Hz. Mevlânâ’nın «Fiyhi mâ fîh» inde belirtdiği veçhile:
«toprağa hangi tohum atılırki toprak onu bize tekrar vermez».
Bioloji ilmini Hak ışığı altında dolaşan, bu cümlenin sırrını cemâdât, hayvanât ve nebatat’da aynel yakin bulur. Bu yazımızla mahşer sırrını yine Garb metodlarîle çözerek müstehzi münkirin dudağına çarpacağız.
Bu sayımızda dâvayı sırf fizik penceresinden müşahede edecek, gelecek sayımızda da metafizik analizleri toparlayacağız.
Natürel bilgilerin hayat hakkında son görüşleri şu cümlelerle ifâde olunabilir: Hayâtın ilk ana cüz’ü hücredir ve câmid moleküllerin suda eriyip iyonize olmasından meydana gelmiştir. Hayatî kimyanın pek yalan zamanlarda vardığı bu sır:
Ayet-i kerîmesinde en öz şekilde ışıklanmış değil midir ?..
Hücrelerin en İnce mimarîsi insanda, Prof. Scmvartz’ın dediği gibi: (Bu hücrelerin mânâ ahengi içinde dizilişinin ifâdesidir). Bu ahengin tam analizi Sûre-i Rahmanda en veciz şekilde ifâde edilmişdir.
Demek hayat, câmid cisimlerin bu âhenginden ibâretdir.. Ve ölüm bu ahengin başka mimarîsi.. O halde birçok ilim mürtecîlerinin sandığı gibi, hayat, rastlanması güç bir tesadüfün eseri değil; bilakis stabil kimyasına rağmen, dinamik bir ahengin ifadesidir.
Bu ifâdeyi bir kaç misâlle açıklayalım: Kimyaca terkibi mâlum olan yaprağın yeşil klorofili fen adamlarınca suni olarak yapıldı; fakat canlı (tabii) klorofil gibi Güneş ziyasından istifâde edemedi, yâni câmid kaldı.
Spencer gibi bir çok ilim adamlarım, Hücre Ruhunu kabule mecbur tutan melkuh yumurtanın nesli meydana getirişi, misâlimizin en canlı delilidir. Şöyleki: Yumurta hücresi, rahim içinde veya dışında hiç bir tesirle husule getireceği neslin îmar işinde, velevki bir benin mevkiinde değişiklik yapacak kadar olsun, şaşırt ilam az. Çünki mânâ ahengi dizilişini ihtiva eder [1].
Demek canlı olabilme, kimya hassalarından ziyâde cüzüler arasındaki bir sevgi sitesinin senboludur.
Diğer tarafdan son senelerde işaretli moleküllerle yapılan tecrübeler göstermişdir ki: hücre özü olan protoplazmada, gıda yolu ile alman azot, oksijen v.s. muayyen bir müddet sonra yerlerini yenisine terk ederek vücûtden atılırlar. Yâni hücre her hafta bir yenilenme mahşeri içindedir. Demek hayat İçin kimyevî maddeler bir kerpicin Süleymâniyedeki rolü gibidir. Bütün şu ilmî kaidelerden çıkan netice şudur: Hayat, maddenin anâsırından ziyâde diziliş ahenginin ifadesidir. Bu oluş ve dağılış, büyük yaratıcı Rabbülâlemîn‘in tecelli titreşiminden ibâretdir.
Bir kemik parçasına bakıp, bunu canlı olacak dememek, bu gün fenni bir cehâletdir; o kemik, ahengi bozulmuş bir molekül yığını değil midir? Ve hiç bir kimya değişikliğine ihtiyâç kalmadan bu ahengin düzenlenmesi, bir tecelliye vâbestedir.
Buraya kadar yazımızla isbat etdik ki: öldükten sonra dirilebiliriz. Allah (C. C.) istediği an bu ahengi var veya yok edebilir.
Şimdi daha mühim bir hakikati belirteceğiz. Bu da yeniden dirilmenin muhakkak meydana geleceğine dâir fenni delillerdir.
Astronomi ve jeoloji ilimleri bize gösteriyor ki, Arz için bir son, mecburidir. Ancak eski ilim adamlarının iddiaları, «Bir yılda çarpması, havanın donması» tatmin edici değildir. Atom ve enerjiye ait yakin sırların çözülmeğe başladığı bu yıllarda, kıyamete dâir en uygun tahmin şudur: Atom, dolayısiyle madde muvâzenesinin madde aleyhine çözülmesi, Arzın sonunu ifâde edecektir ki; Kur’ân’ın belitdiği kıyametle tam izah olunabilir. Ayrıca : «Din gücünün maliki» fermanının mutlak hükümlerinden biri olan kıyametin, Rabbülâlemînin vasıtasız tecellîsîle meydana geleceği keyfiyetini açıklar. İşte mahşer, Allâhın Arz enerjisinde vasıtasız olarak yenileme emrinden ibâretdir.
Bu enerji istifasında yeni ve taze atomların meydana geleceği kat’î bir fizik kaidesidir. Atomların bâ husus taze atomların, affinite şimik, ve iyonlaşmaya koşuş halleile, yukarıda işaretli atom tecrübelerinde anlatdığımız veçhile, taze atomların canlılık düzenine uyuşdaki elverişli şart, hele çok yüksek enerji karşısında protoplazma ve hücrenin teşkil edilebileceği keyfiyeti bize en beliğ ifâdesîle hayât ahenginin o gün muhakkak husulünü gerçekleştiriyor.
Vitamin üzerindeki hazım teorilerüe, vücûde ağızdan giren bâzı protein maddelerinin midede parçalanıp tekrar karaciğerde yapılışı hakikati gösteriyor ki: molekül ve atomlarda mübalâğalı tarlfile bir hafıza, alışkanlık mevcûtdür.
Şu halde o gün enerji ve maddenin dehşetler gününde, birçok taze atom, bizim beden mimarimizi yeniden dokuyacak, gelecek sayıda mevcudiyetini ilmen göstereceğimiz emr âleminin zaman ötesindeki nakşı olan rûh, bu oluş âhengini canlılık vasfîle süsleyecekdir. Karbon yerine, azot yerine denildiği zaman, o ufalan, hattâ zahiren yok olan kemik taze ağaç dalı gibi yeşerecekdir.
ÖLDÜKDEN SONRA DİRİLECEĞİZ EFENDİLER!…
RUHUN EBEDÎLİĞİ VE BA’Sİ
Bugünün Hak görüşlü ilim adamları, Ruh hakkında iki dalâl görüsünün sırât-ı müştekimini aramaktadır. Evvelâ dalâl fırkalarının başında gelen mücerret maddecileri madde, madde tahsil ederek İnsan bedeninin de, hücre ötesinde bir mânânın mevcudiyetini isbat edelim:
1 — İnkârcı biyoloji ilim adamları, Ruhu inkâr ederken maddenin ötesinde, başka hiçbir mevcuda ihtiyaç kalmaksızın, bütün beşer melekelerini izah edebileceklerini iddia etdiler. Kendilerine ipucu olarak da insan beyninin, bütün insanlık hasletlerini idare edebilecek yapıda olduğunu ileri sürdüler. Uzun incelemeler sonunda en ince noktasına kadar tesbit etdikleri beyin haritaları, bu münkirleri utandırdı. Gerek beyin hastalıklarında, gerekse bu hastalıklardan ölenlerin otopsilerinde yapılan çalışmalara dayanan ve tam bir ilmî kat’iyet ifâde eden bu beyin haritaları göstermişdirki beynin her noktasının vazifesi temâmen malûm olduğu hâlde korku, ümid, gurur gibi bir takım hissi mefhûmlara tefekkür, akıl, hayâl gibi insanlara insanlık vasfını merkezleştiren bir takım melekeler, beynin hiçbir tarafına yerleştirilememektedir.
2 — Daha mühim olarak cem’iyet ve insanı birbirine bağlayan bir takım ahlâki hasletlerimiz ve bu hasletlerin hastalık şeklinde eksikliğine müptelâ olan caniler, hırsızlar, anormal şehvetperesler, öldüklerinde yapılan beyin tedkiklerinde hiçbir anormal değişiklik göstermemişlerdir.
3 — Son yirmi yıl içerisinde beynin elektrik grafikleri üzerindeki tedkiklerde, akıl, tasavvur, zekâ, cesaret ve ahlâki umdeler babında, normal insanla bu melekeleri eksik veya çok anormal ihtiva eden kimselerin grafik çizgilerinde hiçbir tebeddülat göstermemizdir.
Tam hakkaniyetle hüküm veren bir biyoloji âliminin bu vaziyet karşısında kabul edeceği müsbet karar şu olacakdır:
İnsan bedeninde beyin ve hücreden mâdâ bir mânâ cevheri yardır.
Bu hüküm mecburi bir ilim kaidesi olduğu hâlde, şu suâl hatıra geliyor: Bu karar her ağızdan niçin ilân edilmiyor? Bunun sebebini şöyle cevablandırıyoruz. Yukarıda bahsetdiğimiz iki dalâl gurubundan biri de Garbın Ruha inanan zümresinin Ruh hakkındaki yanlış tasavvurudur. İşte ilim adamları yukarıdaki hak’kı teslim edince bedene girip çıkan, gözle görünmeyen; fakat tasavvurda tecessüm ettirilmiş bir gölge gibi Ruh anlamını ikrar mecburiyetinde kalmakdan korkuyorlar.
Eğer her ilmin özünü ihtiva eden Kur’ânın Ruh hakkındaki hükmü onlarca anlaşılmış olsaydı, bu hakkı teslim etmekden çekinmiyeceklerdi.
Şimdi Kur’ân ve onun rahmetini yer yüzüne saçan Kâinatın Fahr-ı Efendimizin Ruh hakkındaki hükümlerini kısa bir şekilde inceleyelim.
«RUH EMR ALEMİNDENDİR»
Bu hüküm müsbet görüşe o kadar uyar ki onun üzerinde münakaşa dahi boş olur.
İslamların Ruh hakkındaki görüşlerini. Kuran ve Hadîs mânâsına sadık kalarak şu misâlle izah edeceğiz:
İnsan bedeni ve maddesi, bir radyo cihazı gibidir. İnsan beyni de bu cihazın elektrik tesisatıdır. Asıl radyoya, verici cihazda konuşan spiker, nasıl hassasını veriyorsa; Büyük Yaratıcı ALLAH (C.C.) verici radyo ile âleme hitap ediyor, insan alıcı radyo cihazı, sinir sistemi ve beyin; alıcı radyoyu isleten elektrik radyo dalgalan da Rûhdur. İnsana insan vasfını veren Ruh olduğu gibi, radyoya radyo vasfı veren bu dalgalardır. Zahiren radyo, madde cihâzile elektrik ceryânından ibaret sayılır. Halbuki mütekellimi Ehad konuşmadığı müddetçe radyo temâmen câmitdir. Esasen büyük İslâm sôfiyeleri Ruhun ebedîliği, ancak ALLAH’a izâfetendir buyurmuşlardır.
Bundan 1300 sene evvel Ruh emr âlemindendir, pırlanta sözünü, bu güne kadar madde göz ve kulağı idrâk edemiyordu. Şu radyo misâli bize gösteriyor ki, spikeri konuşan (Emre teallûk eden) radyo, radyodur.
Okuyucularımıza bu babda tereddûd bırakmamak için sôfiyenin Vahdet, Enelhak sırlarını ifşa edişi anlarının zevkini bu misâle sığdırmağa çalışacağız. Elest meclisinde âleme hitaba başlayan, kâinatın benzeri bulunmayan tek spikeri, Kün Emrlie bütün alıcı radyolara yolladığı ve RAHMAN evsâfının titreşiminden ibaret bulunan Ruh hal indeki dalgalan, bu alıcılara ulaşınca; bütün diğer varlıklara bu radyo sesinin önünde Secde edin buyurdu. Mantıkçı şeytan bir demir parçası gibi radyonun konuştuğunu görünce spikeri görmiyerek bu da kim oluyor dedi..
Vâhdet işte, Şeyhi Ekber Hazretleri Spikeri gördü ve bütün radyolardan çıkan seslerin tek ses olduğunu sezdi; onun için Füsûsunda (Müessir ile Müessirinfîh) vücûdu vahitden ibâretdir. Bu isneyn radyo cihazının kinim as ile Vâhit olur) buyurdu. Onun için Hazreti Mevlânâ:(Benliğin, saman çöpü gibi olan bedenin kalkınca, âlem nuruna kavuşur) buyurdu.
Hallacı Mansûr: Radyosuz spikeri dinledi de radyo yokdur yalnız spiker vardır buyurdu.
İşte mahşerde Ruhun bedene ba’sini, Kur’ândan başka hiçbir rötuş fikrine kapılmadan islâm şöyle kabul eder: Mukarrer olan gün gelince, Kâinatın tek spikeri ALLAH (C.C) tekrar hitâb edecek yıllarca camit kalmış radyo cihazı da tekrar ses verecekdir. Neşriyatı bitdi diye radyo yarın bir daha konuşmayacak demek ne ise, Emr âleminin ihtizâzatı olan Ruh ayrıldı diye bu beden dirilmiyecekdir demek aynî cehlin daha eşeddidir.
Âlemlerin Fahr-i Ebedîsi, Elest meclisinde ALLAH (C.C) ın ilan etdiği aşk nâmelerinin 14 asır evvel Cebeli – Hıra da başlayan plâkdaki aksinden ibaret bu plak, milyonlarca nüsha olarak tab edilmiş ve Kuran halinde bizlere devrolmuş. Ne büyük müjdeki, O büyük meclisin tazeleneceğini bize müjdeliyor. Mü’minlere mahşer, aşk sohbetinin tekrar ihyâsıdır. Onu seven aşkla, zevkle, iştiyakla MAHŞERÎ bekliyor.
1 . Mutasyon bu tezi çürütmez; zira isti’dadı değiştirmez yok eder. Esasen biolojik olarak da olur.
Onkolog Dr. Haluk Nurbaki – İslamın Nuru Dergisi (1952)
nurbakimektebi.com