Manevî Nefs-İ Emmâre

Düşünen insan yüzünü kapatmış“Çok hayret ediyordum. Hayli zaman sonra, nefs-i emmarenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve a’sab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhı bulunan ve nefs-i emmareyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren, bir manevî nefs-i emmâreyi gördüm.

Kastamonu Lahikası ( 233 )

Evet, hepimiz Daire-i Nuriyeye girmeden evvel az çok Nefs-i Emmarenin izinden ve sözünden yürümekteydik. Lakin Daire-i Nuriyeye dahil olduğumuzda Nefs-i Emmarenin dizginleri gevşemeye ve dizginler okudukça anladıkça yaşadıkça bizlerin eline geçmekte ve bu defa gemlenen Nefs-i Emmare olmakta. Şu da nefs-i emare insana terakki ve tedenni için takılmış olan bir alettir. Nefs-i Emmare dizginlendi terbiye oldu bu defa insan sabit kalacak bunu önlemek ve bu terakki ve tedenni devam etmesi için bir şeyler insanla mücadele etmesi gerekmektedir. Bu defa Maddiyatı teşvif eden ve maddede boğulmak sarhoş olmak haramın ve lezzetin en rezaletini kepazeliğini tatmak isteyen Nefs-i Emmareden kurtulduktan sonra bu mücahede devam etmesi için Manevi Bir Nefs-i Emmare harekete geçiyor.

Bu da çok tehlikelidir. İhtilaflar, rekabetler, kin, garez, nefret, adavet, enaniyet, gurur, kibir.. gibi halet ve hissiyat tezahür etmektedir. Nerede bu nevden sıkıntılar varsa Manevi Nefs-i Emmarenin tezahürüdür. İşte Muhsin-i Hakiki olan Allahım bizlerin terakkiyatı/tedenniyatı için Manevi Nefs-i Emmareyi vermiştir. Bu mevzuya Üstadım Mektubatta;

“..sülûk eden insanlar nefs-i emmareyi öldürmeye muvaffak olamazsa; hevayı terkedip enaniyeti kırmazsa; şükür makamından, fahr makamına düşer.. fahrden gurura sukut eder. Eğer muhabbetten gelen bir incizab ve incizabdan gelen bir nevi sekir beraber bulunsa, “şatahat” namıyla haddinden çok fazla davalar ondan sudûr eder. Hem kendi zarar eder, hem başkasının zararına sebeb olur. Mektubat ( 446 )

 “..ihlas vasıtasıyla, şirk-i hafîden ve riya ve tasannu’ gibi rezailden halâs olmak ve tarîkatın mahiyet-i ameliyesi olan tezkiye-i nefs vasıtasıyla, nefs-i emmarenin ve enaniyetin tehlikelerinden kurtulmaktır. Mektubat ( 456 )

            “Kardeşlerim! Enaniyetin işimizde en tehlikeli ciheti, kıskançlıktır. Eğer sırf lillah için olmazsa, kıskançlık müdahale eder, bozar. Nasılki bir insanın bir eli, bir elini kıskanmaz ve gözü, kulağına hased etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de: Bu heyetimizin şahs-ı manevîsinde herbiriniz bir duygu, bir âza hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilakis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir.

            Bir şey daha kaldı, en tehlikesi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var.

Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enaniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir. Çabuk enaniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da; nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler’in kıymetlerinin tenzilini arzu eder tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. Halbuki bilmecburiye bunu haber veriyorum ki: Bu dürûs-u Kur’aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler’in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünki çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz.

Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde birşey yazsa; soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklidcilik hükmüne geçer. Çünki çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki: Risale-i Nur eczaları, Kur’anın tereşşuhatıdır; bizler, taksim-ül a’mal kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhde edip, o âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz!.. Mektubat ( 426 )

İşte bu Manevi Nefs-i Emmare bu gibi sıkıntılara da sebeb olmaktadır.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan Yozgati

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: