Maraş “Necip Fazıl Sempozyumu” Açılış Konuşması

Necip Fazıl’ı anlamak için onun yaşadığı dönemin şartlarını ve o şartlar içinde ünlü şair ve yazarın içinde bulunduğu durumu hayal etmek gerekir.

Büyük Doğu dergisine köşesinde bir gece vakti yazmakta olduğu yazıyı ertesi gün dergide görecek olan yazarın yazının kendi başına ne tür gaileler açabileceğini düşündüğü muhakkaktır. O mücadele ortamı ve psikolojisi içinde yılmadan yıllarca her zaman hapishaneyi mesken etmeyi hesaba katarak yaşamak işte mücadelenin büyüklüğü ve bugün bizde olmayan ortam. Biz bugün onların mirasını yiyoruz, ünlü şair bir gün arabaya biner cebinde az bir miktar para vardır ve şoföre “beni şu kadar liralık İstanbul’da dolaştır” der.

DAVA ADAMLIĞI ve RUHU

Dava adamı sözü artık söz de kaldı, çünkü dava adamı hassasiyeti ve derinliği yok, “Haykırsam kollarımı makas gibi açarak durun kalabalıklar bu sokak çıkmaz sokak” diyen şairin ruhu bu. Eğer bütün golleri siz atıyorsanız artık maçın tadı tuzu kalmamıştır. Bugün dindarlar, sanki mücadele bitmiş gibi lüksün ve şatafatın, debdebenin saldırısına uğramış ama farkında değil, bu kadar debdebenin içinde dava adamı ruhu nereden kalsın.

Sempozyumda gördüğüm insanlar hepsi soğuk savaş döneminin mücadele ruhu içinde ama artık atı ve silahı elinden alınmış Köroğlu gibi insanlar. Onların heyecanını miras gibi geleceğe taşıyacak gençler yok.

Namık Kemal toplumu devleti ve insanları ayağı kaldırmak için devlet çarkının başındaki insanları tenkid etmeyi büyük oranda gaye edindi sanatına. Ama artık ruhu bozulmuş, atılım yapmaktan uzak toplumu yukarıdan aşağı bir mantık ile kurtarmak mümkün olmadı.

SELAHADDİN EYYUBİ FATİH YAVUZ

O devleti yönetenlere büyük adamları örnek gösterdiği Evrak-ı Perişan’ı yayınladı. Orada Selahattin Eyyübi, Fatih, Yavuz ve Emir Nevruz’u anlattı. Sonuncusu Moğolları Müslüman eden adamdı. Devleti yönetenler bu insanları icraatlarına örnek alacak insanlar mı idi. Ama kâmil bir adamdı Namık Kemal ne yapabilirdi ki başta, haleflere selefleri örnek gösteriyordu. Türkistan Erbab-ı Şebabı gibi ihtilalcı bir teşkilatla Monteskiyo, Volter, Jan Jak Ruso ‘yu örnek alarak yeni bir ruh ortaya çıkarmayı diledi, anlamadı ve anlaşılamadı, adalarda sürgünde emellerinin enkazı üstünde ölüp gitti.

Bolayır’da çok sevdiği Süleyman paşa’nın mezarına ve denize bakan bir yerde berzaha girdi. Mezar taşında
Ölmeden görürsem millette ümid ettiğim feyzi
Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun ben mahzun

Her büyük dava adamı gibi milletinde ümid ettiğini göremedi ve mezar taşındaki gibi mahzun gitti öteye. Yeni bir ruh getirmek isteyip de onu getiremeden ölen ne kadar büyük adam var. Enver Paşa ve daha niceleri.

Tanzimat, Servet-i Fünun ve daha sonra Milli edebiyat dönemleri, 1922 ‘den sonraki edebiyat ortamı göğe bakma durağı olmayan şaşkın seyyahlardan oluşan bir nesil yetiştirdi.

Mukaddes kitap sürekli “ Rabbüssemavati vel ard” imajı ile insanları göğe bakmaya öğütlerken, büyük şair Necip Fazıl hep yere baktı bohem yaşıyordu, sabahı görmeden karanlıkta başlıyor karanlıkta yatıyordu. “Ne sabahı göreyim ne sabah görüneyim, gündüzler sizin olsun verin karanlıkları “ diyor karanlığın melankolisi içinde “ yeryüzünde yalnız benim serseri “ diyordu.

Nebevi nazar insanı bir dakikada değiştirir ve sahabi unvanı ile ortaya çıkarır, medeni ümeme vali ve devlet adamı yapardı. Nebevi ortamdan gelen bir velinin nazarı da onun zincirinde bir değişim derinliğine sahiptir.

Abdülhakim Arvasi şaire bir bakar ve ruhunda en büyük ateşi yakar, karanlıkta kalan ruh birden aydınlığa çıkar. Ve şair mazisini sorgulamaya başlar.

Tam otuz yıl saatim çalışmış ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum

SEMADAN GELEN NUR VE BEREKET

Nasıl bir sızlanmadır değil mi, otuz yıl gökyüzüne uçurtma uçuran çocukların baktığı gibi bakan bir anlayış. Ne kadar var bu çocuktan. Gökyüzü mesajın merkezi oradan kitaplar gelmiş inzal-i kütüp, peygamberler gelmiş irsal-i rüsul, su gelmiş enzele minessema, bereket gelmiş, ışık gelmiş, bilmediğimiz nesnelerin inşasında daha neler neler. Allah “yükallibullahulleyle vennehar, inne fizalike liulil ebsar” diyerek gece ve gündüzün değişimindeki ibretlere bizi bakmayı teşvik ediyor.

Bütün Kur’an ‘ın mesajı bakmak ve düşünmek üzerine kurulmuş.

İnsanlar ikiye ayrılır, bedeninden çıkamayanlar,

başını kaldırıp semaya bakan ve oradan gelecek gelmiş olan mesaja göre yaşayanlar.

Bir de ikisinin arasında kalanlar, bazen aşağı bazen yukarı şaşkınca bakanlar. Marks insan bedenini mabutlaştırır, batı medeniyeti de.

Necip Fazıl bedeni yüzünden çektiği günahları Aynalar şiirinde anlatır.

Aynalar Yolumu Kesti
Aynalar bakmayın yüzüme dik dik
İşte yakalandık kelepçelendik
Çıktınız ummadık anda karşıma
Başımın tokmağı indi başıma
Suratımda her suç ayrı bir imza
Ben mişim kendime en büyük ceza
Ey dipsiz berraklık ulvi mahkeme
Acı hapsettiğin sefil gölgeme
Nur topu günlerin kanına girdim
Kudsi emaneti yedim bitirdim
Doğmaz güneşlere bağlandı vade
Dişlerinde köpek nefsin irade
Günah günah hasat yerinde demet
Merhamet suçumdan aşkın merhamet
Olur mu dünyaya indirsem kepenk
Göz yaşı döksem Nuh Tufanı’na denk?

GÖK YÜZÜNDEN GELEN MESAJ

Necip Fazıl bir evliya nazarı ile karanlık kaldırımlardan başını gök yüzüne kaldırır, ve uçurtma uçuran çocuklar gibi baktığı semadan manalar araştırır. Gökyüzü ve bir etkili bakış şairin dünyasını değiştirir. Çile’de bu değişimi bir otomobil kazasında çarpılmış insan gibi anlatır.

Kaldırımlardan gökyüzüne işte Türk şiirinin yüz yılı aşkın macerası

Necip Fazıl bu macerayı başlatan insan.

Bırak şiir de söz de kalsın yerde

Sen araştır göklere çıkan merdiven nerde?

Göklere çıkan merdiveni araştırmak ironik bir cümle. Bu merdiveni aramak bir neslin dramı ve bulamamak da bir neslin hüsranı!

Necip Fazıl ve Bediüzzaman bir nesli gökyüzüne ve mesaja bakmayı öğreten insanlar biri şiirin romantik ve yerine göre trajik özellikle eleştirel dili ile diğeri de hakikatleri aklın ve mantığın ölçüleri içinde nesle vermek.

Biri” Haykırsam kollarımı makas gibi açarak “diyor diğeri ise

“Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem “diyor.

Necip Fazıl ile ilgili çalışmalar yapılmıyor, yeni yorumlar ile bu yüz üzerinde kitap yapmış şahsa bakılmıyor, yeni neslin kafasında onun ve mücadelesinin hikayesi, trajedisi yok.

Hür Adam filmi çevrildi binbir zahmet ile , Ali Murat Güven” neden Erbakan ve Necip Fazıl’ın filmini çevirmiyoruz.” Diyor.

Bu Önce Maraşlıların sonra Türkiye’nin ve bugün Türkiye’yi idare eden onun hayranlarının aşkı olmalı.

İsraile hürriyet isteyen bir adam Amerika’da ev ev dolaşır ve dolar ister insanlardan vatanı için.

Necip Fazıl için bizim neslin yapacağı ve o idol adamı hafıza ve hayallerde yaşatacak bir değil bircok film olmalı. Yoksa çocuklarımız Amerikan filmlerinin ruhları enkaz haline getiren yıkıntısında kaldılar

Bediüzzaman kendisini ziyarete gelecek olanlardan birinin Necip Fazıl olduğunu duyunca hasırdan başka oturacak şey olmayan yere bir sandalye ister. Onu önemser ve onun mücadele ruhunu takib eder.

Yangına koşan herkese sevgimiz var, bir kova ile bir bardak su ile bir arozöz ile velhasıl kalbimiz kalbi Allah için atanlarla beraber. Kurtar bizi Allah’ım bizi bu darlıktan.

Namık kemal kendisine beş bin lira gönderen hükümete parayı iade eder, Ebuzziya “Kemal bu parayı bir hayır kurumuna ver” “hayır ben onları sevindirmem “ der. Sonra gazete kapatılır ve kendisi sürülür, o bunu dava anlayışına daha uygun bulur, çünkü büyük adamlar satın alınmaz.

Necip Fazıl kendisine elli bin lira rüşvet teklif eden bir başbakana hakaret edecek şekilde konuşur. Ve der ki “ O zaman çocukların altmış üç lira süt borcu vardı. “

Ruhun şad olsun Namık kemal ve Necip Fazıl ve Mustafa Paşanın bir torba altınını reddeden Bediüzzaman.

Bir neslin ruhunu uykudan uyandıran büyük adamlar ruhunuz şad olsun.

Maraş Belediyesi büyük adama borcunu ödüyor, sağ olsun var olsun.

Prof. Dr. Himmet Uç

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: