Medine Vesikasından Dersler

Kendi yaptığının esiri olan insanlık, kendini hapsettiği karanlık zindanlardan çıkış yolları arıyor. Bu yüzden de özlediği aydınlığı, peşinde koştuğu idealleri ‘nerede’ ve ‘nasıl’ araması gerektiğini yeniden düşünmesi gerekiyor. İşte bu sebeple 14-20 Nisan 2015 Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle “Hz. Peygamber (s.a.v) ve birlikte yaşama ahlakı” temasının hem ülkemiz insanının hem de bütün insanlığın gündemine taşınması son derece önem arz etmektedir.

 

“Birlikte yaşama ahlakı” farklı inanç, kültür, gelenek, ırk ve zihin haritalarına sahip fertlerden oluşan toplumların barış ve huzur içinde yaşamasını sağlayan Kur’ânî bir yaklaşımdır. Farklılıkların bir üstünlük vesilesi olarak görülmesini kesin bir dille reddeden Kur’ânî yaklaşım hürmet, paylaşma, dayanışma, hamiyet ve takva gibi imanî ve ahlâkî ilkeleri ön plana çıkararak toplumsal yapıyı ve barışı güçlendirir. Medine vesikası ile birlikte yaşama ahlakı hayata geçirilmiş, uygulama zemini bulmuştur. İslam ahlak ve akaidini hayata geçirmekte zorlanan ve son bir kaç yüzyıldır çeşitli problemlerle iç içe yaşayan İslam toplumlarının bu Kur’ânî yapıyı tekrar nasıl inşa edecekleri cevaplanması gereken bir sorudur.

Peygamberimiz (sav) “Ferid-i kevnü zaman”dır. Yani bütün zaman ve mekânların en büyük şahsiyetidir. Onun büyüklüğünü değişik yönlerden tahlil edip ortaya koymak mümkündür. Kainatın Efendisi, Resul-ü Ekrem Efendimiz (s.a.v), bütün alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O rahmet elçisi ki Medine’ye hicretle önce ensar ve muhacir arasında benzeri görülmemiş bir kardeşlik bağı tesis etmiş, ardından yeryüzünün ilk toplumsal sözleşmesi olan ‘Medine Vesikası’nı düzenlemiştir. Bu sözleşme ile farklı din ve kültüre mensup insanların aynı toplum yapısında huzur ve güven içinde bir arada yaşamalarını temin edecek hukuki zemini oluşturmuş ve bunun mümkün olabileceğini bütün dünyaya göstermiştir

Medine vesikasının tatbikatında kardeşliğin zirvesi yaşanıyordu… İslâm’ın, insan onurunu merkeze alarak tesis ettiği insan anlayışının esaslarını Hz. Peygamberin (sav) çağlar üstü örnek hayatında, sünnet-i seniyyesinde, söz ve davranışlarında, Medine vesikasının uygulanmasında görmek mümkündür. Medine vesikası ilk İslam Devletinin Anayasa’sı olduğu kadar yeryüzünde de ilk yazılı Anayasadır. Ülkemizde Yeni Anayasa için, mutlaka ‘Medine Vesikasını’ incelemelerini öneririz.

Müslümanlar, Mekke’deki sıkıntı ve işkencelerle dolu hayattan kurtulmak için, Medine’ye birer ikişer göç etmeye başladılar. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Medine’ye Hz. Ebubekir’le beraber hicret ettiklerinde 53 yaşında idi. Daha önce adı Yesrib olarak anılan bu şehir “Peygamber Şehri” anlamında “Medinetü’n Nebi” adını almış ve daha sonra Medîne-i Münevvere kısaca Medine olarak adlandırılmıştır. Medîne-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme’nin kuzeyinde, üç tarafı dağlarla çevrili, güneyi ovalık bir şehirdir. Ziraate müsâit toprağı, temiz ve güzel havası, bol hurma bahçeleriyle yemyeşil bir belde-i tayyibedir. Hicretten sonra Medine’ye göçle gelen Müslümanlara “muhacir”, Medine’nin yerlisi olan Müslümanlara da yardım eden anlamında “ensar” denildi.

 

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Medine’ye hicreti öncesinde Medine şehri Mekke’ye oranla her bakımdan geri kalmış bir yerdi. Medine’de putperest, Yahudi ve Hristiyanlar bulunmaktaydı. Bir süre sonra Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v). Medine’de yaşayanlarla bir sözleşme yaptı. Böylece aynı topraklar üzerinde yaşayan insanların, dinleri, inançları ve idealleri aynı olmasa da uymaları gereken evrensel kuralları bu sözleşmeyle ortaya koymuş oluyordu. Bu sözleşme, “Medine Vesikası” olarak bilinir. Tamamı kırk yedi maddeden oluşan Medine Sözleşmesi’nin hayata geçiş aşamalarına bakacak olursak….

Hz. Peygamber(s.a.v) Medine’ye hicret ettiğinde ilk olarak ensar ve muhacir arasında büyük bir kardeşleşme süreci yaşandı. Ancak Medine’de sadece Müslümanlar yaşamıyordu. Medine nüfusunun büyük kısmını Yahudiler ve Müslüman olmayan Araplar oluşturuyordu. Hz. Peygamberin Müslüman olmayan bu insanlara karşı nasıl bir tavır takınacağı son derece önemliydi. İşte Medine Vesikası, Müslümanların kurduğu ilk şehir devleti olan Medine’de hayat buluyordu. “Medine’ye gelişten sonra önce Medineli Ensar ile Mekke’den gelen Muhacir ailelerin başkanlarının katıldığı büyük bir kardeşleşmenin hukuki temelini oluşturan hükümler görüşüldü. İşte Medine Vesikası’nın ilk 23 maddesi, bu toplantıda tespit edilmiş olup yeni Müslüman bloğun sosyal ve hukuki ilişkilerini yazılı hükümlere bağlamaktadır.

Bu iş tamamlandıktan sonra, Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v), Enes bin Malik’in evinde Müslüman bloğun liderleriyle olduğu kadar, Müslüman olmayan Medineli diğer sosyal blok temsilcileriyle de durumu istişare etti. Görüşmeler sonucunda yeni bir “Şehir- Devlet” yapısını ortaya çıkaran temel ilkeler üzerinde anlaştılar. Bu yeni devletin anayasası yazılı bir biçimde tespit edilip vazedildi ki bu metin şu an elimizde bulunan vesikadır.
(Medine vesikası için geniş bilgi, Bkz. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Yard. Doç. Dr. Mehmet Yazgan, İstanbul, 2004, s. 177 vd. )

MEDİNE DEVLETİNDE KADEŞLİĞİN ZİRVESİ

Peygamberimizin (sav) hayatı, çok dikkat çekici ve ibretlerle doludur. Onu ne kadar iyi anlar ve hayatını bilirsek, o nisbette gerçek insanlığı da idrak edebiliriz. Peygamberimiz, (sav) şartlar tamamen aleyhinde olduğu halde, tarihin hiçbir devrinde görülmemiş ve hiçbir beşerin de gerçekleştirememiş olduğu bir inkılâbı, çok kısa bir zamanda gerçekleştirdi. Câhiliye dönemini tamamıyla ortadan kaldırıp, Kur’ân ve sünnete göre şekillenmiş, bütün insanlık âlemine örnek, yepyeni bir toplum meydana getirdi.

“İşte, bak: Şu cezire-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıp ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek, bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zahirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukul, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu

Bilirsin ki sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak dâimî kaldırabilir. Halbuki, bak, bu zât büyük ve çok âdetleri, hem inatçı, mutaassıb büyük kavimlerden zâhirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref’ edip, yerlerine öyle secâyâ-i âliyeyi-ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak-vaz’ ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek hârika icraatı yapıyor.

İşte, şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere Cezîretü’l-Arabı gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar. O zâtın, o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini, acaba yapabilirler mi?” (Sözler, On Dokuzuncu Söz,) Peygamberimiz (sav) çok büyük ve asırlardır kökleşmiş, insanların hayat anlayışı haline gelmiş alışkanlıkları ve üstelik en inatçı ve büyük kavimlerden, hem de çok az bir kuvvetle ve çok kısa bir zamanda kaldırmış ve onları insanlığa rahmet ve üstad eylemiş…Ensar, muhacir kardeşliği buna en güzel örnektir.

Müminler arasındaki muhabbetin, sevginin, en göz kamaştırıcı örneklerinden biri, Mekke’den Medine’ye hicret eden Muhacirlerle onlara kollarını açan Medineli Ensar arasındaki kardeşliktir. Medine’ye hicretten 5 ay sonra Resul-i Ekrem (s.a.v), Ensar ile Muhacir bir araya toplamış Medine Sözleşmesi gereği kırkbeşi Muhacirlerden kırkbeşi Ensardan olmak üzere 90 kişiyi kardeş yapmıştır. Peygamber Efendimiz’in kurduğu bu kardeşlik müessesesi, maddî ve manevî yardımlaşma ve birbirlerine varis olma esasına dayanıyordu. Bu suretle Muhacirlerin yurtlarından ayrılmalarından dolayı duydukları keder ve üzüntüyü giderme, onları Medinelilere ısındırma ve onlara güç ve destek kazandırma gayesi güdülmüştü. Kurulan bu kardeşlik müessesesine göre, Medineli ailelerden her birinin reisi, Mekkeli Müslümanlardan bir aileyi yanına alacaktı. İşte sevgi toplumu, işte bu karşılıklı sevginin doğurduğu sosyo-ekonomik yapı… Bu kardeşlik sayesinde Muhacirlerin iaşe ve iskân meseleleri de hâl yoluna girmiş oluyordu. Ensardan her biri, Muhacirlerden birini evinde barındırıyor, beraber çalışıyor, beraber yiyorlardı. Bu nesep kardeşliğini fersah fersah geride bırakacak bir kardeşlikti. Kurulan bu kardeşlik kısa zamanda müspet neticesini verdi. Toplumun muhtelif tabakaları bu kardeşlik sayesinde birbiriyle kaynaştı. Bu kardeşlik, kabilecilik gurur ve adavetini de ortadan kaldırdı. Bu suretle niyetleri kudsî, gayeleri, ulvî, içleri dışları nur faziletli bir sevgi toplumu meydana geldi. Ensarın, Muhacir kardeşlerine gösterdikleri bu eşsiz samimiyet, sevgi, misafirperverlik, kadirşinaslık, cömertlik, her konuda karşılıksız yardım, fedakârlık, sevgi toplumunda sosyo-ekonomik adaleti de sağlıyordu. Tabiî sosyo-ekonomik adaletin sağlandığı toplumlar huzur, mutluluk ve refahı gerçek mânâda yakalamış toplumlar oluyordu. Nitekim Ensarın, Muhacir kardeşlerine gösterdikleri samimî davranışlar, karşılıksız yardımlar, Kur’ân-ı Kerim’de de methedilmektedir. “Muhacirlerden önce, yurt ve iman evi edinenler, kendilerine hicret edip gelenlere muhabbet beslediler. Onlara verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar, kendilerine ihtiyaç bile olsa (onları) kendi nefislerine tercih ederler. Kim de nefsinin hırsından korunursa, işte bunlar (azaptan) kurtulanlardır.”(Haşr suresi, 9. ayet) Kurulan bu manevî kardeşlik hiçbir milletin tarihinde rastlanmayacak eşsiz bir şeref tablosudur. Bu kardeşlik neticesinde meydana gelen dayanışma, yardımlaşma, hayırseverlik, toplumda sosyo-ekonomik adaleti sağlarken, İslâm’ın inkişafa başlaması dönemine rastlamış olması bakımından da oldukça önemli bir tesir icra etmiştir. Hiç tereddüt etmeden denilebilir ki, çeyrek asır zarfında, İslâm nûrunun âlemin her tarafına yayılması, hep bu din kardeşliğinin sosyal neticesidir..

 

YAZILI İLK ANAYASA MEDİNE VESİKASI

Medine vesikası ilk İslam Devletinin Anayasa’sı olduğu kadar yeryüzünde de ilk yazılı Anayasa olma özelliği de mevcuttur.

Medine İslam Devletinin Anayasası o günün şartlarında benzeri bulunmayan, farklı dinlere mensup insanların bir arada yaşamasının nasıl mümkün olduğunu gösteren bir belge sayılır. Aynı zamanda Medine Vesikası; Medine’de yaşayan farklı dinlere mensup insanlar açısından hükmedici değil katılımcı temelinde bir toplumsal projedir. Burada yaşayan Müslümanlar Yahudiler ve diğerleri; özgür ve güven içinde olup kendi dinlerini tebliğ edebileceklerdir. Buradan yola çıkarak, Peygamber efendimiz Medinelileri bir araya toplayıp; “Dışarıdan gelecek tehlikelere karşı devlet olalım ve Medine’yi müşterek müdafaa edelim” teklifi kabul gördü ve 47 maddelik anlaşmayı dikte ettirerek konfederatif bir devlet kurdu. Peygamberlik sıfatının yanında Devlet Başkanlığı sıfatını da aldı. Medine Vesikası içeriği Medine’de; birliği, yardımlaşmayı, adalet ve eşitliği kapsıyordu. Bu belgeye sımsıkı bağlanıldığı ve uygulandığı içinde Medine Devleti kuvvetli ve sağlam temeller üzerine kurulmuş oldu. Bu vesikayla Müslümanlar, Yahudiler ve müşrik Araplar arasında ortak savunma anlaşması yapılmış, birbirlerinin dini yaşantılarına karışmamaları garanti altına alınmıştır.

Peygamberimiz (sav)’in Hıristiyan, Yahudi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası önemli bir adalet örneğidir. Farklı inançlara sahip topluluklar arasında adaletin sağlanması ve her topluluğun çıkarlarının gözetilmesi için hazırlanan bu vesika sayesinde yıllarca düşmanlık içinde yaşayan topluluklara barış getirilmiştir. Medine Vesikası’nın en belirgin özelliklerinden biri inanç özgürlüğü sağlamasıdır.

Medîne Vesikası, hukuk, iktisat ve devlet felsefesi açısından büyük önem taşımaktadır. Deklâreedildiği çağın sosyal şatları göz önünde bulundurulduğunda hukuk devleti niteliği taşıyan bir organizasyonun kurulabildiği bu belge ile gözlemlenebilmektedir. Çünkü vesika, bizzat yaşanan bir sosyal olguyu ifade etmektedir. Bizzat uygulayıcısı tarafından bir sosyal uzlaşı esprisiyle kaleme alınmış ve bütün olumsuz şartlara rağmen titizlikle ve samimi bir şekilde uygulanmıştır. Deklâre edilen hükümlere uymayan kişi ve gruplara karşı amansız bir uğraşı verilmiş, vesikanın fiili durumu aynen korunmuştur. Bu itibarla vesika, kurulu bir düzenin hukukî metni olarak yaşatılmıştır. Çünkü, Hz. Peygamber’in önderliğindeki Medîne toplumu, siyasi güç örgütlenmesinin bütün fonksiyonlarına sahip bir yapılanma ortaya koymuştur.

Medine Vesikası bir şehir devleti için tasarlanan bir anayasa olmakla birlikte İslam’ın evrensel kurallarını da içermektedir. Fakat özel anlamda, Medine’de yaşayan topluluğun savunma, kanun koyma, yardımlaşma, adalet işleri ve savaş hukuku gibi tüm temel ihtiyaçlarını karşılamıştır. Allah’ın elçisi Hz. Muhammed (s.a.v) kurulan bu şehir devletinin başı durumundaydı. Sahabeleri de “yöneticiler zümresi” diye ifade edilebilen bir konumdaydılar.

Anayasa hazırlayan her toplum mutlaka din, mezhep, etnik farklılık gözetmeyen bir metin kaleme almak zorundadır. Anayasanın temel ilkesi adaletin eşit dağıtılmasıdır. Ülkemizde Yeni Anayasa için bir araya gelenlerin, mutlaka ‘Medine Vesikasını’ incelemelerini öneririz.

İnsanlık tarihinde birlikte yaşamanın hukukunu, ahlakını uygulayan ve bunu toplumsal ve siyasal pratiğe dönüştüren medeniyet İslam medeniyeti olmuştur. Medeniyet tarihimiz, bunun nadide örnekleri ile doludur. Örneğin, Osmanlı tecrübesi, geniş bir devlet coğrafyasında birçok farklı kimliğin birlikte yaşatılabildiği özgün örneklerden birisi olmuştur. Kuşkusuz bu zengin tarihsel mirasa kaynaklık ve kılavuzluk eden önder, Peygamber Efendimiz (sav) dir.. Yalnızca İslam ümmetine değil sonsuza dek bütün insanlığa ışık tutacak olan O’nun kutlu mesajı ve hayat pratiği, Medine vesikası gibi her çağda ve dönemde yeniden keşfedilmeyi ve her dem üretilmeyi gerekli kılmaktadır. İnsanlığın sosyal barışı yakalaması, huzuru ve mutlu yaşaması, Hz. Peygamberin bu çağın ölümcül hastalıklarına çare olacak mesajlarını yeniden keşfetmek ve bu çağın dili ile yeniden inşa etmekle mümkündür.

Cahiliyye Mekke’sinden Münevver Medine’ye geçişin anahtarı imanın nurlandırdığı kalbimizdedir. Peygamber Efendimizin (sav) Mekke’de önce tevhid ve imanı anlatmıştır, Medine’de hayat ve şeriatı tatbik etmiştir. Rahmet Peygamberi (sav), insanların kişilik değerlerinin ve insanlık onurlarının dokunulmaz olduğunu bildirmiştir. Böylece o, İslâm’ın, insanın yaşama ve mülkiyet hakkı ile manevî kişiliğine ilişkin bütün haklarını aynı ölçüde güvence altına aldığını ilan etmiştir. Sevgili Peygamberimizin (sav) tanımıyla iyi Müslüman, din kardeşinin ve başka inançta olan kişilerin canına ve malına olduğu gibi kişilik onuruna da saygı gösteren ve onun şahsiyetini dokunulmaz gören kimsedir.

Medine Vesikasının hükümlerinden hareketle bir takım soyutlama ve genellemeler yaparak bugün için referans olacak bazı kurucu ilkeler elde edilebilir ve bu kurucu ilkeler bir çok sorunun çözümünde ilham kaynağı olabilir. İmanın hayat devresi Medine’dir. İnsanlar ve toplumlar, Medine Vesikasını inceleyip ders alırlarsa birlikte yaşamanın hukukunu, ahlakını pratik hayatlarında uygulayarak özledikleri huzur ve mutluluğu yakalayabilirler.
Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: