Medeniyet ve Terakkiyatı Beşeriye

Muhterem kardeşlerim, insanlığın terakki etmesi şartlara bağlıdır. Sesi taşıyabilen atomların kâinatın hava boşluğunda olmasa, ses Amerika’dan kulağımıza nasıl gelirdi? Bu işi yapan insana Allah akıl vermese idi, Akılsız insan onu nasıl yapar idi? Güneşe çekim gücünü  Allah vermese idi dünyamız hava boşluğunda nasır durabilirdi? İnsan yeşil ottan sarı samandan süt yapamazken, inek, deve, keçi, koyun nasıl yapabiliyor? O hayvanlar  insandan daha mı akıllı ? O işi uzaktan kumanda ile hayvanlara Allah yaptırıyor kardeşler. Düşünmeyip ta ön yargılı davrananlara: Akılsız, kör, sağır tabiat yaptığını inandırabilirsin, amaaa: Akıllı insana inandırmaya sakın uğraşma! Çünkü beyhude uğraşmış olursun. Çünkü akıllı dediğim insan nakillere inanmaz. O her şeyin varlığını delile dayandırarak ispatla konuşur. Sakın unutma ki: Fen hakim olduğu bir devirde ispat konuşur. Evet beşerin terakkiyatının ıspatını, Aşağıda o işler Allaın kudreti ile nasıl olduğunu görelim? Bunu başka yazımda Avrupanın 50 aded buluşlarla meşhur Profesörleri nasıl Allahın varlığına inanıyorlar. Onların içinde Albert Ainstein de var. Ve İşaratül-İcazda geçen  diğer 16 Avrupa’nın meşhur Profesörleri ise İslamiyeti ve Peygamberimizi a.s.m.ı nasıl meth ediyorlar görürseniz sizde memnun olursunuz. Onların içinde Alman asıllı Prof Pric Bismark ta var.

-ÂYETLER,TERAKKİYAT-I BEŞERİYEYE, SAN’AT VE FÜNUNA TEŞVİK EDİYOR.       

“Madem enbiyaya dair olan âyetler, şimdiki Terakiyatyat-ı beşeriyenin hârikalarına birer nevi  işaretle beraber, daha ilerideki hududunu çiziyor gibi bir tarz-ı ifadesi var ve madem herbir âyetin müteaddid manalara delaleti muhakkaktır, belki müttefekun aleyhdir ve madem enbiyaya ittiba etmek ve iktida etmeye (uymaya) dair evamir-i mutlaka (Allahın emri) var. öyle ise, şu geçmiş Ăyetlerin maânî-i sarihalarına delaletle beraber, san’at ve fünun-u beşeriyenin mühimlerine işarî bir tarzda delalet, hem teşvik ediliyor  denilebilir.” (s: 265)       

-KUR’AN, NÜZULÜNDE, TERAKİYAT-I İNSANİYEYİ GÖRÜYOR, GÖSTERİYOR.       

“İşte Kur’an, bin üçyüz sene evvel, istikbalin zulümatında müstetir ve gaybî olan semerat ve terakkiyat-ı insaniyeyi görüyor ve gördüğümüzden ve göreceğimızden daha güzel bir surette gösterir. (s: 267)       

        “Demek şu meşhud (görünen) saltanat-ı insaniyet ve terakkiyat-ı beşeriye ve kemalât-ı medeniyet; celb ile değil, galebe ile değil, cidal (çarpışma) ile değil, belki ona  (insana)onun za’fı için teshir edilmiş, onun aczi için ona muavenet” (s: 327)       

“Ben, saadet-i dünyayı ve lezzet-i hayatı ve terakkiyat-ı medeniyeti ve kemal-i san’atı; kendimce, âhireti düşünmemekte ve Allah’ı tanımamakta ve hubb-u dünyada ve hürriyette ve kendine güvenmekte gördüğüm için, insanın ekserisini bu yola şeytanın himmetiyle sevkettim ve ediyorum, şeytanın yolunda olan der.” (s: 632)       

“İşte ey bedbaht ehl-i dalalet ve sefahet! şu dehşetli sukuta karşı ve ezici me’yusiyete (ümitsizliğe) mukabil; hangi tekemmülünüz, hangi fünununuz, hangi kemaliniz, hangi medeniyetiniz, hangi terakkiyatınız karşı gelebilir? (s: 634)       

“Hem dalaletin (sapıklığın) yolunda sâbıkan beyan edildiği gibi esfel-i sâfilîne insanı öyle bir sukut ettiriyor ki; hiçbir medeniyet, hiçbir felsefe ona çare bulamadıkları ve o derin (karanlık)  kuyusundan hiçbir terakkiyat-ı beşeriye, hiçbir kemalât-ı fenniye insanı çıkaramadığı halde, Kur’an-ı hakîm iman ve amel-i sâlih ile o esfel-i sâfilîne sukuttan insanı a’lâ-yı illiyyîne çıkarır ve delail-i kat’iye ile (kesin deliller ile) çıkarmasını isbat ediyor ve o derin kuyuyu terakkiyat-ı maneviyenin basamaklarıyla ve tekemmülât-ı ruhiyenin cihazatıyla dolduruyor.” (s: 636)       

        “Hem bundan evvelki asırlarda, müsbet ilimlerin, yirminci asırdaki kadar terakki etmemiş olduğu malûmunuzdur. şu halde, bu asırda dünyaya yayılmış olan dinsizlik ve maddiyyunluğu kökünden yıkabilmek, hak ve hakikat yolunu gösterip, beşeri sırat-ı müstakime kavuşturmak, imanı kurtarabilmek için, ancak ve ancak Kur’an-ı hakîm’ın bu asra bakan vechesini (yüzünü) keşf edip, umumun müstefid (istifade) olabileceği bir şekilde tefsir edilmesi, elbette bu asırda kabil (imkan) olacaktır.” (s: 752)       

        “Acaba alâkaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz sırf maddî felsefî düsturların taliminde midir? eğer insan bir cesed-i hayvanîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı; belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengî usûl, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaatı verebilirdi. ” (m: 421)       

“Hem tarih şahiddir ki: ehl-i islâm ne vakit dinine tam temessük etmiş (bağlanmış) ise, o zamana nisbeten terakki etmiş. ne vakit salabeti (dine bağlılığı) terketmişse, tedenni etmiş. hristiyanlık ise, bilakistir. bu da, mühim bir fark-ı esasıden neş’et etmiş.” (m: 438) 

        “Eğer idare ve asayişi düşünüyorlarsa; Allah’ı bilmeyen dinsiz on serserinin idaresi ve şerlerini def’etmesi, bin ehl-i diyanetin idaresinden daha müşküldür. eğer terakki yi düşünüyorlarsa; öyle dinsizler idare-i hükûmete muzır oldukları gibi, terakkiye dahi manidirler. terakki ve ticaretin esası olan emniyet ve asayişi kırıyorlar. doğrusu onlar, meslekçe tahribatçıdırlar. dünyada en büyük ahmak odur ki, böyle dinsiz serserilerden terakki ve saadet-i hayatiyeyi beklesin. (m: 438) 

        “Altıncı nota: ey kâfirlerin çokluklarından ve onların bazı hakaik-i imaniyenin inkârındaki ittifaklarından telaşa düşen ve itikadını bozan bîçare insan! bil ki: kıymet ve ehemmiyet, kemmiyette ve aded çokluğunda değil. çünkü insan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılab eder. insan, bazı firenkler ve firenk-meşrebler gibi ihtirasat-ı hayvaniyede terakki ettikçe, daha şiddetli bir hayvaniyet mertebesini alır. sen görüyorsun ki; hayvanatın kemmiyet ve aded itibariyle hadsiz insandan fazladır.” (l: 120)             

         “Şecere-i âlemde, meyl-ül istikmal vardır. yani kâinatın, bir ağaç gibi bütün zerratı ve eczası kemale meyleder ve kemale doğru yürümektedirler. o umumî meyl-ül istikmalden ayrı olarak, insanda da meyl-üt terakki vardır. bu meyl-üt terakki çekirdek gibidir; neşvü neması pek çok tecrübeler vasıtasıyla olur; ve çok fikirlerin mahsulü olan neticelerin içtimaiyle teşekkül ve tevessü’ etmekle fünunu intac eder. bu fünun (fenler) da, mürettebedir. yani her ikinci fen, birincisinin (neticesidir). birincisi olmasa, o olamaz. birincisinin ona mukaddeme (başlangıç) ve ulûm-u mütearife hükmünde olması şarttır. (i: 117)       

“İkincisi: Terakkiyat-ı maddiye için lâzım olan örnekleri nev’-i beşere göstererek, o mu’cizelerin benzerlerini meydana getirmek için nev’-i beşeri teşvik ve teşci’ etmektir. sanki Kur’an-ı kerim, enbiyanın kıssa ve hikâyeleriyle Terakkiyatın esaslarına, temellerine parmakla işaret ederek: “ey beşer! şu gördüğün mu’cizeler, bir takım örnek ve nümunelerdir. telahuk-u efkârınızla (fikirlerin birleişmesi ile) çalışmalarınızla şu örneklerin emsalini yapacaksınız.” diye ihtar etmiştir. evet mazi, istikbalin âyinesidir; istikbalde vücuda gelecek icadlar, mazide kurulan esas ve temeller üzerine bina edilir. evet şu terakkiyat-ı hazıra tamamıyla dinlerden alınan işaretlerden, vecizelerden hasıl olan ilhamlar üzerine vücuda gelmişlerdir. (i: 207)

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır