme niyetleri yok gibi görünüyor. 

Bir de geleceğe dönük bir projeksiyon yapalım. “Değişmeyen tek şey değişimdir.” Nitekim elektronik ve bilişim teknolojilerindeki gelişmeler de hayatlarımızı etkilemeye devam ediyor. Şimdilerde Dördüncü Endüstri Devrimi’nden bahsediliyor. Yine büyük hikayeler, önemli süreçler söz konusu olan. Gelecek on yılın sanayisini şekillendireceği öngörülen, dolayısıyla insan teklerinin hayatlarını yakından ilgilendirecek olan bu yeni dönem nice küçük hikâyeleri peşine takıp sürükleyecek kim bilir?

Yeni döneme “Akıllı Fabrika Dönemi” veya “Akıllı Üretim Dönemi” de deniyor. Buna göre daha önce tek tek makineleri yöneten bilgisayarlar, bundan sonra fabrikaları yönetecek. Dördüncü Sanayi Devrimi’nde, makinelerin makinelerle konuşması ve kendi kendilerini yönetir hale gelmesi mümkün olacak, insanın üretime katkısı azalacak. Üretimde insana ihtiyaç nerede ise yok olacak. Bunun sonucu verimlilik ve üretim artarken, işsizlik sorunu önem kazanacak. Beş yıl içinde beş milyon kişinin işsiz kalması öngörülüyor mesela. Bugün büyük umut ve beklentilerle eğitim hayatlarına yatırım yapılıp geleceğe hazırlanan çocuklarımızı nasıl bir geleceğin beklediğini bilemiyoruz işte.

 Hasıl-ı kelam bizler dünya misafirhanesinde bir süre konaklayıp göçecek olan misafirler hükmündeyiz. Yaşadığımız dönem içinde olan bitenler bizi etkiliyor, biz gidişata cüz-i irademiz ölçüsünde etki ederek geri dönülmez bir biçimde hep ileriye doğru sevk ediliyoruz. Çocuklar hem aileleri hem de içine doğdukları toplumlar için gelecek demek, umut demek. Bizden sonraya kalacak, insanlık mirasına sahip çıkacak ve kendi katkıları ile onu geliştirip zenginleştirecek, sonrasında da devraldıkları bu mirası kendilerinden sonraki nesillere devredecekler. Biz insanoğluna düşen, sorumluluk ve emanet bilinciyle hayatı anlamlı bir şekilde yaşamak. İnsanın, özellikle de çocukların kıymetini bilmek. Bunu şimdi burada yaşarken yapacağız. Büyük hikayelerin, bizim küçük insan hikayelerimizi kendi rüzgârlarının önüne katıp anlamsız bir şekilde akıp gitmesine fırsat vermeden.

Ayten Yadigâr – Zafer Derisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: