Kudüs

Hz. İbrahim ve Hz. Lut’un Filistin bölgesine gelip yerleşmelerinden itibaren bu bölgenin tümü mübarek kabul edilmiştir.
Bereketli kılınan bu bölgenin mübarek olarak kabul edilmesinin nedeni, Cenab-ı Allah’ın hikmetiyle buradan pek çok peygamberin gelip geçmesi ve burada vefat edip defnedilmesinden ileri gelmektedir.
Hz. Peygamber(sav) “Ziyaretler ancak üç mekâna yapılır. Mekke’deki Mescidu’l-Haram’a, Medine’deki benim bu mescidime ve Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya.” buyurmuştur. 
Resulullah(sav)’ın bu hadisi ile bu üç belde İslam’da kutsal ilan edilmiş ve bunların dışında kutsiyeti olan başka bir dördüncü şehirden söz edilmemiştir. Ancak Şam ve İstanbul da hadislerde zikredildiklerinden bir bakıma kutsiyetlerine işaret edilmiş beldelerdir.
 
En önemli ibadetlerinden biri olan namazın Mescid-i Aksa’ya yönelerek kılınması İslam’ın ilk kıblesinin bulunduğu Kudüs şehrinin önemini açıkça gösterir. Müslümanlar bu ilk kıblenin kutsiyetini idrak ederek tarih boyunca buraya sahip çıkılması gerektiğinin bilinciyle hareket etmiş ve bu mukaddes beldeyi her zaman koruyarak tevhit inancının bayrağı altında bulunması gerektiğine inanmışlardır. Kudüs ebediyen İslam’ın ilk kıblesi olma özelliğini koruyacak ve Müslümanlar buraya sahip çıkmak zorunda olduklarını hep idrak edecek ve bu beldenin Haçlı veya Yahudiler tarafından işgal edilmesi hâlinde tarihte olduğu gibi mutlaka kurtarılması gereğine inanarak çalışacaklardır.
Kudüs Yahudilerin değil, Hz. Âdem’den bu yana gelen tevhidin temsilcisi peygamberlerin mirasıdır.
Cenab-ı Allah bu kutsal toprakların daima salih kimselerin yönetiminde kalmasını irade buyurmuş, fasık ve zorbaların hâkimiyetine geçen bu toprakların tekrar peygamberlerin veya peygamber mirasçılarının eline geçmesini istemiştir. Bunun için de sık sık bu bölgeye peygamberler gönderip onları uyarmıştır. Hz. Musa’dan sonra gelen ve İsrailoğullarına mensup birçok peygamberin (Davud ve ardından Süleyman’ın) bu topraklarda Allah’ın şeriatıyla güçlü bir devlet olarak hükmetmelerinin sebebi budur. Davud öncesinde de Allah İsrailoğullarını tekrar küfre karşı cihat etme hususunda imtihan etmiş ve onlara Talut’u hükümdar olarak belirlemişti. Fakat onlar yine itaat etmeyip isyan ederek bu mukaddes topraklar uğruna savaşmaktan kaçınmışlardı. İşte bütün bu olaylar çerçevesinde, (Davud ve Süleyman’dan sonra) bu kutsal mekân ve toprakların mutlaka mümin ve muvahhidlerin yönetiminde olması gerektiğini anlıyoruz. Kâfir ve müşriklerin bu topraklar üzerinde velayet hakları olmamalıdır. Özellikle daha sonra Zekeriya ve Yahya’yı öldüren kitlenin bu topraklar üzerinde velayet hakkına sahip olamayacakları açıktır.
Yahudiler bu topraklara Hz. Musa zamanında sahip çıkmayıp, “Git, sen ve Rabbin savaşın…” demişler ve bu kutsal mekânları korumaya yanaşmamışlardır. Bu tutumlarının sonucunda da kutsal topraklar ellerinden alınmıştır.
Cenab-ı Allah, salih bir kulu ve habibi olan son peygamber Hz. Muhammed (sav)’e bu kutsal mekânı teslim etmek ve bu yerlerin kıyamete kadar onun ve ümmetinin elinde kalmasını temin etmek için onu İsra ve Miraç vasıtasıyla alıp oraya götürmüştür. İsra olayında bir devir teslim merasimi vardır. Cenab-ı Allah, İsra ve Miraç gecesinde bu mekânı bütün peygamberlerin ruhlarının şahitliğiyle Resulullah (sav)’a teslim etmiş, o da bu mübarek şehri ümmetine bir miras olarak devretmiştir. Burada Cenab-ı Allah’ın bu devir ve teslimden sonra bu mukaddes şehir ve mescidi, peygamberlerini katleden ve yeryüzünü fesada boğan bir milletin elinden alarak Resulullah’a teslim ettiği gayet açıktır.
İşte bundan dolayı biz Müslümanlar inancımız gereği Hz. Peygamber’in İsra ve Miraç mekânı olan bu yere büyük bir kutsiyet izafe edip buranın ebedi kutsiyetine inanırız. 
Bu mirasa sahip çıkmak maksadıyla Kudüs, 638 yılında Hz. Ömer tarafından Bizanslıların elinden alınarak İslam devletinin topraklarına dâhil edilmiştir.
Hz. Peygamberin 23 yıllık peygamberlik süresinde 14 yıl boyunca namazlarını Mescid-i Aksa’ya yönelerek kıldığı bu mukaddes mekânın -etrafı mübarek kılınmış mescit ve kutsal şehir Kudüs’ün- işgal altında olması bütün ümmet için bir zuldür. 
 
Kudüs 1099 yılında  Haçlı ordularınca işgal edilmiş ve 88 yıl  işgal altında kalmıştır.
Selahaddin el-Eyyubi 1187 yılında Kudüs’ü kuşattığında Beytü’l-Makdis’e beslediği sevgi sebebiyle bu mübarek beldeyi savaş felaketinden korumak istemiş.
Kutsal şehrin surlarını yıkmak, binalarını yok etmek ve en ufak bir taarruzla şehre zulüm yapmaktan çekiniyordu. Bu nedenle barış yoluyla şehri teslim almaya çalıştı. Bunun için şehre elçiler gönderip, “Kudüs’ün Allah’ın kutsal saydığı beldelerden biri olduğuna büyük bir inancım vardır. Sizin de kutsallığına inandığınız bu beldeye muhasara ve savaşın gerektirdiği yollarla hücum etmek ve girmek istemiyorum.” dedi.
Kutsal mekânlar, salih kulların sahipliğinde kutsallıklarına paralel olarak korunurlar. Temennimiz, İslam dünyasındaki uyanış ve direniş hareketlerinin güç kazanması, bu kutsal mekânların tekrar Allah’ın kendilerinden razı olduğu salih kulların eline geçmesidir.
Siyonistlerin amaçları, Mescid-i Aksa’yı yıkıp batıl itikatlarınca kutsal sayılan Siyon mabedini diğer adıyla Süleyman heykelini Mescid-i Aksa’nın yerine dikmek istiyorlar.
Eğer Müslümanlar sorumluluklarının gereğini yerine getirmezlerse bu tehdit devam edecek.
Bu dava ,sadece Filistinli Müslümanlara emanet edilmemiştir. Bu Mescid, Allah Rasulü’nden, Hz. Ömer’den ve Selahaddin-i Eyyubi’den bütün Müslümanlara bir emanet olarak bırakılmıştır.
Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa bunca yıldır Siyonist katiller güruhunun elinde tutsak ve mahzun kalmamalı
Artık bütün bir İslam dünyasının sesini yükseltmesinin tam zamanıdır. Bu işgal sona ermeden İslam dünyasının başını dik tutması mümkün değildir!
Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamberine hıyanet etmeyin ve bile bile size emanet edilen şeylere hıyanet 
etmeyin.
Kudüs ya da Mescid-i Aksa davası, sadece bir avuç toprak ya da hükümranlık,egemenlik meselesi değildir. Bu dava, bir inanç, bir akide davasıdır.
Bu sorumluluk, savsaklanabilecek ya da ertelenebilecek bir sorumluluk değildir, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur. Peygamber Efendimizin bir Hadis-i Şerifinde, bir İslam beldesi işgal edilirse, o beldedeki işgali kaldırmak için cihad etmek, her Müslüman’ın üzerine farz-ı ayın olduğunu buyurmaktadır. Bu Hadis-i Şerif de göstermektedir ki, her Müslüman’ın, işgal altında bulunan ve özellikle de Mescid-i Aksa ya da Kudüs’ün işgalden kurtarılması için mücadele etmesi, tıpkı namaz gibi üzerine farz ayn bir görevdir. 
Büyük İslam Kumandanı Selahaddin-i Eyyubi “Kudüs ve Beytü’l-Makdis, Mescid-i Aksa, Haçlıların işgali altında bulunduğu müddetçe ben nasıl olur da gülebilirim, nasıl olur da sevinebilirim ve istediğim gibi nasıl olur da yemek yiyebilirim? Hele hele, gözüme uyku nasıl girebilir?” demiştir.
Ey Rabbimiz! Kudüs’ü küffâr elinden kurtar. Mü’minleri aziz eyle, şu zilletten cümlemizi halâs eyle. Bu necip milletimizi tekrar o mübârek beldelere hadim eyle… Korktuklarımızdan emin eyle, kâfirlerin şerrinden bir an önce insanlarımızı kurtarıp halâs eyle. Sen bizim Mevlâmızsın, kâfirlere karşı bize zaferle yardım eyle. Dinine yardım edenleri muzaffer eyle. Müslümanlara eziyet edenleri perişan eyle.
Amin.
Derleyen: Çetin Kılıç
Kaynaklar:
ALİ KAÇAR
Prof. Dr. Ahmet Ağırakça 
Metin Duymaz