Kur’an ve Güzellik Felsefesi

Hepimizin bildiği Akif’in dörtlüğü vardır, toplumun Kur’an anlayışını eleştiren , ironik ötesi bir cümle:

Ya açar bakarız Nazm-ı celilin yaprağına
Ya okur geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okumak ne de fal bakmak için

Koca bir kitabı mezarla özdeşleştirince bizim içimiz mezarlığa döndü, o mezarlıkta hatırlanan kitap olunca biz mezarlık olduk. Kur’an’a onun bütün dini ve sanatsal öğeleri ile bakan adam kimdir , kim olsun Bediüzzaman. Bu bir melankolik cümle değil, ben hergün bir iki cüz okurum, bugün yine bir cüz okudum yürüyerek, Kur’an-ı Azimüşşan’daki estetik kaynaklı yorumlar ve ayetlere ve kelimelere bakıyorum ve işaretliyorum.

Kur’an’ın Sanat ve Estetik Düzeni diye bir kitap düşünüyorum, Bediüzzaman ve Kur’an ve estetik ve sanat felsefesi kitaplarından edindiğim bilgi ile. Bizim hocalarımız, Kur’an’ı bir ibadet kitabı olarak anlattılar. Onun sanat düzeni üzerinde bir vaaz dinlemedim hayat boyu, ne zaman Estetik ve Sanat okudum, Bediüzzaman’a baktım, bir okyanusa düşmüş küçük bir uçan canlı gibi, garkoldum, sonra Kur’an okurken Bediüzzaman’ın Kur’an daki bütün estetik ve güzellik ve sanat kaynaklı kelimeleri kullandığını gördüm. Şimdi onları işaretliyorum, Allah nasip ederse bu yapılmayan şeyi düşünüyorum değil yapmaya başladım.

Kur’an da hüsün, Ahsen, Tahsin, Muhsin, Hüsna ve bu kelimenin iştikakı olan çok sayıda ayet var. Estetik tarihinde olmadık bir şekilde Allah’ı Zülcelal davranışlardan eylemlerden, durumlardan, yaratıklardan, kozmik görüntülerden daha çok şeyden bahsederken bahsi güzellikle bağlantılı anlatıyor. “Ve hüvellezi halekessemavatı vel ardi fi sitteti eyyam ve kane arşühü alel mai liyeblüveküm ahsene amele ve lein kulte inneküm mebusüne minbadilmevti leyekulünellezine keferu in haza illa sihrün mübin” 221/7 Meali “Hem O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bundan önce ise Arş’ı su üstünde idi . Bu kainatı yaratması sizden hanginizin daha güzel iş yapacağını ortaya koymak içindir.” Ayetin içinden bir kısmını aldık. Koca kainat bizim “ahsene amelen” güzel değil daha güzel işler yapmamız için. Kelime iş üzerinde odaklanmış, iş içine ibadet de girer bütün diğer dünyevi faaliyetler de, en güzel camii şerifi kim kapmış Sinan, o güzel camii yapmakla Allah’ın kainatı yaratma nedenine en güzel mukabele etmiş olur. Şimdi biz ulemamız ve hocalarımız buradaki ahsene amelen sözünü sınırlamışız hayata açmamışız Kur’an diyince de özellikle ulemamız hep cami, mescid, ibadet ve cennet cehennem akla gelmiş. Müslümanı ve Kur’an dini camiye hapsetmişiz, o da bizi dünyaya hapsetmiş.

Bir başka ayet de güzel kelimesi değişik bir perspektiften kullanılmış. “Nahnü nekussü aleyke ahsenel el kasasi bima evheyna ileyke Hazal Kur’an’a ve in künte min kablihi leminelgafiline” (234/3) “Biz Kur’an’ı sana vahyetmekle geçmiş ümmetlerin bir takım haberlerini en güzel şekilde beyan ediyoruz. Şu bir gerçek ki daha önce senin bundan hiç haberin yoktu” Kur’an bir tarih kitabı değildir, ama Kur’an geçmiş ümmetlerin olaylarını insanlara ders olsun diye anlatır, onlara bakıp o hareketleri tekrar etmesinden diye. İnsanlık tarihi tarihi bir şehamet ve azamet göstergesi olarak göstermiş, ne kadar çok insan öldürüp, ne kadar çok coğrafyaya hükmetmiş ise garetkir hükümdarları tarihin üst başına asmış beşer tarihi, Attila, Timur, Cengiz ve başkaları gibi. Bediüzzaman Kur’an’ın bahsettiği olaylar için bir kelime kullanır, modern eleştiri de bunu kullanır, nukleos occurance, yani çekirdek vaka. Allah Yusuf ve Yunus ve diğer peygamberlerin hayatının çekirdeği yani onun üstüne kurduğu hayatının temel vakasını almış ve onu açarak bir ağaca çevirmiş. Bir balık yutma olayı, bir kadının Hz Yusuf’a musallat olması. Şimdi Allah Yunus ve Yusuf (a.s) hayatlarının en güzel kısmını yani en faydalı ve etkili mesaj olan yönlerini almış, burada Allah en ideal yeri ve noktayı bulması noktasında “en güzel şekilde” sıfatını kullanmış, burada güzelden doğan kelimeye daha değişik bir alan koymuş, sadece Peygamber olayları içinde anlatılması için seçilen olaylar Allah’ın bizim için olayları nasıl seçip ayıkladığını gösteriyor, bakıyor ve bize en gerekli yeri anlatıyor. Ne kadar her konuda ideali bulan bir anlatıcı Allah ı Zülcelal. Kur’an da anlatılan olayların idealliği bir harika çalışma olur.

Ve caüala kamisihi bidemin kezibin kalebelsevveletleküm engüsüküm ermen ve sabrün cemilün vallahül müstaeanu ala matesifun”(236/18) “Onlar Yusuf’un gömleğine sahte kan bulaştırarak getirmişlerdi. Babaları Yakup “hayır dedi nefisleriniz sizi aldatmış, bu işe sevketmiş. Artık bana düşen ümitvar olarak güzelce sabretmektir. Ne diyeyim sizin bu anlattıklarınız karşısında Allah’tan başka yardım edebilecek hiç kimse olamaz.” Burada güzel kelimesi yerine cemil kelimesini kullanmış, Cemil, cemal, kemal ve azamet Kur’an’ın da estetiğin de temel üç çekirdek kelimesidir. Onların ayrıntısı uzun sürer. Allah burada feryatsız, şikayetsiz, soğukkanlı ve mütevekkil bir şekilde belayı karşılamayı güzel sabır olarak ifade ediyor. Burada Kur’an’daki kelimelerin başka bir güzel kelimesine geçtiğini görüyoruz.

Kur’an’ın davranışlara dönük yorum düzeni hep güzel kelimesinin iştikaklarından, benzerlerinden doğan kelimelerle ifade edilmiş. “Kalu inneke la ente Yusuf’u kale ene Yusuf’u ve haza ehi kadmennellahu aleyna innehu men yetteki ve yesbir feinnellaha layüziu ecrel muhsinin”(245/90) Bir kısmı, “Allah da böyle güzel hareket edenlerin mükafatını asla zayi etmez” Burada hüsn kelimesinden doğan ve Kur’an’da çok tekrar edilen hatta Muhsinler diye bir taifenin tavsif edildiği kelime . Muhsin, “Sözlükte iyilik eden, iyi davranan, iyi ameller işleyen ve yaptığını iyi yapan kimse” demektir. Kur’an’a göre bir insanın Muhsin niteliği kazanabilmesi için mümin Müslüman (Maide) Müttaki (Ali İmran, Zariyat, Mürselat) Salih ameller işleyen (Tevbe) Hayar ve hasenat sahibi (ahyar)(Hud) İnancında , özünde , sözünde ahlakında,söz, fiil ve davranışlarında dosdoğru, müstakim, sabırlı(Hud , Yusuf) ve İhlaslı olması gerektir. Kur’an da Muhsinler şöyle tanıtılmıştır. “Bunlar hikmetli kitabın ayetleridir. Muhsinler için yol gösterici ve tahmettir. Muhsinler namazlarını dosdoğru kılan, zekatlarını veren ve ahirete yakinen iman eden kimselerdir. Onlar Rableri tarafından gösterilen doğru yol üzerindedirler ve onlar kurtuluşa eren kimselerdir.” (Lokman 31/2-5)

Kur’an’da Muhsin insan çok övülmüştür. Allah Muhsinleri sever (Bakara) Kim Muhsin olarak yüzünü, özünü Allah’a teslim eden ve Allah’ı birleyen olarak İbrahim’in dinine uyan insandan daha güzel kim olabilir (Nisa) Kim Muhsin olarak yüzünü özünü Allah’a teslim ederse onun mükafatı Rabbi’nin yanındadır. (Kur’an Kavramları Sözlüğü , 176) Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. (Bakara) Ayetleri bu gerçeğin ifadesidir. Şimdi Allah’ın kitabında sanat ve estetik ve dini , dünyevi nitelikli işlerin tamamını güzel yapan insanın Allah yanında itibarı ne kadar büyük. Demek Allah da güzellik üzerine kurmuş yorum dünyasını, insanlar da . Batı sadece sanat eserinin güzel nitelikleri üzerin sanat felsefesini kurmuş ama bizim doğu yorumcuları Kur’an gibi çok yüce bir estetik ve güzel talebe olan kitabın estetik yorumlarını yapmamış bu kadar güzel kelimesinden doğan yorumları görememezlik etmiş, Kur’an dan sanata açılan Kur’an ve Güzellik ve Sanat felsefesi yapmamış, hem Romaya Atina’ya kıblelimizi çevirmiş onların kuru sanat ve güzellik felsefelerine kaselisliğini yapmışız. Fethi Benislama Kur’an’ın çağın mantığına uygun yorumu olmadığı için geri kaldığımızı söyler. Bediüzzaman bunu hisseden tek adamdır, bugün hala ülkemizde bu büyük kitap klasik maziden gelen bir yorum düzeni ile anlatılır .

Muhsin yaptığı her işi güzelce yapan demek, bunlar din içinde bir özel taife. Ve Allah işlerini böyle en güzel şekilde yapan insanların ücretini zayi etmez, yeter ki o işini güzel şekilde yapsın, demek çirkin işler ücretsiz işlerdir, ayrıca azab verici işlerdir. Burada güzel kelimesi daha değişik bir şekilde kullanıldı.

Ahsene külle şeyin haleke, (Secde 32/7) Allah her şeyi en güzel şekilde yarattı. Kur’an’ın estetik düzeni üzerine en can alıcı kelimeyi seçmiş Bediüzzaman. Benim gibi bir gariban gibi bakmaz elbette O. İzahını alıyorum buraya.

“İkinci Nokta:
âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:

Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:

Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşin tahribâtı, hazin firâk perdeleri arkasında, tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhâfaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, vebâ gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok istidad çekirdekleri, zâhiri çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güyâ umum inkılâblar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.

Fakat insan, hem zâhirperest, hem hodgâm olduğundan, zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana âit gàyesi bir ise, Sâniinin esmâsına âit binlerdir. Meselâ, kudret-i Fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânâsız telâkkî eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zâhiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder. Meselâ, “kar”ı pek bâridâne ve tatsız telâkkî ederler. Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gàyeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.

Hem insan, hodgâmlık ve zâhirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhâkeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilâf-ı edeb zanneder. Meselâ, âlet-i tenâsül-i insan, insan nazarında bahsi hacâletâverdir. Fakat şu perde-i hacâlet, insana bakan yüzdedir. Yoksa, hilkate, san’ata ve gàyât-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacâlet ona hiç temas etmez.

İşte, menba-ı edeb olan Kur’ân-ı Hakîmin bâzı tâbirâtı bu yüzler ve perdelere göredir. Nasıl ki bize görünen çirkin mahlûkların ve hâdiselerin zâhirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san’at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar; ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar; ve pek çok zâhirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitâbet-i kudsiyedir(18 Söz)

Bediüzzaman her şeyin güzel olduğuna bir yol bulmuş, kimi dolaylı kimi direk güzellikler diyerek güzeliği bütün kainata, kozmik ve insani faaliyetlere ulaşan bir derinlikte izah etmiştir. Estetik tarihinde Bediüzzaman’ın bu güzel tasnifi yok, onlar, yüzyıllarca çirkini nereye koyacağını düşünmüş durmuşlardır. Şeytana hep çirkin diyen batı düşüncesi ve ilahıyatı ve bizim tasavvuf düşüncemize karşı Bediüzzaman “Şeytanın icadında cüzi şerler ile beraber pek çok makasıd-ı Hayriye–i külliye vardır” demiş demonik güzelliği saf güzellikten daha mükemmel göstermiştir. Çünkü saf güzellik Allah’a hastır, bir çiçek ve bir kelebek, ama insanın güzelliği çirkinle mücadeleden sonra olduğu için bir iradi tutum vardır. Bu büyük bütün okyanusların birleştiği bir mana ummanından bir nebze. Bediüzzaman bir talebesine “Siz kime hizmet ettiğinizi biliyorsunuz” demiş. Evet öyle ….

Prof. Dr. Himmet Uç