Manevi Deprem

Nefrin, hezârân nefrin, cehlin yüzüne..[1]

İnkılabat-ı dâhiliyeden ihtizazat, o dağlar ile iskât olunurlar. Zira dağlar yerin mesamatı hükmündedir. Dâhilî bir heyecan olduğu vakit arz dağlar ile teneffüs ettiğinden gazabı ve hiddeti sükûnet bulur. Demek arzın sükûn ve sükûneti dağlar iledir.[2]

Malumdur ki zelzeleler depremler mana-i ismi ile “Tabiattır; bir madenin patlamasıdır..[3]” Dünyanın muhtelif yerlerin de her an nice deprem olmaktadır. Bunlar ilgili kurumca kaydedilip münteşirdir. Zahirde denildiği gibi bir madenin patlaması veya yer değiştirmesidir. Küre-i arzdaki dağlar bir nevi yer ve gökler arasındaki sütunlar, kolonlar ve direkler gibidirler. Gelen zelzele önce bu dağlara gider dağlar bu zelzeleyi teskin edip sakinleştirir. Mesela zelzele 10 şiddetinde geliyor bir dağ onu teskin edip ya geri gönderiyor veya şiddetini 2-3’e düşürüyor. o maddeye emir nereden geliyor. O maddenin ipi kimin elinde?

Acaba o maden istediği yerde otlaması hareket etmesi için ipi başıboş bırakılmış mıdır ki sadece bir madenin arzusuna bağlı olsun.

Eğer bunu kabul edersek o madenin zerratı adedince ilahlar tasavvur etmek düşünmek lazım gelir. Hep diğer maden zerratına hem hâkim hem de mahkum-u mutlak olması lazım gelir ki ancak buna eblehler ihtimâl verirler.

Mana-i Harfi ile; Cenab-ı Hak – yani Allahu Zülcelal –‘ın izni ile bazı hikmetler dahilinde izni ile deprenir veya titrer. Neticesinde ya zelzele ya deprem olur. Bir yerde zina ve ekber-ül kebair çoğalmadıkça deprem olmayacağına dair Rasul-üs Sakaleyn (asv) Ehadis-i Şerifelerde beyan edip izah ettiği Kütüb-ü Hadiseyede mevcuddur isteyen tahkik edebilir.

Bu alem-i şehadet olan Dünyada böyledir. Bunun bize bakan veçhesine bakacak olursak enfüsi yani iç alem batıni alemde ise bunun tezahürü var ve olması elzemdir.

“Bazan bela nâzil oluyor; gelirken karşısına sadaka çıkar, geri çevirir.” Şu hadîsin sırrı gösteriyor ki: Mukadderat, bazı şeraitle vukua gelirken geri kalır..[4]” bir bela musibet gelirken yolda sadakat çıkıp o mesaibi musibetleri geri çevirmesi bir hakikattir. Bu sadaka nedir diye düşündüğümüzde kendisi maddeye hapsedenler sadece nakti veya mal’i bir şey anlar.

Lakin bu sadaka meselesi enfüste öyle değil bazen bir diyet bedel taleb eder. “bazı câmileri kaldırmak için bir mecliste, bir kısım dinsiz meb’uslar çalışmışlar. Aynı vakitte beni tesmim (zehirlendirmesi) ve Hasan Feyzi’nin ölüm hastalığı tesadüfe benzemiyor. Bu üç sû’-i kasd aynı zamanda birbiriyle alâkadar görünüyor. İkisi şimdilik akîm kaldı, birisi bir kahramanı aldı.[5]” bu tezahür edip vuku bulan hadiseden bu anlaşılmakta. Yani bazı bela ve musibetlerin gelmemesi için bazı kimseler diyet olarak vefat etmektedir. Yakın zamanlarda çok iyi hatırlıyorum ki bazı Ehass-ı Has vasfına sahip olan vakıflar, kardeşler trafik kazalarında vefaat etti.

Hem can kaybı hem mal kaybı bir ara o kadar arttı ki artık bu bir bedel ve diyettir. Büyük bir musibet geldi geliyor manevi alemde bir dağ olan eşhas ise o gelen zelzeleyi kendisi teskin etmeye çalışmakta ve bu teskin etme faaliyeti bazen o eşhası sekerata getirmekte. Şiddeti o kadar yüksek ki o dağ gibi olan şahıs param parça oluyor.

“Ben kendi elemlerime tahammül ettim; fakat ehl-i İslâmın eleminden gelen teellümat beni ezdi. Âlem-i İslâma indirilen darbelerin, en evvel kalbime indiğini hissediyorum. Onun için bu kadar ezildim.[6]” müezzin-i ahirzaman Bediülbeyan olan Bediüzzaman bu meselede bu sözü sarf etmekle bize bu meseleden bahsetmekte.

“Hem o musibet hâdisesinden iki gün evvel, Risale-i Nur şakirdlerinden olmayan ve hiç bizimle zihnen meşgul olmayan biri rü’yada görüyor ki: Isparta’nın altındaki ovada çok ormanlar bulunuyor. Kuvvetli bir sel geliyor, bu ormanın çok ağaçlarını deviriyor. Birdenbire bir zelzele-i arz oluyor, Risale-i Nur naşiri, elbisesiyle heybetli bir surette yer yarılıp çıkıyor.[7]” bu rüyanın kendimce bir tahlili Isparta manevi medreset-üz zehranın mücessem halidir. Isparta haricindeki her yer bir ovadır.

Her ferdi bir ağaçtır.

Her bir cemaat ise bir ormandır.

Din-i Mübin-i islama zarar verecek olan her hadise ise bir sel gibidir.

Selin ormandan ağaç yıkması ise has talebelerden bazısı dağ gibi musibeti geri çevirmek için kendisini feda etmekte.

Zelzele olup Naşir-i Nur çıkması ise; bu bertaraf ettikten sonra hakikat-ı İslamiye bir nevi musibetten kurtulmakla hakaik düşman işgalinden kurtulmuş olur.

Hakikatin sancağı iman kalasında dalgalanmaya devam etmektedir. “o cihadda hayr-ı kesîr var ki, İslâm küffarın istilasından kurtulur. Eğer o şerr-i kalil için cihad terkedilse, o vakit hayr-ı kesîr gittikten sonra şerr-i kesîr gelir. O ayn-ı zulümdür.[8]”

“Bugünlerde herkes sıkıntıdan şekva ediyor. Âdeta manevî havanın bozukluğundan, maddî ve umumî bir sıkıntı hastalığını vermiş. Hattâ bana da bir gün sirayet etti. Bizim her derdimize ilâç olan Risale-i Nur ile meşgul olanlarda, o sıkıntı hastalığı ya yok veya pek azdır.[9]”

“şimdiki cereyanların tarafgirane çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlası muhafaza etmek, dinini dünyaya âlet etmemek müşkilleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve tevfik-i İlahiyeye dayanmaktır.[10]”

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

Haşiye – Mehaz

[1] Muhakemat ( 62 )

[2] Muhakemat ( 73 )

[3] Sözler ( 174

[4] Lem’alar ( 103 )

[5] Emirdağ Lahikası-1 ( 191 )

[6] Tarihçe-i Hayat ( 137 )

[7] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 28 )

[8] Mektubat ( 43 )

[9] Kastamonu Lahikası ( 249 )

[10] Tarihçe-i Hayat ( 476 )