Kürt meselesine Bediüzzaman gibi bakmak!

Kürt meselesine dair daha 100 yıl öncesinden teşhisler ortaya koyan, problemleri büyük bir samimiyet, isabet ve cesaretle tespit eden, tedavi yollarını tam bir vukufla ortaya koyan âlimlerden biri de Bediüzzaman’dır.

Zira Said Nursî o bölgeden çıkmış, meseleleri ve Doğu insanının özellik ve ihtiyaçlarını yakından bilen bir kanaat önderidir. Hayatı boyunca meselenin çözümü ve bölgenin makûs talihini yenmesi için devrin idarecilerine birçok proje, rapor ve mektup sunmuş, hayatî ikaz ve tavsiyelerde bulunmuştur. Irkçılığa, bölücülüğe ve ayrılıkçı cereyanlara karşı müspet hareket edip yatıştırıcı bir rol oynamıştır. Başlattığı iman ve irşat hizmetleriyle Müslüman Kürtlerin devletten kopmalarını engelleyen, bölünmez bütünlüğümüzü ve Türk-Kürt kardeşliğini sağlayan “hakem/kaynaştırıcı” kişilerin başında o gelmiştir. Dolayısıyla gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin gerekse üzerinde yaşayanların, Said Nursî’ye şükran borcunun olduğu muhakkaktır.

Şurası bir gerçek ki, Türkler ve Kürtlerin muteber referans kabul ettiği Bediüzzaman’ın, kaynağını dinden ve sosyal realitelerden alan teşhis ve reçeteleri anlaşılmadıkça ve sunduğu toplumsal barış ve kardeşlik projesi hakkıyla keşfedilmedikçe, Doğu’nun müzmin sıkıntılarını çözmesi, Türkiye’nin barış ve istikrara, müreffeh geleceğe kavuşması zordur. Bediüzzaman’ın 20. asrın başından beridir İslam kardeşliği, müspet milliyetçilik, ırkçılık, anarşi ve maarif noktasında dile getirdiği görüş, ikaz, teklif ve fiilî çabaları ciddiyetle anlaşılsaydı ve gereği yerine getirilseydi bugün Türkiye’nin ne Kürt meselesi ne de terör meselesi olmayacaktı. Bu meyanda Bediüzzaman’ın görüşleri, meselenin çözümünde kıymet ve geçerliliğini hâlâ koruyan alternatif bir modeldir.

1990’lı yıllarda konuya ilişkin araştırmalar ve makalelerimi, bölgede yaptığım gezi ve gözlemlerimi içeren yazı dizilerimi ve haber dosyalarımı, bu gazetenin sayfalarında paylaşmıştım. 20 yıllık maziye sahip bu çalışmalarımı, 2009’da Nesil Yayınları’ndan çıkan “Kürt Meselesinin Açılımı” kitabımda toparlama imkânı buldum. Eserde, Bediüzzaman’ın Kürt meselesine bakışına, tahlil ve reçetelerine de genişçe yer verdim. Bu münasebetle, bunca yıllık araştırma, birikim ve müşahedelerime dayanarak söyleyebilirim ki, aşağıdaki tespit ve reçeteleriyle, meselenin çözümünde tarafları makul çizgiye çeken hakem şahsiyetlerin başını Said Nursî çekmektedir/çekmelidir:

1. Bediüzzaman, Doğu meselesi, geri kalmışlık ve anarşinin temel sebepleri olarak cehalet, fakirlik ve ayrılığı adres göstermiştir: “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihat edeceğiz.” Özellikle cehalet illeti üzerinde durmuş, köklü tedavisinin maariften geçtiğini dile getirmiştir. Doğu’da kurulacak “Medresetü’z-Zehra” üniversitesi projesini, maarif meselesi ve geri kalmışlığın çözümü olarak sunmuştur. Böylece maarif ve medeniyetin güzellikleri yeniden gelecek, kalkınma istidadı güçlenecek ve Doğu dirilecekti. Bugüne kadar bölücü örgüt ve grupların, bölgedeki cehaletten beslenmesi ve bundan toplumun birlik, beraberlik ve huzurunu bozan binlerce teröristin bitmesi, Bediüzzaman’ı defaatle haklı çıkarmıştır.

2. Said Nursî’nin, 1947’­de dönemin İçişleri Bakanı Hilmi Uran’a gönderdiği mektupta yer verdiği, devleti bekleyen anarşi fitnesinin zuhur etmemesi için alınacak tedbirlerle ilgili ihtarları, dinî-içtimaî birliği korumadaki samimiyet ve duyarlılığının çarpıcı bir delilidir: “Doğrudan doğruya hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeyi tervice (geçerli kılmaya) çalışmazsanız.. kati hüccetlerle ispat ederim ki.. dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet.. küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlup olup, âlem-i İslâm’ın kal’ası ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimaliden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet vereceksiniz… Hakaik-i Kur’aniyeyi, terbiye-i medeniye yerine ikame etmek ve düstur-u hareket yapmakla o cereyan durdurur inşallah.”

Konuyla alakalı başka bir tespiti de şudur: “Bu milletin bazılarının.. dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i katil (öldürücü zehir) hük­münde o dinsizler zarar verecekler. Çünkü mürtedin vicdanı ta­mam bozulduğundan hayat-ı içtimaiyeye zehir olur.”

3. İslâm,toplumun birlik ve beraberliğini bozan, başka topluluklara düşmanlık, zulüm ve hakareti meşru gören ırkçılığı, menfi milliyetçiliği yasaklamıştır. Bunu sıhhatli bir biçimde ortaya koyan âlimlerden biri de Bediüzzaman’dır: “Biz Müslümanlar indimizde din ve milliyet, bizzat müttehiddir… Belki din, milliyetin hayatı ve ruhudur… Hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı, hamiyet-i milliye ona hadim ve kuvvet ve kal’ası olmalı…” “Fikr-i milliyet iki kısımdır. Bir kısmı menfidir… Diğerlerine adavetle devam eder… Şu ise muhasemat ve keşmekeşe sebeptir… Müsbet milliyet.. menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslâmiye’yi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur.”

TürklerleKürtleri binlerce yıldır birbirine bağlayan en önemli bağ din kardeşliğidir. Said Nursî “İçtimai Reçeteler”de, iki kardeş topluluğun İslamiyet ortak paydasında ittifak ve uhuvvet bağlarını güçlendirip kader birliği etmekten başka çarelerinin olmadığına şöyle temas etmiştir: “Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti… İttifakta kuvvet var. İttihadda hayat var. Uhuvvette saadet var. İtaat-i hükümette selamet var.”

5. Bediüz­za­man’a göre ayrılıkçı hareketlerin tesir ve kalıntılarının yok edilmesi için manevî bağların ve dinî değerlerin kuvvetlendirilmesi hayatidir: “Şarkta herhalde; millet, vatan maslahatı namına ulum-i diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türk’e ha­kiki kardeşliğini hissetmeyecek.”

6. Nursî’nin nazarında ihtilafın giderilmesi için muhabbeti hâkim kılmak zaruridir: “Biz muhabbet kahramanlarıyız, husumete vaktimiz yoktur.” Korku, baskı ve şiddet ile birlik ve dayanışma sağlanamaz: “Maddi tazyikler, ehl-i meslek ve fikre galebe etmediği gibi daha ziyade nifak ve tefrika vermez mi?” Fertlere kanunların tarafsız uygulanması ve imtiyazlı muamele yapılmaması gerekir: “Kuvvet kanunda olmalı.” Partizanlık ve tarafgirlik tehlikelidir: “Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa o cinayete şerik sayılmaz.”

7. Bediüz­za­manmillî birlik-beraberliği pekiştirmek için din, mefkûre, mukaddesat, ümmet ve vatan birlikteliğinin ön plana çıkarılması gerektiğini savunur: “Heyet-i içtimaiye-i İslâmiye, büyük bir ordudur, kabâil (kabileler) ve tavâife (taifelere) inkisam edilmiş (bölünmüş). Fakat bin­ bir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir, bir.. binler kadar bir, bir… İşte bu kadar bir birler; uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar… Tenâkür (birbirini tanımamak) için değil, tahâsum (düşmanlık) için değildir!..”

İsmail Çolak / Zaman

Yazının Orjinali İçin : http://www.zaman.com.tr/yorum/kurt-meselesine-bediuzzaman-gibi-bakmak/2009212.html