Kur’an’a Sevgi ve Saygı

Daha çocukluk yıllarımda Kur’âna duyulan sevginin ve saygının sayısız örneklerini gördüm ve yaşadım çevremde…

Çocuğuna hafızlık yaptırıyor diye, atının sırtına attığı en değerli malzemelerden dokunmuş halı heybesini torununun hocasına hediye eden rahmetli dedemi unutmak mümkün mü? Erkenden kalkıp dinlenmiş bir hafıza ile Kur’ân ezberine başlasın diye imsak vakti elinde ısıtılmış ibrik suyuyla bekleyen rahmetli babacığımın Kur’an için beslediği saygının benzerini çok az gördüm hayatım boyunca…

O iman dolu sinelerde Kelamullah muhabbeti, muhabbetullah ve muhabbet-i Resûlullah ile bütünleştiği için, onun önünde kemal-i ta’zîm ve hürmetle eğilmiş ve Kur’âna hizmet yolunda evlatlarını seferber etmişlerdi.

Allah yolunda yürüyenlerin esas mesleklerinde ve meşreplerinde Kur’ân ve Sünneti esas tutan velî kullar hep olagelmiştir. Onlar sağlam kulpa sarıldıkları için delâlete düşmekten biiznillah korunmuşlardır.

“Ey insanlar, bâhusûs ey müslümanlar! Allah’ın dinine, İlâhî hükümleri beyan eden Kur’âna ve Sünnete toplu olarak yapışın.” (Âl-i İmrân, 3:103)

Kur’ânın en birinci tefsiri yine Kur’ândır. Çünkü Kur’ânın bir kısım mücmel âyetlerini, başka ayetler tafsil eder, açıklar. Daha sonra Sünnet, sahâbe, müfessir ve büyük müçtehidlerin görüşleri Kur’âna açıklık getirir, daha anlaşılır olmasını sağlar.

Zamanımızda ortaya çıkan bir takım yanlış akım ve teşebbüslerin Kur’ânın anlaşılmasına  yönelik bir katkı sağlamadığı, aksine Onun mâna ve ahengini bozduğu, yanlış tefsir ve yorumlarla onun ruhuna aykırı çalışmaların tahribat ve fesada sebebiyet verdiği âşikârdır.

Öncelikle bilinmesi gerekir ki; Kur’ânı tefsir edebilmek için Arapça diline ve lügatına hakim olmakla birlikte: Tefsir Usûlü, Hadis Usûlü, Fıkıh Usûlü, Kelam Usûlü, Sarf-Nahiv bilgisi, Münazara, Belâğat, Bedî’ ve Beyan ilimlerine vakıf olmak gerekir.

“Edille-i Şer’iyye (dört delil”) denilen “Kitap, Sünnet, İcmâ-ı Ümmet ve Kıyâs-ı Fukaha”ya uygun düşmek ve yukarıda ifade ettiğimiz ilimlerin tespit ettiği çerçevedeki ölçülere uymak şartı ile Kur’ân ve Hadise verilen her mâna doğrudur; bu esaslara riayet edilmeden verilen her mâna da bâtıl ve yanlıştır.

Geçmişte yazılan binlerce tefsir, bu kriterler dikkate alınarak kaleme alınmıştır.

Kur’ân-ı Hakimin Kelâm-ı Ezelîden gelmesi, tüm asırlardaki insanlığın bütün tabakalarına ve fikirlerine hitap etmesi sebebiyle mânasında hârika bir kapsam ve küllî bakış söz konusudur.

Bu bitmez tükenmez hazineden asırlardır insanlık ve özellikle Kur’âm âşıkları hep istifade ede gelmişlerdir. Ortaya çıkan mânalar silsile halinde Risâlet kaynağından alınmıştır. İbn-i Cerîr et-Taberî, Kur’ânın tüm mâna denizini birbiriyle irtibatlı ve senetli halkaya bağlayarak Risâlet kaynağına dayandırmış, o tarzı takip ederek oldukça mühim ve değerli büyük tefsirini yazmıştır.

Kur’ân bir bütün olarak anlaşılmalıdır. Ayetler birbirine bağlıdır ve biri birini izah eder. Bir kısım âyetler vardır ki Peygamber hadisiyle açıklanmıştır. Kur’ânın “nâsih ve mensûhu, siyak ve sibakı, sebeb-i nüzûlü, hâs ve âmmı, mücmel ve mufassalı” vardır.

Hz. Peygamber (s.a.v)’in bir vazifesi de tebyîn (Kur’ân âyetlerini izah etmek) dir.

Meselâ: Kur’ân-ı Kerimde geçen “es-Salât” kelimesi “duâ” anlamına da gelmektedir. Birileri çıkıp da bu kelimeyi sadece “duâ” anlamında alarak; Namaz yoktur, sadece Allah’a dua etmek vardır şeklinde yorumlasa, Allah muhafaza bu durum delâlettir, sapıklıktır.

Çünkü Resûl-i Ekrem (a.s.m) Kur’ân âyetlerini uygulamalarıyla, sözleriyle ve fiiliyle tefsir etmiştir. O mübarek Zât nasıl izah etmiş ve yaşamışsa gerçek de odur. O Zât-ı Ekrem bütün hayatı boyunca namazı beş vakit olarak kılmış ve bu, başta sahâbeler olmak üzere  ümmetin icmâ’ı haline gelmiştir.

Kur’ânın etrafında üç büyük sağlam sur vardır. Bu surlar Kur’ân hakkındaki fâsit te’vîl ve tefsirleri reddeder, ehil olmayanların Kur’ân hakkındaki yanlış yorumlarına sed çeker. Bu üç sur ise;

1. Sünnet-i Seniyye

2. Sahâbenin icmâı

3. Mezhep imamlarının içtihatlarıdır.

Bid’a ehli, öncelikle mezhepleri, daha sonra sahâbeyi, ardından da Sünnet-i Seniyyeyi bertaraf edip ortada sadece Kur’ânın varlığını öne sürüyor. Onu da kendi görüş ve düşünceleri istikametinde tefsir ve te’vîle yeltenerek yanlış mâna vererek Kur’ânı tahrîfe yelteniyor.

Günümüzde en büyük tehlike budur. Müslüman kardeşlerimizin ve özellikle ilim ehlinin çok dikkatli ve uyanık olmaları oldukça önem arz etmektedir. İman ehlini bu noktadan aldatıyor ve inançlarını sarsmaya çalışıyor bu çevreler. Ama bu kasıtlı çevreler bilmeliler ki, kur’ân hem lâfzı, hem de mânasıyla İlâhî muhafaza altındadır. Her türlü tebdil, tağyir ve tahriften korunmuştur.

Bugüne kadar Kur’âna verilen sahih ve doğru mânalar, günümüze kadar yazılı olarak gelmiştir.

Bediüzzaman Hazretlerinin bu meselede feveranı ne kadar yerinde ve isabetlidir: “Sahâbelere karşı iddiâ-yı rüçhân nereden çıkıyor? Kim çıkarıyor? Şu zamanda bu meseleyi medâr-ı bahsetmek nedendir? Hem müçtehidîn-i izâma karşı müsavât dâva etmek neden ileri geliyor?”

Bu sorunun cevabında; iki kısımdan bahsediyor. Sâfi diyanet ehli ve ilim ehli, diğeri mezhepsizliklerini büyük müçtehidlere karşı müsâvât iddiasıyla ortaya koyan gayet müthiş mağrur insanlar…(Sözler, 27. Sözün zeyli)

Ortaya sürmek istedikleri bahane ise; Kur’ânın sırları bilinmiyor, müfessirler hakikatını anlamamışlar… şeklinde kafa karıştırıcı hezeyanlarıdır.

Şimdi sonuç itibariyle deriz ki, sâfî bir imana sahip Kur’ân sevgisiyle yoğrulmuş, hak ve hakikate gönül bağlamış Kur’ân âşıkları nerede, bilgiçlik iddialarıyla Kur’ân hakikatlerini ve mânalarını daracık zihnine yerleştiremeyen ve gönlünde onun sevgisine yer vermeyen sözde âlim, özde cahiller nerede?

Sizce Kur’ân kime ve kimlere şefaat eder?

İsmail Aksoy

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: