Lezzet’in Arkeolojisi

Arkeoloji toprağın katmanlarında yatan medeniyetleri araştırır.

Anadolu’da üst üste sekiz belki dokuz medeniyet katmanı olduğu söyleniyor. Ne kadar derine inilirse o kadar farklı medeniyetlerle karşılaşılır. Manaların da böyle katmanları vardır, Bediüzzaman kelimeleri katmanlarına göre kullanıyor, herkes kazı yapma, düşünme ve zekâsı oranında manalara iniyor ve ulviyat ile meşgul oluyor.

HELAL DAİRESİ GENİŞ

    Bediüzzaman başımızın belası olan lezzet-insan ilişkilerini eserlerinde yer yer anlatır. Onun etrafında bir kâmil insan portresi oluşturur. Gayr-ı meşru lezzetler, insana çizilen meşru lezzet sınırlarını aştığı için, her zaman sınır bekçileri, sınırı aşan şahsı rahatsız eder. Allah sınırlara riayeti telkin ediyor, “sizin için hayır vardır” diyor. İnsanın manevi yapısı sınırlara göre huzurunu korur, bütün huzursuzlukların kaynağında sınırların aşılması vardır. Bediüzzaman, “helal dairesi geniştir keyfe kâfi gelir” diyor. Yani insanların keyfi de nazar-ı itibara alınmış, ama helalin geniş dairesinde. Bazen helal diye aşırı gitmek, haram olarak tavsif edilmemişse de insan eğer helaldeki aşırılığından dolayı rahatsız olmuşsa, o da haramdır. Birçok insan masumane helaldeki sınırı aştığı için, başına bir sürü musibet gelmiştir.

     Bediüzzaman gayr-ı meşru lezzetlere uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağını söyler. Böyle bir diken yok, ama yasak zevkler dikenlidir. “Arz sefinesi süratle yürürken, dünyanın gayr-ı meşru lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağı düşünülsün. Binaenaleyh o zehirli dünya oklarına bakıp el uzatma, firakın elemi, telaki lezzetinden ağırdır.” (Mesnevi, 107)

   Uzatılan eller ve dünya oklarına bakma ironik olarak kullanılmış. İnsanın maneviyatı onun tesettürüdür, göz kapakları da onun örtüsü. Lezzetlere iki şekilde ulaşılır; bakarak ve elle dokunarak. Ne kadar derin bir yorum düzeni.

    Bediüzzaman lezzet ile saadet arasındaki ilişkiyi sorgular.

    Freud şairlerin kendinden önce insan ruhunun derinliklerini yakaladıklarını, bu yüzden onları kıskandığını söyler.

    Ya Bediüzzaman’ı  görseydi ne derdi? Shakespeare’e hayran olan on altı yaşında onun külliyatını bitiren bu adam Bediüzzaman’ın görse ne derdi? Bütün psikologlara, psikopatologlara, psikanalistlere gerçekten Bediüzzaman okumayı tavsiye ediyorum, bakın nasıl insan ruhunu, faaliyet alanları ile tahlil ediyor, önce şapka çıkarın sonra sırasıyla…

“Biri de dünyanın lezzetleridir. Bu ise kısmete bağlıdır. Talebinde kalâka düşer. Sürat-i zevali itibariyle aklı başında olan onları kalbine alıp kıymet vermez.” Lezzet severliği hedonizm olarak tavsif etmişler, lezzet iptilası ruhsal bozukluk ve obeziteyi getirir.

DÜNYANIN EN ZOR İŞİ  LEZZETLERİ TERK

     Dünyanın en önemli derdi, zenginler yiye yiye ölüyor, fakirler açlıktan. Aklı başında olan lezzetleri takip etmez diyor, ne akıl ölçüsü değil mi?

   Demek lezzet iptilası delilik gibi bir şey. Kalbine almak lezzetleri nasıl etkileyici bir imaj. Kalbine almak. Kelime o kadar büyük ki altında kalır insanın hazlar dünyası.
Her hâl ü kârda lezzetleri terk etmeyi örgütler.

   Herkese geçerli bir reçete.

     “Dünyanın akıbeti ne olursa olsun, lezaizi terk etmek evladır.

   Çünkü akıbetin ya saadettir, saadet ise şu fani lezaizin terkiyle olur.”

   Lezzetlerin arkasından koşar insan. Bir saadet perisi gibi arkasından çeker götürür insanı. Yalancı bir ışıkla aydınlanmış sanır insan kendini bir lezzetin arkasından giderken, ama lezzeti gasp edince yalancı ışığın arkasını yanmış bir kömür birikintisi olarak görür.

   Dünyanın en zor işidir lezzetleri terk etmek. Onun yüzünden kaybettiklerimizi görseydik, onun yüzünden kazandıklarımızı görseydik. İşte büyük insanlar lezzetler ile nasıl kavgalı, adeta en büyük düşmanları görmüşler. “Vahşi şu lokmamı teberrüken ye, Üstadım o zaten bir lokma idi, üçte birini bile yememişsin.” Bize bütün manevi hazları veren bu adamın lezzetler karşısındaki tutumudur. Lezzetler karşısında eriyen kişiliğimiz, lezzetler karşısında dağlar gibi Bediüzzaman.

    “Veya şekavettir. Ölüm ve idam intizarında bulunan bir adam sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi?

   Dünyasının akıbetini küfür saikasıyla adem-i mutlak olduğunu tevehhüm eden adam için de terk-i lezaiz evladır. Çünkü o lezaizin zevaliyle vukua gelen hususi ve mukayyet ademlerden adem-i mutlakın elim elemleri her dakika hissediliyor. Bu gibi lezzetler o elemlere galebe edemez.” (Mesnevi, 117)

HAKİKAT BİR KÖŞEDE AĞLIYOR

    İdam edilecek adamın sehpası süslenirken, adam mutlu olur mu? Ne örnek ama, ülfet balını almış götürmüş, bu dünya bizim idam sehpamız, süslediğimiz evler ve odalar, vücudumuz sehpanın süsü değil mi? Hakikatlerle aramızdaki mesafe doğruculuk ile yalancılık sınırları. Herkes kendini ne kadar yalancı olduğunu bilir. Zaman zaman kendine “yalancısın yalancı” derse ne zarar eder?

    Hakikatlerle aramıza makam lezzetleri, mide lezzetleri girdi, zavallı hakikat bir köşede ağlıyor. Kim duyar, kim işitir? Yerler sağır, gökler sağır, işin yoksa durma bağır. Allah’a görünmenin hazzını dünya ihtişamının görüntüsü aldı. Çarpılmış çarpıtılmış mutluluk.

   “Dört şey için dünyayı kesben değil, kalben terk etmek evladır.

1 -Dünyanın ömrü kısa olup süratle zeval ve guruba gider. Zevalin elemi ile visalin lezzeti, zeval buluyor.” İki zevalden zevkli olan hangisi? “Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer. Lezzeti nispetinde elemi de vardır.”

     Lezzetleri zehirli bal gibi görmek ne kadar zor iş!

       Emma yasak lezzetlere koştu, sonra da eczanedeki zehire. Onu zehire koşturan yasak lezzetleri idi.   Anna da öyle değil mi?

   Ya Halit Ziya’nın kahramanı, ya Jülyen hep bu lezzet ile aralarındaki mesafeyi ayarlayamamaktan değil mi?

   Ya Hz. Yusuf bir an meyil ile yedi yıl hapis. Her yasak meyle yedi yıl hapis.        Lukas “roman günahtan doğdu” derken doğru söyler.

    Flober, Stendhal, Tolstoy, Halit Ziya, asıl hayatın romanı Kur’an da gizli. Flober de kim? Stendhal nerede? Ama biz o büyük kitabı hapsettik, cicili bicili muhafazalarda, raflarda, cami dolaplarında o da bizi hapsetti çirkef dünyamıza.

SERÇE KUŞU VE İNSAN

    “Seni intizar etmekte ve senin de süratle ona doğru gitmekte olduğun  k  a  b i r   dünyanın zinetli lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünkü dünya ehlince güzel addedilen şey orada çirkindir.

     Düşmanlar ve haşarat-ı muzırra arasında  bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki muvazene, kabir ile dünya arasındaki aynı muvazenedir. Maahaza  Cenab-ı Hak da bir saatlik lezzeti terk etmeye davet ediyor ki senelerce dostlarınla beraber rahat edesin. Öyle ise kayıtlı ve kelepçeli olarak sevk edilmezden evvel Allah’ın davetine icabet et.

    Fesuphanallah  Cenab-ı Hakkın insanlara fazl ü keremi o kadar büyüktür ki insana vedia olarak verdiği malı, büyük bir semeni ile insandan satın alır, ibka ve himaye eder. Eğer insan o malı temellük edip Allah’a satmazsa büyük bir belaya düşer. Çünkü o malı uhdesine almış oluyor. Hâlbuki kudreti taahhüde kâfi gelmiyor. Çünkü arkasına alırsa beli kırılır, eliyle tutarsa kaçar tutulmaz. En nihayet meccanen fena olur gider, yalnız günahları miras kalır.” (Mesnevi, 122)

     Muzır haşereler ve düşmanlar arasında alınan lezzet, işte hayat! Kabir sonrası dostlar meclisi, tam ters dönmüş hakikat elimizde. Ya nefsine satacak insan varlığını ya da Allah’a. Birinin karşılığı esef, diğerinin karşılığı lütuf.

Dikkat büyük bir mana geliyor: “Ve keza insanın hayat-ı hayvaniyeden aldığı lezzet bir serçe kuşunun lezzeti kadar değildir. Çünkü insanda hüzün, keder korku var onda yoktur.” (Mesnevi, 214)

    Yorumsuz bir cümle. Her serçeyi gördüğünde hatırlasana!

Ebedi bir lezzeti almayı anlatır:

    “Aklı başında olan insan ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak ihtiyarlık şafağı kulaklarının üstünde tulu etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar ölümün keşif kollarıdır. Maahaza ebedi ömrün önündedir. O ömr-i bakide göreceğin rahat ve  l e z  z  e t   ancak bu fani ömürde say ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-i bakiden haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan.” (Mesnevi, 127)

RUHLARIMIZI İNŞA EDEN KELİMELER

   Çalışmaya ne kadar özendiriyor, ebedi saadet buradaki uhrevi çalışmaya bağlı. İşte sahabe, işte Asr-ı Saadet ve Bediüzzaman! Köprünün altında suyun içinde yaralı yine ders yapar, at sırtında savaşır yine eser yazar. Ölümcül hasta yine eser yazar, Elhüccetü’z-Zehra. Bediüzzaman’dan tembellik dersi alınmaz.

Bizim lezzetlerimizi “gaflet gölgesinde, şek cephesinde” alınan lezzetlere benzetir. Mahiyeti ve sonucu düşünülmeden alınan lezzetler, Cehennemi bir azaba dönüşecektir. Lezzetin yerine ikame edilecek lezzetler neler? Rükû ve sücud ve âyâta tefekkür. (Mesnevi, 143) Bunlar yoksa yahut bunların ciddi örnekleri yoksa dünyevi lezzetlerin akrebinden kurtulmak imkânsız. Seyret, tanı âlemi, seyret nimetleri, ibadete koş. Nimetin cazibesi, ibadetin cazibesine dönüşüyor.

Bediüzzaman, nefsimizi, bizi lezzetlerin kaynağını sevmeye iten sebepleri irdeler. “Ve keza seni nefsini sevmeye sevk eden esbap:

1-      Bütün lezzetlerin mahzeni nefistir.
Vücudun merkezi ve menfaatin madeni nefistir.
İnsana en karib/yakın nefistir diyorsun. Pekâlâ, Fakat o fani lezzetlere mukabil lezaiz-i bakiyeyi veren Halik’ı daha ziyade ubudiyetle sevmek lazım değil midir?

  Nefis vücuda  merkez olduğundan muhabbete layık ise, o vücudu icad eden ve o vücudun Kayyumu olan Halik daha fazla muhabbete ubudiyete müstahak olmaz mı?

   Nefsin maden-i menfaat ve en yakın olduğu sebeb-i muhabbet olursa bütün hayırlar, rızıklar elinde bulunan ve  o nefsi yaratan Nafi, Baki ve daha karib olan daha ziyade muhabbete layık değil midir? Binaenaleyh bütün mevcudata inkısam eden muhabbetleri cem ve muhabbetin ile beraber  mahbub-ı hakiki olan Fatır-ı Hakim’e ihda etmek lazımdır.” (Mesnevi, 206)

 Bir kelimeyi tahlil ederken hiç tekrara düşmeyen ve her yönünü mülahaza eden bir yazar. Ruhlarımızı inşa eden kelimeler….

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: