Kur’an Estetiği

Merak yayınlarından bir kitabım çıktı.

Risale-i Nur ekseninde Kuran Estetiği,Baki’nin ünlü bir beyti vardır, “Kadrini sengi musallada bilip ey Baki, durup el bağlayanlar yaran saf saf.”

Zavallı Baki, Türk divan şiirinin en büyük simalarından olduğu halde çekememizlikler yüzünden kırgın zamanında azraille buluşur ve göçer dünyayı faniden. Elli yıla yaklaşan hayatımızda ömrümün üzerinde en çok eğildiği bir kitaptı, hani bir adamın mukaddeslerine söversiniz ya , ona katlanırım ama o kitabın kıskançlık ve nedenini bilemediğim küstahlıkla aşağılanması beni neredeyse öldürecek düzeye getirdi.

Bediüzzaman ve Kur’an ‘ı azimüşşanı ve batı etsetiğini tarayıp ortaya bir estetik metin çıkarmak, bunu yapacak bir adam varsa çıksaydı da yapsaydı.

Safa Mürsel Devlet Felsefesi’ni yazarken estetik konusuna gelince bunu gelecekte biri yazar demiş. Bediüzzaman’ın fikir ve sanat dünyası kitabımda estetik diye bir bölüm vardı, orada konuyu irdelemiştim. Ama burada daha çok geliştirdim. Ama buna rağmen daha ilave edilecek çok şey var. Kur’an aslını ve meallerini okudum, defalarca bilgim ve kariham dahilinde canımız cananımız kitabı elimde dolaştırdım, kırlarda, sokaklarda, otobüslerde yirmi yıldır, belki bin kere o kitapları okudum, görebildiğim kadarı ile işaretledim, sonra Bediüzzaman’ı okudum batının estetik değerlerine göre..

Kur’an da işaretleri görünen estetik bakışlar var, Bediüzzaman özellikle beşeri ilişkilerden ziyade Allah’ın sanat eserleri galerisi olan kainatın ve o eserlerin bir prospektüsü, yani eserlerine bakma kılavuzu Kur’an’ın ışığında Allah’ın eserlerine bakma konusunu sistematize etmiş. Yani Allah kitabında görmeyi anlatır, görmeye dönük fiiller çok fazla ama Allah iktisat ve icaz kuralına göre çok az ama çok manalı işaretler kullanmış. Mardin’de münhasıran Kur’an estetiğine dair yazdığım ve bu kitapda ele almadığım estetik kategorileri anlatırken hocalar müfessirler, muhaddisler çok zor vadide güzel şeyler söylediğimi kabul ettiler, keşke onların safahatını alsaydım. Sadece eseri gece otelde okuyan konuşmacılarından birisi eserin literatüre compare(karşılaştırma) tarzını beğendiğini ve bunu bu şekilde sizin yapacağınızı söyledi, bazı hocalar eserlerin ham maddelerini safça istediler ama onları henüz yayınlamadım altmış sahife için iki yıl çalıştım. Bakalım onunu münhasıran bir Kur’an estetiği veya bakmasını öğreten Allah gibi bir kitap yapmayı düşünüyorum.

Bediüzzaman’ın en önemli estetik risalelerinden biri uhuvvet risalesidir. Orada kimsenin farkında olmadığı bir ilişkiler kuralı verir. Rabbimiz buyurur ki “ idfaabilleti hiye ahsen” kötülüğü bile en iyi şekide yani hasen değil ahsen en güzel şekilde defet. Bediüzzaman orada kötülük ile iyiliği bir gemi misali ile açıklar dokuz cani sıfatlı bir sıfatı iyi olan adamın bulunduğu gemi batırılmaz, dokuz masum bir cani sıfatın olduğu gemi de batırılmaz. Bu “hiye ahsen” demektir. Öyle bir nesil ortaya çıkmış ki kıskançlığından iyiliği en kötü şekilde defet şeklinde anlıyorlar bu ayeti celileyi. Kötülere kimse bir şey demiyor iyiler yaşamaz hale getirilmek isteniyor ve bu insanlar yaptıklarından sonra vicdanlarının tacizini duymadan mutlu mesut dolaşıyorlar.

Ben Bediüzzaman’ın Fikir ve Sanat Dünyası kitabımı derinliğine anlayan bir insan gördüm desem yalan olur, sadece Ahmet Akgündüz kardeşle istanbul kitap fuarında birkaçını marez-i temaşaya sunduğumuzda estetik doktorası yapan bir bayan kitabı uzun uzun okuduktan sonra bu kitap bir estetik ve sanat felsefesi uygulama kitabı dedi, çünkü kitabı eleştirecek kimse yok oradaki batı ve kısmen yerli eserleri kimse okumamış ki onu eleştirsin. Yıllar verilmiş bir eseri o konularda bir satır yazı yazmamış bir insanın eleştirmesi de yakışık almaz. Zaten böyle bir şey de görmedim.Ama hakaret ve küçük görmek eleştiri değildir, ama ne yaparsın. Kedilerin nasıl ihtiyar arslanların yanında değer olarak sunulduğu bir ortamda insanların kafasına kalemine değil, arkasına bakınca hakikat değişiyor. Ömrümüzü önlerinde büyük himmetle harcadığımız insanların nasıl suskun ve takdirden uzak yaşadıklarını hala anlamış değilim.

Birzaman kendilerini hayran ötesi hayran olduğum insanların nasıl dar bir koridorda hayatlarını okumadan kendilerini yenilemeden devam ettirdiklerini görünce onlar adına üzüldüm. Ama onlar hala kendilerini yenilemekten geri durmaktalar, insan bir aynaya hep kendi bakar kendini görürse ona kim ne desin.

Kur’an‘da Gaşiye suresi beni en çok hayret ettiren surelerden.. Vakıa suresi gibi burada kıyamet ahvalinden bahseder. Ama on altıncı ayete kadar anlattıklarının arkasında birden sahibi kelam birden dünyanın tanrısal geometrisine dikkati çeker ve der ”ve hala bakmazlar mı o deveye, nasıl yaratılmış, ve o göğe nasıl kaldırılmış. O dağlara nasıl dikilmiş, ve o yeryüzüne , nasıl düzenlenmiş, döşenmiş,” Sanki benim anlayışıma göre bakamayanlara ve değerlendiremeyenlere bak bakamazsanız, işte yukarıda ve aşağıda ahvali beyan edilen bakamama ve değerlendirememenin cehennemi. Bediüzzaman ve Kur’an, Allah ve kitabı arasında kaldık, bir de anlayışı kıt dostlarımız.

Batı estetiği organize edilmiş bir estetik estetiğe giriş kitapları var biri Hegel’in biri de bir başkasının, bunun yanında Groce, Kant, Marks ve daha birçok filozofun estetik kitapları var. Kitabın sonunda bunların dökümü var, bu kitapların hepsini defalarca okudum. Ama baktım ki Kur’an, Batı felsefesi ve Risale-i Nur ortak yönler taşıyor, farkı tartışılır, hepsi insana bakmasını düşünmesini ve yorumlamasını öğretiyor. Çünkü insan değişmez insanın temel eylemleri de değişmez.Risale-i Nur bir tarifle bakmanın safahatıdır denebilir, seçtiğim bütün konu başlıkları bakmanın ve estetik değer ile kategorize etmenin kelimeleridir. Bediüzzaman onları yer yer kullanmış. Göz bunların başında geliyor çünkü göz bakmanın merkezinde..

Bediüzzaman gören ve değerlendiren bir insan sadece gözle ilgili imajları elliye yakın. “Göz bir hassedir ki ruh bu alemi o pencere ile seyreder” demek insan bu alemi seyir için gelmiş Allah bakmak fiilinden çok fiiller türetmiş ve yerlerinde kullanmış hem de fenzur bak derken bazan da umulur ki bakarsınız, bazan da bakmaz mısınız der. Adeta bakmayı örgütler. Çok zarif bir şekilde zatenKur’an zerafetin sembolü ve uygulaması bir kitap. Tasarım, program, orantı, süs, geometri, simetri, armoni, tevhid, distans, fantastik, hayal gücü, imajinasyon, teşhir, meşher, teşhirgah, seyir, seyirci, seyrangah, yansıtma, gösterme sevdirme, sergileme, sergi, tefriş, temaşa, nesneler, insan, organize etme, iyi kötü ve güzel, bedii, bedayi, ibda, yaratılış, form ve biçim, cazibe, tavır, tahsin, takdir, istihsan, acib , acaib, mütalaa, melabegah, temaşağah, temaşager. Bütün bu kategoriler kur’an da var, Bediüzzaman onları geliştirmiş Kur’an ‘ın esteğini onun dilinde dağınık olarak anlatılmış, talebeleri bunları organize ederler diye. Bu kelimeleri seçmek ve kullanış tarzlarında farklılıkları vermek yıllarımı aldı.

Bir düşünce gurubunu mütemadiyen aynı şeyler etrafında döndürmek onları geliştirmemek dava değil, ama illa da biz düşündüreceğiz demek yanlış. Risale-i Nur ve Kur’an da o kadar ortak bakışlar var ki bunlar ömürlere sığmaz. Bizim yanlışımız Kur’an‘ı skolastik yorumlayan bakış açılarını yeterli görmektir. Bu kitapdan sonra üstadın evindeki arabanın bizim sermet mahallesindeki evin önünde gördüm, kim ne derse desin ben yaptığımın farkındayım beni farkedemeyenler kursaklarını muayene ettirsinler.

Necip Fazıl;

Beni kimsecikler anlamaz zaten

Sen öp seccadem” der.

Anlaşılmak fikir adamının mezarıdır. Mezarda buluşmak üzere.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: