Mana Sultanlarından dünya sultanlarına…

Sultan her şeyden önce hür insan demektir. Sultan, padişah, hükümdar, başkan, idareci anlamlarında da kullanılmaktadır.  Halkı tarafından sevilen Sultan, nefsin kötü arzularından, benlik bağından, şeytanın tuzağından, menfaatlerin ağından, rüşvetten, zenginliğin, iktidarın kötüye kullanılmasından kendini kurtaran ve muhafaza eden ve adaletle hükmeden kişidir.

Şanlı tarihimizde dünya sultanlarının adaletli ve merhametli  bir yönetim oluşturmalarını sağlamak amacıyla mana sultanları tarafından siyasî, ahlaki ve dinî içerikli mektuplar ve eserler kaleme alınmıştır. Yazılan bu eserlere siyasetname deniliyor. Siyasetnameler, dönemin sultan ve devlet adamlarına,  devlet idaresinde nasıl hareket etmeleri gerektiğini bildiren tavsiyelerde bulunuyorlar.

İşte bu eserlerden biri de, İslam aleminin tanınmış meşhur uleması Huccetü’l-İslam İmam Gazali’nin [rahmetullahi aleyh] siyasetnamesidir. Asıl adı et-Tibru’l-Mesbûk fî Nasîhati’l-Mülûk olan ve eserleri arasında tema olarak farklı bir yere sahip bu eserini Gazali, zamanın Selçuklu hükümdarı, Sultan Melikşah’a yazar.
Kısa alıntılar yaptığımız eserinde Gazali, Melikşah’a şu tavsiyelerde bulunuyor.

“Ey sultan! Liderliğin kıymetini biliniz. Onun tehlikelerini öğreniniz. Çünkü liderlik büyük bir nimettir. Eğer onu hakkıyla yerine getirirseniz, kendisinden sonra başka mutluluk düşünülemeyen bir saadete ulaşırsınız. Şayet onun hakkını yerine getirmeyip zulümden geri durmazsanız, kendisinden sonra ancak kafirliğin olabileceği bir bedbahtlığa düşersiniz.

Ey sultan! Dünya sultanlığı nihayet Doğu ile Batı arasında malik olmaktan ibaret olup, insanoğlunun ömür müddeti de en çok yüz senedir. Cennet sultanlığı ise o kadar geniştir, ona kıyasla bütün dünya bir toz zerreciğidir.

Ey sultan! Bu ebedi sultanlığı malik olmak, bütün cihan halkı için güç ise de Doğunun Sultanı için güç değil, kolaydır. Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır: “Bir günlük adalet icrası, altmış yıl ibadetten üstündür” mademki Allah diğerlerinin altmış yılda kazanabileceğini senin bir günde kazanman için eline vasıta ve sebep vermiş, bundan daha büyük bir devlet ve başarı olur mu?
Ey sultan! Şunu bil: Adil olmanız aklınızın kemalini gösterir. Aklın kemali; her şeyi asıl haliyle olduğu gibi görmeniz, işin içindeki gizli hakikati bilmeniz, onun dışıyla aldanmamanızdır. Eğer idaredeki amacınız başınıza süslü taçlar takmak ise, bu durumda siz, kadın tabiatlı birisiniz demektir. Çünkü süslenmek ve güzel elbiseler içinde keyfetmek kadınların işidir.

Ey sultan’ Unutma ki sen, her şeyinle Yüce Yaratıcının yarattığı ve bütünüyle O’na ait bir kulsun. Hizmetçin senin mecazen kölendir; sen ise Rabb’inin gerçek manada kölesisin. Öyleyse hizmetçin tarafından sana nasıl davranılmasını istiyorsan, sen de asıl sahibine öyle davran. Perşembeden başlayarak Cuma ile birlikte oruç tutarsan güzel olur. Cuma günü sabah erken kalk, gusül abdesti al, ibadet elbiseni giy, giydiğin elbise şu üç vasfı taşısın, helal maldan olsun, saf ipek olmasın, kendisiyle namazın caiz olacağı şekilde temiz olsun.

Sabah namazını cemaatle kıl. Güneş doğana kadar konuşma, yüzünü kıbleden çevirme, tesbihini eline al bin defa kelime-i tevhid zikri çek. Tahtında iken veya yalnız kaldığında çokça salavat getir. O günde mümkün olduğu kadar sadaka ver.

Haftanın Cuma gününü bu şekilde Yüce Allah’a ayır ki bu, diğer günlerdeki günahlarını temizlesin.
Ey sultan! İçine düştüğün her işte ve başına gelen her durumda kendinin halktan biri, senden başkasının da lider olduğunu düşün! Kendin için razı olmadığın şeylere, her hangi bir Müslüman için de razı olma! Kendin için razı olmadığın şeyleri, onlar için hoş görürsen, halkına ihanet etmiş ve emrin altındakileri aldatmış olursun.
Ey Sultan! Şunu bil ve kesin olarak anla ki, Allah insanoğlundan iki grubu seçkin yaratmıştır: Peygamberler ve devlet adamları. Allah (c.c) peygamberleri delil yani Kur’an ve sünnet ile beraber göndererek, kendisine ibadet edilmesi emrinin tebliği ve ona ulaşan yolları göstermesi için göndermiştir. Devlet başkanlarını ise; insanların birbirlerine olan düşmanlıklarını önlemek ve kendinden bir hikmet ile onların maslahatlarını ve ihtiyaçlarını karşılamak hususunda bir yardımcı olarak göndermiş, toplumun gemini onların eline vermiştir…”[1]

İmam Gazali eserinde bir sultanda mutlaka bulunması gereken hak, adalet, dürüstlük ve liyakat gibi ahlaki faziletler üzerinde çok fazla durmuş. Bu ve benzeri ölçülere uymayanların, dünya ve ahirette karşılaşacakları kötü akıbet, hüsran ve cehennem azabı gibi manevi müeyyidelerle karşılaşacağını bildirmiştir.

Bugün devlet başkanlarına nasihat eden mana sultanlarına ihtiyaç vardır. Bugün dünya sultanlarının yardımcıları, danışmanları var. Hiç olmazsa dünya sultanları programlarına yardımcılarıyla, danışmanlarıyla birlikte mana sultanlarının yazdığı eserleri, siyasetnameleri okumayı almalıdırlar. Böylece yanlışlarını görme, eksiklilerini tamamlama,  adaletle hükmetme kararlılıklarını gösterirler.

************
Ahir zaman insanının dertlerine deva olarak aradığı Kur’an yorumunu, en mükemmel şekliyle Risale-i Nur’larda bulmak mümkündür. Çağımızın manevî hastalıklarını isabetle teşhis eden Bediüzzaman, “Zaman iman kurtarmak zamanıdır” formülü çerçevesinde kaleme aldığı Risale-i Nur’larda, bu zamanın manevî ihtiyaçlarına tatminkar cevaplar veren bir iman hazinesini ortaya koymuştur

Risale-i Nur’ların en önemli özelliği iman hakikatlarını anlatması yanında, diğer özelliği de, çağımızın sosyal ve siyasî problemlerine; din ve demokrasi, din ve siyaset, cihad, terör gibi tartışma konularına küresel boyutta ve kalıcı geçerlilik taşıyan ufuk açıcı yorumlarıyla sağlam ve tutarlı çözümler getirmesi; demokrasiyi, hak ve hürriyetleri, sivil toplumu önceleyen ve müspet hareket esasına dayanan orijinal ve örnek bir hizmet metoduna kaynaklık etmesidir.[2] Risale-i Nur’lar bu özeliğiyle de dünya sultanlarına karşı, mana sultanlığı görevini yapmaktadır.

Bediüzzaman, mana sultanı Risale-i Nur eserleriyle Kur’an’ın seslendiği herkese hitap etmiştir. Bediüzzaman’ın günlük politikada partilerden uzak durduğunu, ancak partilere dine, vatana, millete hizmet ettirmek için ikazlarda bulunduğunu görmekteyiz. 1950 öncesi Mustafa Kemal’e, İsmet İnönü’ye, CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a mektuplar göndererek ikazlarda bulunmuştur. Fakat bu ikazlar kulak ardı edilmiştir. 1950 sonrası aynı ikazları Başvekil Adnan Menderes ve hükümetine yapmıştır. Bediüzzaman’ın ikazları günümüz idarecileri içinde geçerlidir.

Bediüzzaman Hazretleri bir yandan Demokratları desteklemiş, diğer yandan da ikazlarıyla onlara Kur’an hakikatlerini hatırlatmaya devam etmiştir. Menderes’e bir mektup yazarak, İslam’ın çok önemli olan ancak günümüz siyasi cereyanları tarafından dikkate alınmayan ve ihmali büyük cinayetlerin işlenmesine sebep olan üç hususa özellikle dikkatini çekmiştir. Bu üç husus gerekçeleriyle uzun bir mektupla Menderes’e gönderilmiştir. Özetini aşağıda veriyoruz.

1- Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mes’ul olamaz” (En’am Suresi, 164. ayet) esası, tarafgirlik ve particilikle ihlal edilmemeli, bu tehlikeye karşı İslam kardeşliği esas alınıp Kur’an’ın söz konusu hükmü dayanak yapılmalı.
2- Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir” şeklindeki Peygamber (sav) emri hayata geçirilmeli, memuriyetin bir hizmetkarlık olduğu şuuru yerleştirilmelidir. Memurluk, hakimiyet ve tahakküm aracı olmamalıdır. Memuriyeti hizmetkarlıktan çıkarıp tahakküme dönüştürmek, kıblesiz namaz kılmaya benzer.
3- Mümin mümine karşı bir binanın kenetlenmiş taşları gibidir” hadisini esas yapıp hariçteki düşmanlara karşı dahildeki adavet unutulmalı, dayanışma sağlanmalıdır. Bu esas göz önüne alınırsa sosyal hayatı sağlam temele oturtmak mümkün olacaktır. [3]

Bediüzzaman’ın devlet idaresinde Menderes’e hatırlattığı hususlar, her zaman geçerlidir.

Asrımızın mana sultanı, “Bu Lem’a (Yirmibirinci Lem’a- İhlas risalesi) lâakal (asgari, en azından) her on beş günde bir defa okunmalı.” diyor. Maddi beklentilerin ön planda tutulduğu, samimi dostlukların bittiği, dünyanın sevgisine, cazibesine kapılıp ebedi alemin unutulduğu, ibadetlerden tat alınmadığı, dalkavukların çoğaldığı, tüm güzelliklerin, iyiliklerin yok olmaya yüz tuttuğu bir vasatta, İhlas Risalesinin neden en az on beş günde bir okunması gerektiği daha iyi anlaşılmaktadır. İhlas risalesi tüm olumsuzluklar karşısında psiko – terapi  yöntemi görevi yapmaktadır. İnsanın karakterini, mizacını eğiterek hayata pozitif bakmayı, manevi yönden dinamik kalmayı, imtihan şuuru içinde yaşamayı, ümit var olmayı sağlamaktadır.

Asrımızın mana sultanı, her on beş günde bir defa okunmalı dediği İhlas risalesinde herkese, dünya sultanlarına şu sözleriyle ders vermeye başlıyor: “Amelinizde rıza-yı İlahi olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir… ” Allah için yapılan işin dünyada ve ahirette bir değeri vardır. Bu niyetle yapılmayan iş faydasızdır, değeri yoktur.  Allah kuluna makam, iktidar  verir, imtihan eder. Allah insana mal mülk verir, kulunu zenginlikle imtihan eder; Fakirlik verir imtihan eder; İlim verir, imtihan eder… Allah verdikleriyle de vermedikleriyle de imtihan ediyor; kulum benim rızamı gözetiyor mu? Diye.

[1] – Gazali, et-Tibru’l-Mesbûk fî Nasîhati’l-Mülûk: Yöneticilere Altın Öğütler, (trc. Hüseyin Okur), 11. Baskı İstanbul, Semerkand, 2011, s. 27-30

[2] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar. İstanbul 2008, s.10

[3] -Risale-i Nur Küliyatı, Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası II, Nesil Basım, İstanbul 1996, s. 1882-1883

Mehmet Abidin Kartal

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: