Madem o kadar zekisin niye mutlu değilsin?

Raj Raghunathan adlı yazar neden mutlu değiliz diye bir soru soruyor ve yaptığı araştırmalarla birlikte sebepleri ele alarak tavsiyelerde bulunduğu bir kitap yazmış. Kendisine bu faydalı bilgilerden dolayı teşekkür ediyoruz. El sazıyla bizim türkülerimiz söylenmiyormuş gerçekten, sorunlara iman gözlüğü ile bakılmayınca çözümlerde yeterli olamıyor. Yazar kitabında karşınıza bir cin çıksa üç dilek dileyin dese ne istersiniz sorusuna verilen cevapların Birinci dileğin çok para, ikinci dileğin, çok büyük bir başarı ve beraberinde getirdikleri ün, güç ve saygınlık, üçüncü dileğin ise, özellikle aile ve dostlarla ilişkiler olduğunu söylüyor. İnsanlar cinden neden mutluluk dilemiyor?

Tahkiki iman sahibi şuurlu bir Müslüman böyle bir soruya şöyle cevap verirdi. Ben ellerimi Allah’dan başkasına açmam ve ondan iman selameti isterim, rızasını kazanmayı isterim cennetini cemalini görmeyi isterim, ayrıca Müslüman yaratıcısından her daim ne muradı varsa ister öyle şişeden cin çıkmasını filan beklemez. Müslüman’a göre insan Allah’ı bilmek tanımak ve ona muhabbet etmekle mutlu olur.

Bediüzzaman Hazretleri “Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.” Buyurmuştur. İnsan bu fani ve perişan dünyada yaratıcısını koruyucusunu, nimetleri vereni bulmazsa çaresiz başıboş biri olur.

Onu tanısa, bilse rahmetinin dergâhına el açsa, kapısını çalsa, kudretine itimat etse, dayansa bu fani perişan dünya bir ziyaretgâha, ziyafetgaha döner. Onu tanıyan biri var, onu bilen biri var, her derdine her duasına cevap veren biri var, her düşmanından onu koruyan biri var ,ondan öyle bir kuvvet alır ki bütün hüzünlerden elemlerden kurtulur sevinçli neşeli biri olur.

Yazar Kitabında, daha üstün olmak insanı mutlu etse de üstünlük peşinde koşmak mutluluk seviyesini düşürüyor. Ya da daha teknik bir ifadeyle, kişinin mevcut statüsünün kontrolünde, üstünlük ihtiyacı ne kadar yüksekse mutluluk o kadar düşük oluyor. Başkalarına kıyasla ne kadar varlıklı, ünlü, güçlü ya da çekici olduğunuza bakılmaksızın üstünlük için ne kadar çabalarsanız o kadar daha az mutlu olacağınız anlamına geliyor. Yüksek kazancın getirdiği psikolojik itiş hızla azalır ve kişi benzerini yaşamak için yeni bir artışa gereksinir.

Materyalizmin mutluluğu düşürmesinin başka bir nedeni de benmerkezciliği teşvik ederek şefkati azaltması, başkalarının materyalist kişilerle işbirliği kurma olasılığını düşürerek uzun vadede onları daha az mutlu kılmasıdır. Belki de şefkat duygusunun azalması sonucu materyalist insanlar para, güç ve ün uğruna gerçekten sevinç ve mutluluk getirecek-arkadaşlar ve aileyle zaman geçirme, topluma katkıda bulunma gibi- şeylerden ödün vermeye daha eğilimlidir. Diyor.

Peygamberimiz(sav)1444 yıl önce hadisi şerifinde “hepiniz tarağın dişleri gibi eşitsiniz “ buyurmuştur üstünlüğün takvada yani ahirette kendisine zarar verecek şeylerden uzaklaşıp Allah’a yaklaşmasıdır böyle olursanız üstün olursunuz bunun dışında ırkınız, makamınız zenginliğiniz sizi başkalarına karşı üstün kılmaz. Buyurmuştur.

Bediüzzaman Hazretleri “insanların ilk yaratılışlarında ibadete istidatlı ve takvaya kabiliyetli olarak yaratıldıklarını ve ibadetin kemali olan takvanın kuvveden fiile çıkarılmasının lâzım olduğunu” ve “hilkat-i beşerdeki hikmetin takva olduğunu ve takvanın da en büyük mertebe olduğunu söylüyor. 

Give and Take kitabının yazarı Adam Grant’e göre üstünlük peşinde koşanlar “alıcı” olma eğilimi gösterir. Alıcılar ise pek sevilmez. Birçok araştırmada alıcıların vericilerden daha az mutlu olduğunun ortaya çıkmış olması şaşırtıcı değil. Sadaka ve zekât müessesinin önemi ve zekâtın farz olmasın hikmeti ancak bu kadar güzel ifade edilebirdi.

Bediüzzaman Said Nursî’nin zekâtı, her şahıs için sebeb-i bereket ve belaların defi olarak değerlendirmesi oldukça manidardır. Zekâtı vermeyenin elinden bir zekât kadar mal gideceğini anlatan Üstad, şöyle der: “Ya lüzumsuz yerlere verecektir ya bir musibet gelip alacaktır.” Buyuruyor. Zekât Mülkiyeti belli ölçüler içinde fakir ile zengin arasında bölüştürür. Zekât, bir nevi sosyal güvenlik ve içtimaî sigortadır, Modern sosyal sigorta fikrinin ilk temeli 1941 yılında atılmıştır. İngiltere ile A.B.D. temsilcileri 1941 yılında Atlantik andlaşması için toplanmışlar, bu toplantıda ferdler için sosyal sigorta teşkilâtının kurulmasını karara bağlamışlardır. Halbuki İslâmiyet bunu zekât müessesesi ile 1444 yıl önceden vaz’etmiştir.

Zekât, toplumda zengin ile fakir arasındaki uçurumları, farklılaşmaları ortadan kaldırır. Sınıflar arası mesafeyi yaklaştırır ve orta sınıfın teşekkülünü sağlar. Toplumda orta halli vatandaşların artması, piyasada rahatlık meydana getirir. Mal sadece bir sınıfın inhisarında kalmaktan kurtularak fakirlerin de satın alma güçleri artar. Sırf zenginler değil, geniş bir halk kitlesi de cem’iyet içinde sıkılmadan zarurî ihtiyaçlarını te’min ederek yaşayabilme imkânına kavuşur. Malın sadece zenginler elinde dolaşan bir servet olması, âyet-i kerîmeyle yasaklanmıştır. Bu da zekât yoluyla te’min edilir.

Zenginde fakire karşı sevgi, şefkat, merhamet duyguları gelişir. Fakirde ise zengine karşı itâat, hürmet, işinde titizlik hisleri inkişaf eder. Kıskançlık, düşmanlık, hased duyguları törpülenir, hattâ tamamen yok olur. Eğer zenginler fakirlerin ihtiyaçlarını gidermezlerse, şiddetli ihtiyaç ve geçim sıkıntısı, onları Müslümanlığa düşman kimselerin cebhesine katılmaya veya hırsızlık, yol kesme, adam öldürme gibi kötülükleri yapmaya sevkeder. Zekât, yatırıma açılan bir kapı ve büyük bir kalkınma hamlesidir.

Tarihteki ihtilâller ve kanlı hareketler, hep bu mücadelenin, yani “senin var, benim yok” kavgasının birer şekilde zuhurudur. İslâmiyet bu ezelî mücadeleyi yatıştırmak üzere bir taraftan zekât, sadaka ve vakıf müesseselerini kurmuş; bir taraftan da, ferdlere sabır, kanaat ve kadere rıza ahlâk ve terbiyesi vermiştir. Bu terbiye ve ahlâk ile bezenmiş mü’minler arasında, ne servet gururu, ne de fakirlik kıskançlığı görülmüştür.

Zira yardım vasıtası, zekâttır. İnsanların hey’et-i içtimaiyesinde intizam ve âsâyişi te’min eden köprü, zekâttır. Âlem-i beşerde hayat-ı içtimaiyenin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilâllerden, ihtilâflardan meydana gelen felâketlerin tiryâkı, ilâcı muavenettir. Evet, zekâtın vücûbu ve ribanın hürmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet vardır. Evet, eğer tarihî bir nazarla sahîfe-i âleme bakacak olursan ve o sahifeyi lekelendiren beşerin mesâvisine, hatâlarına dikkat edersen, hey’et-i içtimaiyede görünen ihtilâller, fesadlar ve bütün ahlâk-ı rezîlenin iki kelimeden doğduğunu görürsün: Birisi: “Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne.” İkincisi: “Sen zahmetler içinde boğul ki, ben ni’metler ve lezzetler içinde rahat edeyim.”

Âlem-i insaniyeti zelzelelere mâruz bırakmakla yıkılmağa yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekâttır.

Arkadaş! Hey’et-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havâs kısmı, avâmdan; zengin kısmı, fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı te’min eden zekât ve muavenettir. Halbuki vücûb-u zekât ile hürmet-i ribâya müracaat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-yı rahîm kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itâat, muhabbet yerine ihtilâl sadâları, hased bağırtıları, kin ve nefret vâveylaları yükselir. Kezalik; yüksek tabakadan yukarı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor. Maalesef, tabaka-i havâstaki meziyetler, tevâzu’ ve terahhuma sebeb iken, tekebbür ve gurura bâis oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik; ihsan ve merhameti mûcib iken, esaret ve sefaleti intâc ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şâhid istersen âlem-i medeniyete bak, istediğin kadar şâhidler mevcuttur.

Yazar;Bulgular başkalarının sizden ne kadar daha iyi ya da kötü olduğuna dikkatinizi ne kadar az verirseniz o ölçüde daha mutlu olacağınızı gösteriyor. Ya da tersinden ifade edersek, kendinizi başkalarıyla ne kadar kıyaslarsanız o kadar daha az mutlu olacaksınız.Diyor.

Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:“Ey ümmetim, dünyalık bakımından sizden aşağı derecede olanlara bakın, dünyada sizden üstün olanlara bakmayınız. Bunu yapmak sizin için çok salim bir yoldur. Çünkü: Böyle düşünmekle hem Allah’ın size verdiği nimetleri hakir görmemiş hem de böyle düşünmekle nimetin kıymetini daha iyi anlamış olursunuz.”

Texas Üniversitesinden Profesör Neff’e göre başarısızlıklarla baş etmenin çok daha iyi bir yolu kendine şefkat adını verdiğini sergilemek. Kendine Şefkat üç unsurdan oluşur: 1. Kendine nezaket, 2. Ortak insanlık, 3. Farkındalık ayrıca Hâlâ yoksa bir hobi edinmek olduğunu söylüyor.

Manasız işler” (mâlâyâni) ile meşgul olan kimse dinimizde makbul sayılmaz, faydasız şeyleri terketmesi bir kimsenin iyi Müslüman olduğunun alâmetlerindendir. Boş vakitler muhakkak dünya ve âhirete faydalı olacak bir işle doldurulmalıdır. Hz. Ömer (r.a.) şöyle derdi: “Ben sizden birisinin ne dünya işi ne de âhiret işiyle meşgul olmaksızın boş vakit geçirmesini hoş karşılamıyorum. Herkes devamlı olarak faydalı bir işle uğraşsın; bir işi bitirdiği zaman başka bir işe başlasın.”.

Araştırmacı John Cacioppo, insanın yalnızlık hissetmesinin depresyondan uykusuzluğa, obezite ve şeker hastalığına bir dizi psikolojik ve fizyolojik hastalığa davetiye çıkaran belki de en büyük faktör olduğunu buldu. İlginç bir şekilde, burada önemli ve mutluluk için anlamlı olan (gerçek değil) algılanan yalnızlıktır.
İlişkide olmak mutluluk için önemliyse kendini yalıtılmış hissetmek de mutluluğun tersi, yani depresyonla ilişkili olmalı

Sözün özü, sevgi ve bağlantı -ya da kimi psikoloğun ifadesiyle aidiyet ihtiyacı- insanlar için önemli olmakla kalmıyor, belirleyici bir önem taşıyor. Bu içgörüden hareketle çoğu kişi “sevgi ve bağlantı mutlu olmada bu kadar önemliyse ne kadar sevgi kapsam kârdır!” sonucuna varabilir. Fakat sevilmek mutluluk için ne kadar önemliyse bu arzunun pesinden koşmak da mutsuzluk ve ıstırabın nedeni zira sağlıklı bir sevgi ve bağlantı arzusu ile sağlıksız bir arzu arasında ince bir çizgi vardır.Diyor

Bu konuya dimiz İslamın bakışı ise şöyle;
Sevgi ve muhabbet kâinatın mayesi ve varlık sebebidir. Ancak her şey ölçülü olmalıdır. Ölçüsüz her şey zararlıdır. Güzellik ölçüdedir. “Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek” de ölçülü ve hak edene olunca güzeldir. Her şey Allah’ın san’atı ve eseri olduğundan Allah için sevilmelidir. Allah için buğz ise Allah’ın âyet-i kübrası ve en mükemmel san’atı olduğu için insana yönelik olmaz. İnsanın kötü olan sıfatlarına ve kötü duygularınadır. Bunun için mü’min acır ve ıslâhına çalışır. Dolayısıyla buğz ve düşmanlık, küfür, şirk ve onlardan kaynaklanan ahlâksız vasıflaradır.

Kitapta yazar;Bir Başarı Kaynağı Olarak Sevgi ve verme gereksinimi. Çoğu insan, özellikle kurumsal ortamlarda, başarılı olmak için etik dışı, acımasız olmak gerektiğini düşünür. Bunun nedeni şefkatin bizi “yumuşattığına,” yumuşaklığın ise rekabetin kıyasıya olduğu iş dünyasında insanlara “gelin beni çiğneyin” demekle eşdeğer olduğuna inanmamızdır. Ancak Give and Take adlı kitabın yazan Adam Grant, etkileyici ölçüde kapsamlı bulgulara dayanarak, iş dünyasında bile en yüksek olasılıkla başarılı olanların nazik ve cömert insanlar olduğunu öne sürüyor. Grant onlara “vericiler” diyor.

Dinimiz İslam;Bir meyveden, meselâ bir portakaldan söz ederken, onun özelliklerinden, taşıdığı vitaminlerden, yetiştiği beldelerden bahsedip de onun bir İlâhî eser ve insanlara bir ihsan, bir lütuf olduğundan hiç söz etmemek, Yani, onu müstakil bir varlık olarak düşünüp, yaratıcısını hiç nazara almamak hatalı bakıştır. “mana-yı ismiyle” bir bakıştır. 

O portakalın insana faydalı bir rızık olduğunu, bunu ise şuursuz ağacın bilip yapamayacağı, şeklinden, kokusundan, renginden taşıdığı zengin C vitaminine kadar her şeyiyle insana göre yaratılan bu meyveyi, Allah’ın Rezzak isminin bir tecellisi olarak seyretmek ise mana-yı harfiyle bir bakıştır. Yani, o meyve bir harf olarak Rezzak isminin anlaşılmasına yardım etmekte, insanlara o İlâhî ismi hatırlatmakla onları düşünmeye ve şükre davet etmektedir. 

Çünkü, Cenâb-ı Hakk’ın masivasına (yani kâinata ve içindekilere) mana-yı harfiyle ve Onun hesabına bakmak lâzımdır. Mana-yı ismiyle ve esbab hesabına bakmak hatadır. 
Allah’ın eseri olan bu varlıkları O’ndan hiç söz etmeden anlatmak tarafsızlık değil, gaflet yahut inkar hesabına bir taraflı anlatımdır. Meselâ, Selimiye Camiinde sergilenen mimarî dehayı nazarlara verirken, Sinan’dan hiç söz etmemek tarafsızlık değil, o büyük mimarı nazarlardan saklamaya dönük “taraflı ve kasıtlı” bir bilgilendirme olur.Diyor.
Raj Raghunathan;

Şu dikkat çekici bulguyu ele alın.Daha fazla kazananlar şaşırtıcı olmayan bir şekilde bir miktar daha cömert olmakla birlikte daha cömert olanlar kayda değer ölçüde daha fazla kazanıyor.
Bir araştırmasında otuz bin üzerinde Amerikalıyı analiz etmiş ve fazladan kazanılan her 1 Dolara karşılık bağışların 14 sent (ya da yüzde 14) artış gösterdiğini görmüş. Diğer birçok kaynaktan elde edilen kanıtlar vericilerin kariyerlerinde “alıcılardan” daha başarılı olma eğilimi olduğunu gösteriyor.Diyor. 
“Sadaka verenin rızkı artar Vallahi, sadaka vermekle mal eksilmez.”
Az da olsa sadaka verin. Parayı saklayıp vermeyene, Allah da ihsanını keser.”
“ Sadaka vererek rızkınızı bollaştırın Sadaka malı çoğaltır.”
Hadisi şeriflerdende göründüğü üzere dinimiz İslam 1444 yıl önce bunu öğütlemiş.
Raj Raghunathan
Sağlıklı bir yaşam biçimi üç ana unsurdan oluşur:1.) Doğru beslenme, 2.) Daha fazla hareket, 3.) Uyku,diyor.
Müslümanlar oruç tutarak günde beş vakit namaz kılarak yaşam biçimini şekillendirmiştir.
Hele beş vakit namazın gün içerisinde muayyen zamanlara tahsisi çok manidardır.
Yina yazar;Kötü beslenmenin ne olduğu konusunda hemen herkes hemfikir. Çok fazla işlenmiş konserve ya da ambalajlanmış gıda tüketmek,şeker ve karbonhidrat gibi bedenin kolayca ayrıştırdığı şeyler yemek,yeterince sebze ve meyve yememek,çok fazla kötü yağ trans ve doymuş yağ-tüketmek.
Çok fazla kötü yağ tüketenlerin eşleriyle kavga etme olasılığının daha yüksek olduğunu gösteren bir araştırma var.
Bulgular günde altı saatten fazla oturmanın, bu erken ölüm olasılığını yükselttiğinden kendinize yapabileceğiniz en kötü şey olduğunu söylüyor. Çok sayıda araştırmaya göre oturmak kalp krizi riski açısından sigara kadar kötü. Hareketsizliğin bütün dünyada sigara içmekten daha fazla can aldığını gösteren bir inceleme var.
British Columbia Üniversitesinden ekonomist John Helliwell yıllardır güven ve mutluluk arasındaki ilişkiyi araştırıyor. Elde ettiği bulgular güvenin ülkelerin mutluluğunun en önemli unsurlarından biri olabileceğini düşündürüyor.
Danimarka ve Norveç’te -dünyanın en mutlu iki ülkesi- yüzde 65’e yakın bir oranda vatandaş, ülkelerinde çoğu insana güven olacağına inanırken başkalarına bir şekilde peşinen- güvenilir olup olmadıklarından emin olmadan önce-güvenmeyi başarırsak karşılıklı güven oluşturabileceğimizi düşündürüyor. Yani başkalarına peşinen güvensiziz çünkü evrim açısından bakıldığında spontan olarak güven duymayanların hayatta kalma olasılığı diğerlerininkinden daha yüksek.Başkalarına güvende ilk adımı atarak karşılıklı güven tesis ederdik, bu da her birimizin mutluluğunu artırırdı.
Milyon Dolarlık soru şu: İnsanların peşinen daha fazla güven duymasını nasıl sağlarız?
John Helliwell’in güven konusundaki araştırmaların ortaya çıkardığı en önemli konulardan biri olarak gördüğü bir husus, insanların inandığımızdan çok daha güvenilir olduğudur,pek az insan daima güvenilir ya da güvenilmezdir. Bulgular sadece yüzde 5’in tümüyle güvenilmez olduğunu gösteriyor.
Sözgelimi din ve ruhsallık alanındaki bulgular hayata karşı spritüel bir tavır benimseyenlerin diğerlerinden daha mutlu bir yaşam sürdüğünü göstermektedir.
Görünen o ki mutlu ve doyumlu bir yasamın reçetesi yalnızca bir “kazan-kazan” değil, “kazan-kazan-kazan-kazan” çözümü. Bu çözüm kişisel düzlemde mutluluğu, başarı şansını ve özgeciliği artırmasından başka toplumsal düzlemde anlamlı üretkenliği de artıracak.
“Mutluluk reçetesi bir kazan-kazan-kazan-kazan çözümü sunmaktaysa nasıl oluyor da bunu bilen pek yok?” diyebilirler. “Neden bu reçete tutmamış? İnsanlar neden ateşli maddi varlık, güç ve ün peşinden hararetle koşmaya devam ediyor? Neden özgecilik ve vericiliğin daha fazla kanıtını görmüyoruz?” Bu geçerli ve yıllarca benim de boğuştuğum bir soru.
Gelişmiş ülkelerde yaşayan ortalama insanın hayat standardı geçmişte krallarla kraliçelere bile nasip olandan çok daha iyi. “Bugün, yarım yüzyıl önce en tepedeki yüzde 5’in sahip olduğu maddi konfor içinde yaşadığınız söylenebilir!
“Herkesin gelişmesine yetecek alan var”diyor.

Yazılan tüm bunlara bakarak şunu rahatlıkla ifade edebiliriz.
Hadsiz ihtiyacı olan hadsiz düşmanları olan insan dayanacak bir şey arıyor, bütün ihtiyaçlarını karşılayacak ve onu düşmanlarından koruyacak birini arıyor ,dahası kendisini Yaradanını arıyor, Malikinin kim olduğunu görmek istiyor, ona irtica edip bu vahşetten, bu hüzünlerden, bu elemlerden ,bu firaklardan, bu boğuşmalardan ,bu ayrılıklardan kurtulup sevinci, huzuru, mutluluğu istiyor.
“La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah” diyen başka şeylere müracaat edip yorulmaz ,onlara tenezzül edip boyun eğmez, onların arkasına düşüp zahmet çekmez.
Allah’ı bulan neyi kaybeder ve Onu kaybeden neyi kazanır.
MUTLULUK ZEKA DEĞİL İMAN İŞİDİR.

Çetin KILIÇ

Kaynaklar:
Risalei Nur Külliyatı
Sorularla İslamiyet
Madem o kadar zekisin niye mutlu değilsin