Kuran’ın Sadasını Risale-i Nur ile Kainata Neşret!

Tohumlar gibi neşv ü nemasız kalan birçok istidad çekirdekleri, zahirî çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılablar ve küllî tahavvüller, birer manevî yağmurdur. Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. [7]

Madem Risâle-i Nur  وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ hakikatına mazhardır ve bilffil en dehşetli zamandaki hârika hizmet-i Kur’aniye ile bu hakikat âşikâr olmuştur. Elbette bundan sonra dahi vazifesini yapacak, münasip isti’dâdların imdadına koşacak, çeşitli hizmetleriyle bu isti’dâdların inkişafına medâr olacaktır. Cenab-ı Hak bizleri o isti’dâdların neşvü nemâsında hâdim kılmakla vazife-i şükriyemizi bir kat daha arttırmış bulunuyor.

Sâniyen: Bazı yerlerde gördük ki, bazı ehl-i idarenin Risâle-i Nurun ve talebelerinin hakikatını müsbet hizmet ve gayretlerini anlayıp takdir etmelerine mukabil bazı yerlerde de tedkik ve tahkik edilmemesi sebebiyle yanlış kanaatler hâsıl olmuş. Hem öyle kanaatler ki, Risâle-i Nurun ders verdiği hakikatı zıddıyla ittiham etmek gibi Merhûm Üstadımızın bütün hayatında takip ettiği fikrin aksinde bulunmak gibi gülünç ve acı isnad ve iftiralar… Bunlara karşı yegâne vazifemiz, ma’lumunuz olduğu gibi, müsbet iman hizmeti içinde tahkikatla izah ve isbattır.

Evet Risâle-i Nur mevzuu, hâşâ İslâmiyetten ayrı bir mana değil. Belki hakikat-ı İslâmiyenin ve hizmet-i Kur’aniyenin bu asırda bir tezahürüdür. Nur talebeleri de bin üçyüz yıl devam eden İslâm dinine ve zamn-ı Âdem’den kıyamete kadar bâkî olan Din-i Hakka hizmetkâr olarak müftehirdirler. Nasıl ki, İmâm-ı A’zam’ın, İmam-ı Gazzâlî’nin ve sâirenin talebeleri var. O yüksek zatlar, İslâmiyeti, bulundukları asra, belki istikbal nesillerine de ders vermişler, izâhâtta bulunmuşlar. Onların zuhuru ve dersleri İslâmiyet içinde ayrı gruplaşmak mıdır? Hâşâ. Belki, mukaddes dini kuvvetlendirmek, zaten çok mukaddes, çok âlî olan dinin hakikatlarını izah etmek ve zamanlarının idrakine belki istikbale de ders vermektir. İsta Risâle-i Nur ve müellif merhum Said Nursî Hazretleri de bu zamanda bütün ömrünü sarf ederek meydana getirdiği eserleriyle, hizmetleriyle, gayret ve faaliyetiyle Din-i islâmın hakikatını ders vermiş; ilan ve isbat etmiş; o âlî, dinî, kudsî hakikatları bulunduğu asrın fehmine, idrakine ve anlayış kabiliyetine göre izah etmiştir.

Yahu! Şu 130 küsur eserlerin mevzuu nedir? Neyi beyân ve isbat ediyorlar? Tedkik edildi mi? İşte bak, hep iman-ı billahdan, vahdâniyet-i İlâhiyyenin isbatından, Risâlet-i Muhammediyenin hakkaniyetinden, haşir ve kıyametin tahakkukundan, şu kâinat ve insanın ve zamanın mahiyetinden, Kur’an âyetlerinin manalarından, tecelliyât-ı İlâhiyyeden bahis değiller mi? Şu muaraza etmek isteyen bir kısım sathî nazarlı insanlar neden okumuyorlar? Okumadan hüküm yürütüyorlar. İhtisâs sahibi olmadan din hakkında müctehid gibi meseleler ileri sürüyorlar.

Evet Nur talebeleri gayet muvâziyâne hareketle memleket ve milletin saadetini kendi saadeti gibi tellakki edip ve esasen rızây-ı İlâhîyi esas maksad ve gaye kabul ettikleri için, dünyevî en büyük makam ve menfaatlerdeki neferâtta küçük ve ehemmiyetsiz olan yüksek himmet sahibi ulvî fedakârlık timsâli mü’min kardeşlerdir. Bu zamanda dünyanın bu acib devresinde asla onlardan tevehhüm etmek değil, bilakis idârece, hükümetçe, devletçe teşvik ve mu’âvenet ile Risâle-i Nurun neşrinde, Nur derslerinin tedrisinde, hizmetin inkişâfında yardım etmek lazım geliyor. Yoksa en zecrî tedbirler ve en acı muâmeleler ve daimî tarassud, takibât gibi hazin mu’âmelelerin onları gücendirmek neticesinde şer kuvvetlerin ve menfi cereyânların ümit edilmedik darbeleri ve acıklı hareketleri yol bulup gelebilir.

Biz bütün varlığımızla inanıyoruz ve isbat etmek de istiyoruz ki, dünyanın direği Kur’an ve İslâmiyettir. Merhum Üstadımızın Mahkemede ifade ettikleri gibi;

Kur’an-ı Hakîm bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir. Eğer el’iyazü billah, Kur’an küre-i arzın başından çıksa, arz divane olacak, akıldan boş kalan kafasını bir seyyareye çarpması, bir kıyamet kopmasına sebeb olması akıldan uzak değildir. Evet Kur’an arşı ferş ile bağlamış bir zincir, bir hablullahtır. Cazibe-i umumiyeden ziyade, zemini muhafaza ediyor. İşte bu Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hakikî ve kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur; bu asırda bu vatanda bu millete, yirmi seneden beri tesirini göstermiş büyük bir nimet-i İlahiye ve sönmez bir mu’cize-i Kur’aniyedir. Hükûmet ona ilişmek ve talebelerini ondan ürkütüp vazgeçirmek değil, belki himaye etmek ve okunmasına teşvik etmek gerektir.[8]

Hazret-i Üstadın son dersinde ihtar ettiği mühim hakikatlerden birisi de şudur ki, bu zamanda dinsiz ehl-i dalâlet ve onların körü körüne iftirâ ve isnadlarına kapılan bazı biçareler, Hazret-i Üstadın Risâle-i Nur ile yaptığı ve kâinatı çınlatan ve dünyayı ışıklandıracak kabiliyette olan hizmet-i Kur’aniye ve imaniyesini perdelemek için bir siyaset ve dünyevî bir maksad manasını vermek istiyorlar. Halbuki, bütün hâdiseler, bu isnadı esası ile red ve tekzib ediyor. Bu hususu ehemmiyetle tebârüz ettirmek isteriz. Taa anlaşılsın ki, Risâle-i Nur aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Kur’an aleyhinde, İslâmiyet ve iman aleyhinde bulunmaktır. Ve Nur talebelerinin meşgalelerine ve hizmetlerine mâni’ olmak, Kur’anın nurlarına ve iman hakikatlarına sed çekmek hükmündedir ki, neticesi hüsrân-ı ebedîdir. Titremek lâzım.

Komunizmin dünyayı tehdit ve Kur’an aleyhindeki menfi cereyânların hareket ettikleri bir devirde, hiçbir menfaat gözetmeden sırf Hakk rızası için ve vatandaşlarına hizmet etmek gayesiyle en kudsî ve ulvî bir vazife-i insaniyeyi yapmak azmini gösteren Müslümanlara mürteci, gerici ve sâire gibi ithamlarla hücum edip mâni olmak isteyen düşünsün ki, netice itibariyle ne kadar hazîn bir derekeye yuvarlanıyor. Allah’ın nuru sözmez ve söndürülmez.

Biz bir şahsın fikriyatının nâşiri değiliz ve bir kimsenin meddâhı da değiliz. Elhamdülillahi Rabbil-Âlemîn inâyet-i ilâhiyye ve rahmet-i sübhâniyye ile biz âcizler, ezelî, ebedî Hak Dinin nuruyla necât bulan, saâdetini onun dersinde gören ve enbiyâ ve evliyâların ve kahraman şehidlerin hayatlarını uğruna vakf ettikleri bir hakikatın arkasında ve etrâfında bulunuyoruz. Bizim reisimiz Fahr-i Âlem (a.s.m); Ferman-ı zî şanımız ve rehberimiz Kur’an-ı Hakîmdir; Sünnet-i Peygamberiyedir. Bizim cemâaatimiz ise 1300 seneden beri her asırda 350 milyon mensubu bulunan Âlem-i islâmdır.

Risâle-i Nur ise, Kur’an-ı Mübînin hakikatlarını aksettiren bir eser külliyatıdır; Yirminci Asırda Kur’anın dellâlıdır, ilancısıdır; Kur’an güneşinin lem’aları ve şu’alarıdır.

Bedîüzzaman Said Nursî de Üstadımız, vesile-i saadetimiz, muallim-i ekberimizdir. Bize Nur-u Kur’anı, Nur-u Resûlüllahı ders veren ve hayatını islâmiyetin te’âlîsine vakfeden bir iman hâdimi ve fedakârıdır.

Biz bütün Müslümanlara, bütün dinî kitaplara nihayetsiz bir muhabbetle bağlıyız ve hepsini Kur’anın hakikatları, manaları ve dersleri olarak biliyoruz ve seviyoruz.

Ve Risâle-i Nuru da zamanımızn ihtiyacına muvafık ve anlayışına hitab eden ve Din-i islamı asrın telakkisine göre isbat ve izah eden bir hakikatlı rehber ve bu zamanın bir mürşidi olarak görüyor ve anlıyoruz.

İşte o mu’azzez Üstad ki, hizmet-i imaniyeyi bir başka şeye âlet ithamının zerresi dahi hayatında, efkârında vârid olmamıştır.

İşte yüzbinler delil ve misallerinden şu misâle bakalım:

Birinci Harb-i Umumîde, harp cephesinde, top ve gülleler içinde İşârât’ül-İ’cazı talebesi Molla Habib’e söyleyerek telif etmiş; o müthiş hâdisede hayat-memât meselesi anında Kur’an’ın bir harfinin bir tek nüktesini beyân etmekliği herşeye tercih etmiş. Dinen küçük bir meseleyi, dünyanın en büyük ve azîm hâdisesine tercih ediyor. Böyle bir zat nasıl olur bu muazzam dini dünyaya, siyasete âlet eder? Aslâ ve kat’â…

Ey Müfterîler! Ey din-i Hakkın inkişafına mâni olmak, iman ve Kur’an hakikatlarının neşrine asılsız isnatlarla sed çekmek isteye zavallılar!

Zaman gösterdi ve isbat etti ki, sizin isnad ve ithamınız gayet âdi bahanelerdir. Sizler o bahanalerle Kur’an nurlarına perde çekmek, insanlığın hidayet ve saadetine mâni olmak istiyorsunuz. İşte bu hareketinizle “Hasira’d-Dünyâ vel-Âhirah” ailesine müstahak oldunuz. Çabuk çabuk nedâmet ve istiğfarla Kur’an nurlarına müteveccih olunuz. Doru yolu bulunuz. Acaba hiç düşünmediniz mi ki, başta Merhûm Said Nursî olarak talebeleri acz ve fakr ve yokluk içinde ferâğat-ı nefsi ve fedakârlık ve a’zamî sebat ve metanetle gayretleri ve faaliyetleri ne için idi? Şahsî davaları, hususî menfaatleri, dünyevî makam ve servetler için mi? Hâşâ… Yüzbin defa aslâ…

Hayır Efendiler! Ortada bu eser, bu hizmet, faaliyet, Kur’an-ı hakîmin tereşşuhâtıdır; Nur-u Nübüvvetin tecellileridir ve İslâmiyetin mukaddes tezâhürâtıdır. Bizler, acz, fakr, ksusrumuzla beraber o ilâhî ve manevî güneşe şükran borcumuzu ifaya çalışıyoruz.

Hülasa: Hazret-i Üstad zikrettiği meselelerin kuvvetine işaret ederek Mesnevî-i Nuriye’de diyor:

Çünki benim nefs-i emmarem bu risalenin satvetine dayanamıyarak inkıyada mecbur olduğu gibi, şeytanım da اَيْنَ الْمَفَرُّ (Nereye firar edeyim?) diye bağırdı. Sizin nefis ve şeytanlarınız benim nefis ve şeytanımdan daha âsi, daha tâgi, daha şakî değiller.[9]

Binâenalyh Risâle-i Nur hak ve hakikata dayanan, delil ve hüccete istinâd eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren yüksek bir eserdir. Bütün efkâr-ı âleme ilan edilebilir; her akıl ve fikir sahibini ikna edebilir kıymettedir.

Hal böyle iken bazı tedkiksiz, vukufsuz insanlar, Nur okuyucularının bu kadar muhkem esaslara, hak ve hakikata müstenid alâkalarını ehemmiyetsiz, indî ve vehmî şeylere haml etmekle çürütmek istiyorlar. Heyhât! Ne hazîn bir cür’at ve ne elîm bir davranıştır.

Biz Hazret-i Üstadın kerâmet-i kevniyesinin değil, Kur’an-ı hakîmden aldığı hakikat dersi itibarıyla bütün cihan-ı âleme meydan okuyacak kerâmet-i ilmiyesinin hayranıyız. Bir kardeşimizin mahkemede dediği gibi, tahsil hayatı üç aydan başka asla mevcud olmadığı halde, bu kadar feyz-i ilim neşreden ve ilminin hârikaları ile en müntehâ mesâil-i âliyede en yüksek mütefekkirleri dahi hayrette bırakacak bir mantık ulviyeti ibrâz eden ve hayatının yarısından sonra öğrendiği bir lisanda bu kadar câzibedâr bir tarz-ı beyan ve sürükleyici bir belâğat izhâr eden ve gayet feyyâz bir aşk ve heyecan terennüm eden ve bir deryay-ı iman ve bir hazine-i tevhid ve bir umman-ı hikmet halinde coşan bir ikinci Bedîüzzaman gösterebilir misiniz? Fânî zevâhirin âlâyişine ednâ bir meyil, bir iltifat göstermeyen ve en küçük bir menfaat ve lezzete tenezzül etmeyen, kimseden bir şey beklemeyen ve dilenmeyen ve kendisine arz edilenleri kabul etmeyen; iffet ve istikametinin en âlî örneklerini yaşatarak sâbırâne, mütehammilâne her nevi mahrumiyetlere göğüs germek suretiyle kendini hakikata ve envâr-ı Kur’aniye ve ma’ârif-i Ahmediyenin ızhârına vakfeden; memleket ve milletin ıztırâbâtı karşısında pür-rahm ü şefkat ağlayan; kendine yapılan bunca ihanetlere rağmen etrafındakilerin saadetleri için hizmetinden asla vazgeçmeyen; ihtiyarlığına ve bî-kesliğine bakmayarak insanları gayyây-ı cehl girdâbâtı inkârdan kurtarmaya hasbî ve ilâhî bir cehd ile çalışan ve savaşan bir fazilet ve nur âbidesini Üstad addetmekliğimiz çok mu görüyorsunuz?

Kendisinin bu arz edilen kerâmet-i ilmiyesiyle beraber sırf ahlak ölçülerinin kaybolduğu böyle bir devirde gösterdiği bu misilsiz ferâğat ve istiğnâ ve şaheseri ismet ve istikamet dolayısıyla yine bir ünmûzec-i kemal ve timsâl-i fazilet olan tanıtmaya ve iktidâ eylemeğe şâyândır. İşte biz Bedîüzzaman’a ve eserlerine bu gözle bakıyoruz.

Bir zamanlar Merhûm Sevgili Üstadımız Emniyet Umum Müdürlüğüne gönderdiği bir istid’âsında ifade etmişlerdi ki:

Size kat’iyyen haber veriyorum ki ve kat’î delil ve hüccetlerle isbat ederim ki, pek yakın bir zamanda bu memleket ve bu memlektin hükümeti, Risâle-i Nur gibi eserlere şiddetle muhtaç olacak; haysiyetini ve şerfini ve hâkimiyetini ve tarihî mefharâtını onun ibrâzı ile gösterecektir.

Binler selam ve selâmetler…

Not: Bu mektubun yazılmasından bir müddet sonra açıkça göründü ki, senelerden beri Risâle-i Nura ve talebelerine ilişmek, hizmet-i imaniyeye Nurun muhterem müellifinin mâni olmak, pek büyük bir hata; bu millet ve memleketin can damarı hükmünde oan kudsî râbıtalarını korparmak manasını taşıyordu. Ve Risâle-i Nurun muhterem müellifinin yarım asırdan beri azîm tehlikesini haber verdiği anarşilik zehirinin doğru olduğu bütün milletçe görüldü, ilan edildi. Demek Risâle-i Nur Külliyâtı, Kur’an-ı Mu’ciz’ül-Beyânın bir mu’cize-i maneviyesi ve Kur’anın elinde bir elmas kılıç veya manevî atom bombası idi ki, Türk Tarihinin son anında korkunç ve elîm dehşetli bir tehlikeden bu memleketi Allah’ın izni, Kur’anın nuruyla muhafazaya çalıştı. Ve Nur talebeleri, Allah’ın rızası yolunda mukaddes vazifelerinden geri durmadılar.

Öyle ise Ey Türk Kardeş! Senin öz bağrından fışkıran ve Türk lisanıyla intişâr eden ve Mu’cize-i Kur’anın nurları ve senin medâr-ı fahrın olan bu hakikatlara bütün varlığınla sarılarak kahraman ecdâdın olan aziz şehid ve velîlerin ulvî hâtıralarını devam ettir ve insanlığın son devresinde Kur’an’ın sadâsını kâinata neşret!

“Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır!”[10]

www.NurNet.org